Şirk ve Müşrik Nedir?

28 Ağustos 2013 18:06
ŞİRK:
Sözlükte “şirkün ” sözü Ortak koşmak anlamına gelir. Bu lafızın kökü Arapça “şerake” (ortak oldu) mazi fiili üçüncü şahıstan türetilmiştir. 

MÜŞRİK: Allah’a ortak koşan demektir.
Allahu Teala şirk konusunda şöyle buyurmaktadır, mealen:
-“Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında dilediğini bağışlar. Allah’a ortak koşan, muhakkak ki, derin bir sapıklığa düşmüştür.” (Nisa- 116)
-“Allah’ı bırakıyorlar da, kendilerine ne fayda, ne de zarar verebilecek olan şeylere tapıyorlar ve “Bunlar bizim Allah katında şefaatçilerimizdir.” diyorlar. De ki, “Siz Allah’a göklerde ve yerde O’nun bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?” Allah onların ortak koştukları şeylerin hepsinden münezzehtir.” (Yunus -18)

-“O gün ki, hepsini mahşere toplayacağız, sonra da o şirk koşanlara “Haydi yerlerinize! Siz de, ortak koştuklarınız da!” diyeceğiz. Artık aralarını iyice açmışız. O ortak koştukları şeyler, “Siz bize tapmıyordunuz ki.” diyecekler. (Yunus-28)

“De ki: “Allah’a eş tuttuğunuz ortaklarınızdan, önce yaratıp, sonra da onu çevirip yeniden diriltecek var mı?” De ki, “Önce yaratıp, sonra da onu yeniden yaratacak olan Allah’dır. O halde nasıl yoldan saptırılıyor, döndürülüyorsunuz?” (Yunus- 34)

“De ki, “Ortak koştuklarınızdan doğru yolu gösterecek olan var mıdır?” Deki, “Allah, hak olan doğru yola hidayet eder. O halde doğru yola hidayet eden mi kendisine uyulmaya daha layıktır, yoksa kendisine yol gösterilmeyince onu bulamayan mı daha layıktır. O halde ne oluyorsunuz? Nasıl hükmediyorsunuz?” (Yunus- 35)

“Açın gözünüzü! Göklerde kim var, yerde kim varsa hep Allah’ındır. Allah’dan başkasına tapanlar dahi, Allah’a ortak koştuklarına uymuş olmuyorlar, ancak zanna uymuş oluyorlar. Ve yalandan başka bir şey söylemiyorlar.” (Yunus- 66)

Şirkin terim anlamı :

“Rububiyet,  ibâdet ve isim ve sıfatlar konusunda Allahu Tealaya  ortak veya benzer edinmek demektir.”

Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de birçok âyette kendisiyle birlikte eşler  edinilmesini yasaklamış ve kendisinin dışında eşler ve ortaklar edinenleri  kınamıştır.

Hadis-i  şerifte ise Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

-“Her kim,  Allah’ın dışında birisine yalvarıp yakararak O’na eş koşar bir halde ölürse,  cehenneme girer. Her kim de Allah’ın dışında birisine yalvarıp yakarmaksızın O’na eş koşmadan ölürse, cennete girer.” ( Buhârî,  hadis no: 4497, Müslim, hadis no: 92 )

Kur’an’ın ayetlerine kendi kısır akıllarına göre anlam vererek kendilerini Müslüman sanan ve gerçek tevhid ehli olan mutasavvıfları şirkle itham eden sapkınlar aslında, kendileri şirkin batağında olduklarından bihaberdirler. Onlar gerçekten şirkin ne olduğunu bilselerdi, günde 70 kez imanlarını yenilerlerdi.
Ehl-i Mutasavvıflar ortak koşmak anlamına gelen şirkin iki türlü olduğunu bildirmişlerdir. Bunlar gizli ve açık şirktir.

Açık Şirk: Heykellere, cinlere, şeytanlara, Allah’tan başka kendisinde ilahi bir kudret olduğu sanılan herhangi bir kimseye, şeyhlere, papazlara, kahinlere, krallara ve putlara tapmaları veya Hz. İsa’ya -haşa – Allah’ın oğlu demeleri ve bunlara ilah diye tapmalarına açık Şirk denir.

Eshab-ı Kiramın alimlerinden İbn-i Abbâs (Allah Ondan razı olsun);
-“ALLAH ve sen dilersen” gibi bir sözün “ALLAH ve falanca dilerse” anlamında olduğunu belirtmiş ve bunun gizli şirk olduğunu ifade etmişlerdir.
Bu ifadenin yerine “Evvel ALLAH, sonra da senin sayende” demeli ve Allah’a hiçbir varlık denk tutulmamalıdır. Buna düşen Yine “Allah’a ve sana güveniyorum” yerine, “evvel Allah, sonra sana güveniyorum” denmek gerekir. Zira “ve” edatı eşitliği gerektirir. “Sonra”  ifadesini kullanmakla derece farkını ispat etmek icab eder. 
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz;
-“Kim Lât ve Uzza’ya yemin ederse (veya benzeri şeylere) hemen ardından “Lâ İlâhe illallâh” desin. Kim arkadaşına, “Gel, bahis için-iddialaşalım, kumar oynayalım.” derse, sadaka versin” (Buhari, Müslim). 
Peygamber(s.a.v.) Efendimiz, her tür şirkten Allah’a sığınmamızı için şu duayı tavsiye buyurmuşlardır.
-“Rabbimiz, bilerek sana ortak koşmaktan sana sığınırız bilmediğimizden de Sen’den bağışlanmamızı dileriz. (Müsned)

 

Gizli şirk, Bu da ikiye ayrılır.
Birincisi ibadetlerde şirk: İbadetleri yaparken başkalarının görmesi ve onların takdirini kazanmak maddi menfaat sağlamak niyetiyle ibadet yapmaktır ki, buna şirk-i hafi de denilmektedir ki, karanlık gecede, kara karıncadan daha siyah, akrepten daha öldürücü, kurttan daha sinsidir.
İkincisi: İnsanların bir çoğu bunun şirk olduğundan dahi haberleri yoktur. Zira en büyük perde, insanın kendisidir. Eğer dikkat edilmezse, insanın kendisini gerçek varlık olarak görmesi en büyük bir şirktir. Bu nasıl olur denilirse?…

İnsan kendinde varlık görerek; “Ben gerçek varlığım” deyip varlığını Allah’a borçlu olmadığına iman ederse, “bilen ben”, “işiten ben” inancında ise, “GÜÇ  BENDE”, “Ben bunları kendi gücümle yaptım”…veya “şu ilaç, şu doktor beni şu hastalıktan kurtardı”, deyip bunları vesile bilmezse, veya “beni ekmek doyurdu”, “susuzluğumu su giderdi” der de bunların bu hususta vesile olduğunu bilmez veya kabul etmezse, bu türden varlık iddiasıyla söylenen sözler.. ve o inanç içinde bulunmakta gizli şirktendir.
İmam-ı Rabbani hazretleri :
-” Allahu teala bu alemi, his ve hayal mertebesinde yarattı”
diye haber vermektedir. Bu sözün anlamı çok büyüktür.  Ama bunu şöyle özet olarak bildirelim:”Gerçek varlık Allahu tealadır. Alemler ise, hakikatte olmayıp, görünüş ve dokunuş mertebesinde var sayılan, Allahu tealanın isimlerinin tecellilerinin zılleridir…

GERÇEK MUVAHHİD, TEVHİD EHLİ, ENBİYALAR VE EVLİYALAR, “LÂ İLÂHE” KILCI İLE kalpteki mecazi varlığa ait sevgilerin hepsini silerler.
“İLLALLÂH” İLE SADECE O’NUN EZELÎ VE EBEDÎ VARLIĞININ MUHABBETİ BÂKÎ KALIR KALBLERİNDE. EVET SEN, VE BEN, HEPİMİZ GÖLGE VARLIKLARIZ HAKİKATTE. Tek hakiki varlık Allah celle celaluhü’dür.

 

 İmana Zarar Veren Ameller :

Sihir: Kalp ve bedene hastalık, ölüm vb. gibi fiziksel etkiler meydana getirebilen, eşlerin arasını açan ve cinlerle küfre düşmeye karşılık işbirliği içinde bulunan kimselerin bazı muska, üfürük, tılsım vs.’yle yaptığı bir fiildir. Bu, ameli küfür olduğu gibi bu işlerle uğraşanlar da kâfirdir. (Bkz. Bakara sûresi/ 102).

Kâhinlik: Medyumluk olarak da isimlendirilen kehânet, geleceği bildirme iddiasıdır. Kâhin veya medyum, Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği gaybi durumları, geleceği bildiğini iddia eder ki, bu durumu itibarıyla küfre girer. Bu kimselerin sözlerini tasdik edende  küfre düşer.
Peygamber Efendimiz buyurdular ki:
-“Gaibten haber vermek amacıyla yıldız ilmiyle uğraşan büyücü gibidir.” (İbn-i Mace)
-“Falcıya veya kahine giderek onlara inana Kur’an-ı inkar etmiş olur.” (Taberani)

Sihri çözmek iki şekilde  olur:
1.  Sihri, sihirle çözmek; bu küfürdür. 
2.  Sihri Kur’ân ve Sünnette sabit olan duâlar okuyarak (rukye ile) çözmektir ki, bu câizdir. 
Falcılık ve astroloji: Bazı yıldız ve burçları, yeryüzünde meydana gelen olaylara etkili kabul etmektir ki, bu şirktir.  Yıldızların yaratılış gayesini tam olarak Allahu Teala bilebilir. Bize bildirildiği kadarı şudur; gökyüzünü süslemek, geceleyin yolcuların yollarını belirlemesine sebeptir. 
Nazarlıklar, muskalar, mavi boncuk gibi belli vasıflardaki taşlar, ayet ve hadis yazılı kağıtlar.
1.  Kur’ân’dan olmayanlar: Nisbî veya küllî etkisine inanan büyük şirke düşer. Maalesef bunların koruduğuna inanmak veya bir musibetten kurtulmayı bunlara bağlamak vb. gibi çarpık inanışlar halk arasında yayınlaşa gelmiş, böylece bozuk inançlara sebep olmuştur. 
2.  Kur’an ayetleri veya hadis yazılı muskaları taşımak: Bu muskaların içindeki ayet ve duaların kişiyi belalardan koruyacağına inanmak doğru olmaz ancak; Allahu Tealanın dilerse, orada yazılı ayet ve dualar sebebiyle taşıyıcıyı koruyacağına inanmak uygun olur.
 Rukye (okuma): Kur’ân veya Sünnette yer alan; cin ibtilâsı vs. hastalara şifa için okunan zikir ve duâların tümüne verilen addır.
Rukyenin meşrû olabilmesi için;
a) Allah’tan başkasına güvenip ondan medet ummak gibi haram şeyler içermemesi,
b) Mânasının anlaşılır olması,
 c) Allah’ın izni olmadıkça şifanın hasıl olmayacağına inanılması şeklinde bazı kaideler vardır.
Şifa için bilezik, ip veya değişik vasıflardaki taş vs. edinmek gibi mezkûr kâideleri olan rukye, haram olur.
Zarar ve yarar ancak ALLAH’ın izniyledir. ALLAH bütün yaratılmışlar üzerinde tek kuvvet ve kudret sahibidir. Her kim böyle şeylerin hayır ve şerre sebep olduğuna inanırsa şirke düşmüş olur.

 

Küfür alametleri
SORU:
Bazı kimseler, (Boyna haç, bele zünnar takıp bir kere secdeye gidilirse veya namaz kılınırsa, artık haç Müslüman olmuş olur. Bir daha bunlarla namaz kılmakta sakınca olmaz. Diğer küfür alametlerinin hepsi böyledir) diyorlar. Acaba bu düşünce, Hristiyanlığa olan aşırı muhabbetten, kör taassuptan mı kaynaklanıyor? Haç ve zünnar Müslüman olur mu?

CEVAP
Haç ve zünnar, küfür alametidir. Bunlar secdeye gitmekle, zemzemle yıkanmakla küfür alameti olmaktan çıkmaz. Haç denilen putu, papazların zünnar denilen kuşaklarını ve diğer küfür alametlerini, namaz kılarken kullanmak da küfür olur.

Puta tapmak ve şirk
SORU: Müşrikler de putların yaratıcı olmadığını bilip, sadece, putları Allah’a yaklaşmak için vesile ediyorlar. Bunlar müşrik oluyor da, Evliyayı Allah’a yaklaşmak için vesile eden niye müşrik olmasın?
CEVAP
Evliya-yı kiramı putlara benzetmek çok çirkindir. Müminler, Enbiyaya ve Evliyaya tapınmıyor, bunların Allahü teâlâya şerik [ortak] olmadığını biliyorlar. Enbiyanın ve Evliyanın, Allahü teâlânın sevdiği kulları olduğuna, Allahü teâlânın, bu sevdiklerinin vesilesiyle, diğer kullarına merhamet edeceğine inanıyorlar. (Zararı ve faydayı yaratan yalnız Allahü teâlâdır. Tapınmaya hakkı olan yalnız Odur. Sevdiklerine verdiği berâketiyle kullarına merhamet eder) diyorlar. Müşrikler de, putlarının yaratıcı olmadığını söylüyorlarsa da, putların tapınmaya hakları olduğuna inanıyor, bunun için tapınıyorlar. (Putların ibadet edilmeye hakkı vardır) dedikleri için müşrik oluyorlar. Yoksa, müşrik olmaları, (Bize şefaat etmelerini istiyoruz) dedikleri için değildir. Putlardan şefaat beklemek de elbette bâtıl, yani bozuk bir inanıştır. Böyle inanmak caiz değilse de, bâtılsa da, şirk de değildir. Putlara tapınmak şirktir.

ŞİRK MEVZUSU:

Kur’an’ı Kerime herkes kendi anlayışına göre anlam verirse bugünkü sapkın selefiyecilerin durumuna düşer.
Neyin şirk olduğunu ayet mealine bakarak hüküm verenler Müslümanlara da müşrik demeye başlamış ve kendileri okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkmaktadırlar.
Bunlar Tevbe Suresi 31. ayeti kerimeyi delil göstererek bir çok Müslümana müşrik derler. O ayeti kerimenin onların anladığı anlamda olmadığını buraya kopyaladığımız tefsirle açıklayacağız.
Allahu Teala buyurmuştur ki(mealen):
– “Onlar, Allah’dan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler, Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah’dan başka hiçbir ilâh yoktur. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden de münezzehtir.” (Tevbe/31)
Mezkür ayeti kerimenin tefsirine bakalım:
– “Allah’dan başka bir de hahamlarını (yahudiler) ve rahiplerini (hıristiyanlar) kendilerine rab edindiler”. Allah’ın emrine, hakkın hükmüne değil, onların hükümlerine, onların iradelerine tabi oldular. Onlara Allah’a tapar gibi taptılar, hatta Allah’ı bırakıp onlara taptılar, Allah’ın emirlerini bırakıp, açıkça Allah’ın emirlerine ters düşen keyfî arzularına itaat eylediler. Allah’ın haram kıldığı şeyleri onların emriyle helâl gördüler. Allah’ın “yapmayın” dediği şeyleri yaptılar, “yapın” dediklerini de yapmadılar. Allah’ın emir ve yasaklarını değil de onların emir ve yasaklarını dinlediler. Onlara, Allah’ın emirlerini uygulayan, O’nun dininin hükümlerini anlayıp anlatan kimseler gözüyle değil de, dinde sanki Allah gibi hükümler vermeye ve kurallar koymaya yetkili imişler gibi baktılar. Doğrudan doğruya kendi yanlarından şeriat vaz’etmeye, dini hükümler koymaya hakları varmış, sanki birer müdebbir rabmış gibi baktılar. Onların iradelerine heva ve heveslerine uydular. Nitekim bu âyetin mânâsı hakkında meşhur Hatim-i Tâî’nin oğlu Adiy demiştir ki: “Resulullah’a geldim, boynumda altından bir haç vardı, ki Adiy o zaman henüz müslüman olmamıştı ve hıristiyandı, Resulullah Berâetün Sûresi’ni okuyordu, bana “ya Adiy şu boynundaki veseni at” buyurdu. Ben de çıkardım attım. “Allah’tan başka hahamlarını ve rahiplerini de rab edindiler.” anlamına olan âyetine geldi, ben, ya Resulallah, onlara ibadet etmezlerdi, dedim. Resulullah buyurdu ki: “Allah’ın helal kıldığına haram derler, siz de haram tanımaz mıydınız? Allah’ın haram kıldığına helâl derler, sizde helâl saymaz mıydınız?” Ben de “evet” dedim. “İşte bu onlara ibadettir.” buyurdu.

Rebi’ demiştir ki, “Bu rablık İsrailoğulları’nda nasıl idi?” diye Abdul’âli-ye’ye sordum. O da “Genellikle Allah’ın kitabında hahamların sözlerine aykırı olan âyetler bulurlar, bununla beraber kitabın hükmünü bırakırlar da hahamların sözlerini tutarlardı.” dedi.

Bu rivayetler şunu gösterir ki, herhangi birini rab edinmiş olmak için behemahal ona “rab” adını vermiş olmak şart değildir. Allah’ın emrine uygun olup olmadığını hesaba katmayarak, onun emrine uymak ve özellikle de dinin hükümlerine ait olan hususlarda onu kural koymaya yetkili sanıp ne söylerse, ne emrederse doğru farzetmek, ona uyduğu zaman Allah’ın emrine ters düşeceğini düşünmeden hareket etmek, onun emirlerini taparcasına yerine getirmek onu rab edinmek ve ona tapmak demektir. Şu halde burada din âlimlerine, ulul’emr adı verilen devlet başkanlarına itaat etmek, Allah’ın emri olan bir farz değil midir? O halde yahudilerle hıristiyanların kendi âlimleri ve yöneticileri demek olan “ahbar” ve “ruhban”a itaat etmeleri niçin muaheze olunuyor? Şeklinde düşünmeye gerek yoktur. Çünkü burada sözü edilen şey, Allah için itaat ve teslimiyet değil, “min dunillah” olan, yani Allah’ın emrine ters düşen itaattir. Gerçekten de ilmî hakikatleri kabul ve âlimlere itaat etmek ve saygı göstermek Allah’ın emridir. Ve Allah’ın emrine itaat de Allah’a itaattır. Fakat bu doğrudan doğruya değil “Allah’a, Resule ve sizden olan emir sahiplerine itaat ediniz.” (Nisa 4/59) âyetinde de işaret buyurulduğu üzere Allah’a ve Resulü’ne itaatın bir bölümü olarak ve ona bağlanarak yapılacak olan bir itaattır, Allah’a ve emirlerine rağmen bir itaat değildir. Allah için bir itaat demek, Allah’ın emirleri doğrultusunda olan, en azından mahluka itaatte yaratıcıya isyan bulunmayan bir itaat demektir. Böyle bir itaat halıka isyan bulunmamak şartıyla meşru olur. İlmin hükmünün hak, emrin de maruf olması şartına bağlıdır. İlmin hakkı, hak ve hakikatı izlemesinde, gerçekle olan ilişkisinde, hakkın emrine uygun düşmesinde ve daima Allahın rızasını araştırmasında, hakkın ahkâmını tanıyıp kavramasında, hasılı Allah için olmasındadır. Yoksa gerçekle uyum sağlamayan, hak temeli üzerinde yürümeyen Allah’ın hukukuna aykırı olan, Allah’ın koyduğu kanun ve kurallara karşı gelmek isteyen kuruntular ne kadar süslenirse süslensin ilim değildir. Ve âlimlerin değeri, ilim zihniyetine ve haysiyetine bağlılıkları ile ölçülür. Ulu’l-emr olmaları sırf bilgileri ve ilmî haysiyetleri bakımındandır. Yani emredilen marufu tanımaları, uyulacak âyetin hükmünü iyi bilmeleri ve ondan elde edilecek mânâyı iyi kavramaları sebebiyledir: “Bunların hüküm çıkarmaya gücü yetenleri elbette onu anlarlardı.” (Nisâ, 4/83), “Allah’ın kulları içinde O’ndan en çok korkanlar âlimlerdir.” (Fâtır, 35/28) özelliklerini taşımaları ve “Eğer bilmiyorsanız, ilim ve hikmet ehline danışınız.” (Nahl 16/43) buyurulduğu üzere, âlimlerin ehl-i zikir olmaları bakımındandır. Âlim, bilgi sahibi olması bakımından hiçbir şeyin değil, ancak hakkın kuludur. Delillerin ve hakkın âyetlerinin emrindedir. Lâkin delilin şerefi bizzat kendinden değil, medlulü olan hakka delalet etmesi ve hakkın açığa çıkmasına yardımcı olması yüzündendir. Hakkı batıl, batılı hak yapmaya çalışanlar ise ilmî haysiyetten mahrum birer tağutturlar. İlme ve ilmin ortaya koyduğu verilere, Hak Teâlâ tarafından yaratılmış gerçekler olduğu bakımından itaat, Allah’ın emrine itaat ve hakkın farizasını yerine getirmektir. Hakka bağlı olduğu müddetçe ilme ve âlime uymamak ilim ve ulema düşmanlığıdır. Ancak Allah’ın emirlerini gözardı ederek âlimlerde velev cüz’î bir hüküm vazetme yetkisi bulunduğunu, hatta bir zerrenin bile hükmünün yerini değiştirmeye yetkili olduklarını kabul ve teslim eylemek Allah’dan başkasına bir rablık hissesi vermektir, onları “min dunillah” (Allah’ın gerisinde) rab edinmektir. Şeytanlara, Tağutlara, Nemrudlara, Firavunlara, putlara ve evsana tapmak nasıl bir şirk ve küfür ise âlimlere de haddinden fazla kıymet vermek öyledir. Mesela; doğruyu yanlışı, hakkı batılı ayırmaksızın hak ilminin gereği olmayan fikirlerini, sözlerini, hakkın emrine dayanmayan, ondan kaynaklanmayan şahsi görüşlerini, istek ve arzuya dayanan keyfi fetvalarını ve iradelerini üstün tutmak, sanki onlarda Allah’ın haram kıldığını helâl, helâl kıldığını da haram kılma yetkisi varmış gibi, hakkı değiştirebilecek bir hakları varmış gibi, kasıtlı sapıklıklar şöyle dursun, Allah’ın emrine aykırı olduğu açık olan hatalarına bile itaatı caiz görmek, hasılı Allah bu konuda ne buyuruyor, diye düşünmeden, Allah’ın emrine uymak gerektiğini hesaba katmadan, onlara itaat dahi öyle bir şirk ve küfürdür. Allah’ı bırakıp başkalarına tapmak demektir. Maalesef yahudiler ve hıristiyanlar işte böyle yapmışlardır: Ahbar ve Ruhbanlarını Rab edinmişlerdir. Onlara gerçekten Rab dememişlerse bile Rab yerine koymuşlardır. Dinde hüküm koyabilme haklarının olduğuna inanmışlardır. Hele Hıristiyanlık tarihinde ruhban sınıfının kutsal tanınması ve papaların hata etmez sayılması daha fazla resmiyet kazanmış olan çok açık bir durumdur. Bunların din işlerinde yetkili ve dinde her türlü tasarrufa salahiyetli olduklarını, ruhani meclislerin kararlarıyla ve papanın emriyle dinin ahkâmının ve kitabın kesin emirlerinin değiştirilecek derecede te’vil ve tebdil, hatta tahrif olunabileceğini, namaz ve oruç gibi temel ibadetlerin, haram ve helâl ile ilgili bütün kuralların ve meselelerin istenilen şekle konulabileceğini, her türlü günahın affedilebileceğini, hatta cennet ve cehennem anahtarlarının papazların elinde olup, bunların isteyene satılabileceğini ve bütün bunlara hiç kimsenin itiraza hakkı bulunmadığını iddia ve kabul edecek kadar imtiyazlar tanımışlardı ki, bu âyet işte bütün bunları hatırlatmakta, muaheze etmektedir. Adiy ile ilgili olan hadisi şerif de bunun asgari ölçüde bir bakıma tefsiridir. Hıristiyanlıkta ruhban sınıfının böyle bir imtiyaz ve hakimiyetle “min dunillah” (Allah’ın gerisinde) Rab edinilmelerine “klerikalizm” adı verilir. Daha sonra bundan şikayetle Protestanlık zuhur etmiştir. Mâide Sûresi (âyet 64, 65)’ne bakınız. Daha sonra bu Rablık imtiyazı, ruhban sınıfının elinden çıkmış, parlamenterlere geçmiştir. Bundan başka protestanlar da dahil olduğu halde, ilk devir hıristiyanları içindeki muvahhidlerden ilgisiz olarak, genelde hıristiyanlar arasında yaygın hâl almış bir şirk vardır ki, bütün diğer şirk çeşitlerinin temelini teşkil eder. Şöyle ki:

Meryem oğlu Mesih’i de Rab edindiler. Hıristiyanlar rahiplerini Rab yerine koyduktan ve onların lafıyla “İsa Mesih Allah’ın oğludur.” dedikten başka bir de “Meryem oğlu Mesih Rab’dır.” diye tutturdular. Ona böyle üçüzlü bir inançla mabud ve ilâh diye taptılar. Rab kabul edip, Rablığı onda topladılar. Oysa onlar, hakikatte bir tek ilâha tapmak ve ancak ona ubudiyet etmekle emrolunmuş idiler ki O’ndan başka ilâh yoktur. Onların hepsi; yahudisi, hıristiyanı, hahamları ve papazları, akıl delilleriyle ve Allah kitaplarının ortaya koyduğu naslarla, ilâhî hükümlerle başkasına değil, sadece ve sadece Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Mesih aleyhisselamın diliyle Allah’a ibadet ediniz ve O’na aykırılıktan sakınınız. Benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibadet ediniz. Kim Allaha şirk koşarsa, Allah ona cenneti haram kılacak ve yeri cehennem olacaktır.(Mâide, 5/72) buyurulmuştu. Bakara Sûresi’ne (âyet 87 ve 253) bakınız. Böyle iken bunlar bu hak emrinin aksine hareket ederek bir olan Allah’dan başka Rablar da edindiler. Allah’a ve emirlerine karşı geldiler. Kendi nezahet-i sübhaniyyesiyle tenzih O’na, o şirk koşanların şirkinden. Yani, onlar müşriklere benzemekle kalmıyorlar, bilfiil müşriklik de ediyorlar ve Allah’a şirk koşuyorlar. Allah Teâlâ’nın uluhiyetinin şanı ise gerek gizli, gerek açık her türlü şirk şaibesinden uzaktır. O, kendi ezeli nezaheti ile münezzehtir. O’nun zat-ı sübhanisi hiç kimsenin tenzihine muhtaç olmadan, O kendisini, onların açık ve gizli şirk koşmalarından tenzih eyler. Şu halde Allah Teâlâ, onlardan da “berî”dir, onların şirklerinden de.”
(Kaynak: (Elmalı Hamdi Tefsiri (Tevbe/31)

İ Z A H A T :
Âyeti kerimede değinilen şirk mevzusu, Musevi ve İsevilerin Allah’ın emirlerini değilde papazların ve hahamların o zamanki tahrif edilmemiş Tevrat ve İncile ters düşen emirlerine itaat edip vahyi hiçe saymalarıdır.
Bu zamanda ise; hıristiyanların, yahudilerin, budistlerin, hinduların, ateist ve diğer uyduruk dinlere mensup olanların Kuran’a inanmamaları da şirktir.
Bu zamanın Müslümanlarından bazılarınında İslam’a ters düşen şeyhlerin, hocaların veya liderlerin emirlerine itaat edip İlahi vahyi önemsememeleri de şirktir ki mezkür ayeti kerimenin mana kapsamına girer…
Herhangi bir kimseye itaat etmeksizin sırf nefsinin hevasına uyarak Allahu Tealanın emir ve yasaklarına uymadığı için üzülmemek de bu kapsama girer.

Twitter’da paylaş | Facebook’ta paylaş

FAYDALI BİLGİLER KİTABINDAN ALINTIDIR:

SORU: Hadis-i şerifte, Allah’a şirk koşmanın dışında küfre sokan bir günah olmadığı bildiriliyor. Bilindiği gibi, şirkten yani Allah’a ortak koşmaktan başka küfre düşürücü günahlar vardır. O halde, bu hadis-i şerifteki şirk ne demektir?
CEVAP
Şirk
, Allahü teâlâya ortak yapmak, benzetmek demektir. Benzeten kimseye müşrik denir. Küfrün çeşitleri vardır. Hepsinin en kötüsü, en büyüğü şirktir. Bir şeyin her çeşidini bildirmek için, genelde, bunların en büyüğü söylenir. Bunun için, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde bildirilen şirk, her cins küfür demektir.

Bir kâfir, bir kelime-i tevhid söylemekle mümin olduğu gibi, bir mümin de, bir söz söylemekle kâfir olur. Küfre düşürücü söz kullananın imanı gider de haberi olmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Öyle bir zaman gelir ki, kişinin imanı gider de haberi olmaz. Halbuki ondan, gömleğin çıktığı gibi, iman çıkmış olur.) [Deylemi]

Küfre düşenin bütün ibadetlerinin sevapları yok olur, tevbe ederse, geri gelmez, ayrıca, nikahını da yenilemesi gerekir. Tevbe etmek için, yalnız Kelime-i şehadet söylemeleri kâfi değildir. Küfre sebep olan o şeyden de tevbe etmeleri gerekir. Küfre düştüğü şeyleri bilmiyorsa, bilip bilmediğim bütün küfür söz ve işlerden tevbe ettim demesi yeterlidir.

Berika
ve Hadika’da ve Mecmaul-enhür’de diyor ki:

(Erkek veya kadın, bir Müslüman, âlimlerin sözbirliği ile küfre sebep olacağını bildirdikleri bir sözün veya işin küfre sebep olduğunu bilerek, amden [yani tehdit edilmeden, istekle] veya başkalarını güldürmek için söyler, yaparsa, manasını düşünmese dahi, imanı gider. Mürted olur. Buna Küfr-i inadi denir.
Eğer bunun küfre sebep olduğunu bilmeyip, amden söyler, yaparsa, yine mürted olur. Buna Küfr-i cehli denir. Çünkü, her Müslümanın, bilmesi gereken şeyleri öğrenmesi farzdır. Bilmemesi özür değil, büyük günahtır. Küfr-i inadi ve küfr-i cehli ile mürted olanın, nikahı bozulur. Zevcesinden vekalet alarak, iki şahit yanında veya camide cemaat ile (Tecdid-i nikah) yapması gerekir. İkiden fazla tecdid için (Hulle) lazım olmaz. Küfre sebep olan sözü, hata ederek [yani amden olmayıp, yanılarak] veya tevilli olarak veya ikrah [tehdit] edilerek söylerse, mürted olmaz ve nikahı bozulmaz. Küfre sebep olması, âlimler arasında ihtilaflı olan bir sözü amden söyleyen mürted olmaz ise de, bunun tevbe ve istiğfar etmesi ve tecdid-i nikah yapması ihtiyatlı olur.)

(Her iki halde de küfre girenin önceki ibadetleri yok olur. Tevbe ederse, geri gelmez. Zengin ise tekrar hacca gitmesi gerekir. Önce eda ettiği namaz, oruç veya zekâtları kaza etmez. Fakat küfre düşmeden önce yapmadığı ibadetleri kaza eder. Tevbe için yalnız kelime-i şehadet söylemek yeterli değildir. Küfre sebep olan şeyden de tevbe etmesi gerekir. Küfre sebep olan sözü, hata ederek, yanılarak veya tevilli olarak söyleyen veya küfrü gerektirdiği âlimler arasında ihtilaflı olan bir sözü bilerek söyleyen küfre girmez. Fakat tecdid-i iman etmesi iyi olur.)

Kâfir kime denir?
SORU:
Allah’ı inkâr edene kâfir dendiğine göre, Allah’ın varlığına inanan ehl-i kitaba, kâfir denir mi?

CEVAP
Müslümanlığa göre insanlar ikiye ayrılır:

1- Müslüman olanlar,
2- Müslüman olmayanlar.

Müslüman olmayanlara gayrimüslim veya kâfir denir. Kâfirler de ikiye ayrılır:
1- Kitaplı kâfirler [ehl-i kitap],
2- Kitapsız kâfirler.

Hristiyanlarla Yahudiler, kitaplı kâfirdir. Ateist, müşrik, Budist, Mecusi ve daha başka dine inananlar kitapsız kâfirdir. Kitaplı kâfirler de, kitapsız kâfirler de Cehennemliktir.

Kitap ehli kâfirler, yani Hristiyan ve Yahudilerin hepsi Cehennemliktir. Birkaç âyet-i kerime meali:
(Elbette, ehl-i kitaptan [Yahudi ve Hristiyan] olsun, müşriklerden olsun, bütün kâfirler Cehennem ateşindedir, orada ebedi kalırlar. Onlar yaratıkların en kötüsüdür.) [Beyyine 6]

(“Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler kâfir olmuştur. Hâlbuki Mesih demişti ki: Ey İsrail oğulları, Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Bilin ki, Allah, kendine ortak koşana Cenneti haram kılar. Artık onun yeri ateştir ve zalimler için yardımcı yoktur.) [Maide 72]

(Âyetlerimizi yalanlayanlar kâfirdir, onlar Cehennemliktir, orada ebedî kalırlar.) [Bekara 39] (Müslüman olmayanların hepsi, âyetleri inkâr edip kâfir oluyor.)

Şirke de günah denir mi?
SORU:
İslam Ahlakı ve Cevap Veremedi kitabında, yedi büyük günah, (1- Şirk, 2- Adam öldürmek, 3- Sihir, yani büyü yapmak, 4- Yetim malı yemek, 5– Faiz alıp vermek, 6- Savaştan kaçmak, 7- Namuslu kadınlara iftira etmek) olarak bildiriliyor. Niye şirk, büyük günahlar arasında bildiriliyor? Günah ayrı, küfür ayrı değil mi?

CEVAP
Günah veya haram, Allahü teâlâya isyan demektir, onun yasak ettiği şeyi çiğnemek demektir. Bu yasakların en büyüğü elbette şirktir, küfürdür. Onun için şirk, küfür, büyük günahlar arasında sayılıyor. İsyan etmenin en büyüğü demek oluyor. Peygamber efendimiz de, şirki büyük günahlar arasında bildiriyor. Demek ki, haramların içinde şirk de, küfür de vardır. Herkes bu inceliği anlayamıyor. Anlayamayınca da kitaplara kusur buluyor.

Bekir Abdullah 28/08/2013

Loading

19.698 - 1
DİKKAT: Hakaret, küfür, tehdit içeren mesajlarla ilgili gerekli yasal işlemler yapılır. Tüm gönderilerde IP adresleri ve gönderim tarihi sistem tarafından kaydedilmektedir. Soru veya mesaj göndermeden önce nezaket kurallarına dikkat ediniz.

Aşağıdaki formu doldururken isim kısmında takma ad veya rumuz kullanabilirsiniz. İnternet sitesi kısmını boş bırakınız. Gerekli alanlar * ile işaretlenmiştir. Eposta adresiniz yayımlanmaz.

Bekir için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


“Şirk ve Müşrik Nedir?” üzerine 18 yorum.

    1. Ölüm gelmeden önce tövbe edilirse kabul edilir. Ölüm anında tövbe de daha önce iman edilmemişse iman da kabul edilmez.

    1. Allahtan başkasına tanrı diyen şirk işlemiş olur. Allah şirk günahını asla affetmeyecektir İslam ile alay eden münafıkları da dünya ve ahirette korkunç felaketlere düşürecektir.

  1. Bir erkek ailesine özellikle küçük çocuklarına kötü sözleri ve küfür edip ogretiyorsa bunun günahı nedir karısı küfür etme desede daha çok ediyor erkeğe göre küfür güzel birsey ve üstelik çocuk kimden ogrendiyse ilk ona küfür edermiş cocukda ilk babasına ediyor o zaman baba daha çok kızıp gene küfür ediyor peki 5 yaşındaki çocuğun günahı olurmu

    1. Gül hanım. Kast ettiğiniz erkek her kim ise Allah ona hidayet versin. Öyle erkeklere insan diyemeyiz onlar hayvan da değilşdir. Hayvana hakaret etmiş oluruz çünkü. O ucubenin yaptıkları çok büyük bir günahtır. 5 Yaşındaki çocuğa günah olmaz. O çocuğun o sebeple işlediği tüm günahlar o babaya aittir. 14-15 yaşlarına geldiğinde o çocuk, onun işlediği günahlar hem kendisine ve hem de bir ömür boyu babasına yazılır.
      O çocuk sizin çocuğunuz ise, babasından ayrı yerde o çocuğa babasının yaptığının çok kötü şeyler olduğunu, Allah’ın o yapılanlardan hoşlanmadığını, böyle devam edilirse Allah’ın öbür dünyada çok ağır cezalar vereceğini, hatta bu dünya da bile belalar verebileceğini hatırlatınız.

  2. Selamlar, şirk Allah’ın affetmeyeceği devamında kulun tüm amellerini boşa çıkaracak bir zulümdür..Ancak günümüz müslümanları iman ettiklerini zannettilleri ALLAH’ı tüm sıfatlarıyla tanımadıkları için O’nun görevlerini birtakım şahıs grup zümre din adamına vermiş durumdadırlar ve birçoğu bu durumun farkında bile değildirler çünkü kuran okunmamaktadır bir kenara bırakılmış durumdadır …

    1. Aleykümselam Yüksel. Maalesef bugün Müslümanların bazıları cehalet yüzünden küfre ve şirke batmış durumdadırlar. Diğer taraftan da Müslümanları eleştiren bazı ifrat gurupları da haddi aşarak şirk olmayan şeylere de şirk diyerek onlarda batmaktadır. Neyin şirk olup olmadığını temyiz etmek için bu yazıyı yazmak gereğini duyduk o sebeple bu makaleyi yazdık. Vesselam.

  3. Günah başka şirk başkadır. Şirk; Allah’a eş koşmak, Onun dengi ve benzeri başka bir ilahın olduğuna inanmaktır veya insanlardan ve cinlerden bazı kimselerin ilahi güce sahip olduğuna inanmaktır. Günümüzde bir cahil insan her ağzına gelen şeye şirk diyor ve cehenneme batıyor.
    Riya: Gösteriş demektir. Dini ıstılahta riya Allah rızası için yapılan ibadeti kullara beğendirmek için gösteriş yapmaktır. Ya da sırf dünyalık menfaat elde etmek için bazı kimselerin görmesi hoşlanması için ibadet etmektir. Her halükarda gösteriş için ibadet yapmak gizli şirktir.
    İnsanlardan utandığı için onların ayıplamalarından çekinip ibadeti terk etmekte riyadır.
    Siz insanlardan utandığınız için israf yapıyorsanız şirktir.

    1. İmamı Azam hazretlerinin içtihadına göre büyük günahları devamlı işlemek şirk değil, işlenen günahın günah olduğunu kabul etmemek küfürdür.

  4. Bir insanin üzerinde haç görsek fotoğraf olarak bu kisiye hristiyan desek sonrada fotoğrafin sahte olduğunu öğrensek ona kafir dedigimiz icin kafir olur muyuz?

    1. Hayır kafir olmazsınız ama o fotomontajı Müslüman birisinin resmine yapan kafir olur.

    1. Medyumların hiç birisine güvenme! Zira Peygamberimiz buyurdular ki; “Küllü müneccimin Kezzâb” mealen;”Bütün medyumlar yalancıdır.”

Bekir için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et