Eski Şeyh Ferit Aydın Kimdir?

Bismillâhirrâhmânirrahîm
Her hayrın ve şerrin yegane yaratıcısı kendisinden başka İlah olmayan Allahu Tealadır. O’nun eşi ve benzeri ve dengi yoktur. Herkese kuvvet ve hayat veren O’dur.  

Eski Şeyh Namı ile Mezkur Ferit Aydın Kimdir?
Güneydoğu’da babadan oğula kalan aşiret liderleriğine çoğunlukla “şeyh diye hitap edilir. Bu tür şeyhliğin gerçek Tarikat Şeyhliği ile hiç bir alakası yoktur. Şeyhlikten istifa ettiğini söyleyen Ferit Aydın denilen şahsın şeyhliği de işte bu türdendir. Bu adamın yüce Nakşibendi Tarikatı Mürşitler silsilesi ile hiçbir bağlantısı bulunmamaktadır. Zira bu şahsın tasavvufun deruni ilmine vakıf olduğuna dair en küçük bir emaresi dahi bulunmamaktadır.

Büyük sahabi Ebu Hureyre (r.a.) hazretlerinin “Ben Rasulullahtan üç ilim aldım. Birisi şeriat ilmidir onu herkese öğrettim. İkincisi ledün (Tasavvuf) ilmidir onu ehline öğrettim. Üçüncüsü ise hakikat ilmidir ki, onu size anlatsam anlayamazsınız da boynumu vurusunuz.” diye belirttiği ledünni ilim, Peygamber Efendimizden silsile yolu ile sahabelere, onlardan tabiine ve onlardan da tasavvuf ehli mürşidi kamillere geçerek silsile yolu ile günümüzün gerçek mürşidi kamillerine kadar ulaşmıştır…Bunu yaşamayanlar bilemez. Yaşamak içinde nefsi tezkiye kalbi tasfiye lazımdır.
Tasavvuf ilmi alan gerçek şeyhin keşfi açık olur. Keşfi açık olan kimsenin ledünni ilmi olur. Ledün ilmine vakıf olanların basiretleri açık olur. Basireti açık olanlar ise Arşı, Semavatın sırlarını, Kürsiyi ve bazı melekleri gönül gözü ile görür ve İlahi nurları temaşa eder de, Allah aşkından geceleri gündüzleri bir olur..
Bu şahıs böyle bir keşif ilmine sahip olsaydı tasavvufu inkar edebilir miydi..? Tasavvuf büyüklerine hakaretler yapıp “Ben şeyhlikten istifa ettim” sözünü söyleyebilir miydi..? Zira şeyhliği, Allah’ın Rasulü ruhen hayatta olan mürşidin yanına teşrif edip onun manevi halifesine verir. Gerçek manada bir şeyh Rasulullahın verdiği şeyhlikten nasıl olur da istifa edebilirmiş..?
Müstafi Şeyh Ferit Aydın’ın, kendisine ait veya onu destekleyen bir internet sitesinde(is.kt.):
     “
Nakşi Şeyhi Ferit Aydın (Eski Nakşi Şeyhi iken Muvahhidliği seçen Ferit Aydın)” Kuşaklar boyu Nakşibendî Tarîkatı’nın liderliğini yapmış olan bir ailenin çocuğu olarak 1945’de Muş’ta dünyaya geldi. «Güneydoğu»’da Şeyh’ul-Hazîn  adıyla ünlü bir şeyh ailesinden gelen ve “beşik şeyhi” sayılan AYDIN , yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra aile geleneğine uyarak 1968 yılında özel tasavvuf terbiyesi aldı ve şeyhlik makamına getirildi…” şeklinde söz eder.
      Yukarıda geçen müstafi şeyh hakkındaki; Eski Nakşi Şeyhi iken Muvahhidliği seçen Ferit Aydın ifadesi, hem Şeyhin kendi öz geçmişini ve hem atalarının durumunu müşrik olmakla itham etmektedir. Zira, muvahhidliğin zıddı, müşrikliktir… Bu ifadenin yorumunu, destekçilerinin bu sözlerine karşı sessiz kalan Müstafi Şeyhin kendisine bırakıyoruz.
Yukarıdaki malum ifadeye göre bu şahıs, aile geleneğine uyarak sözde, özel tasavvuf terbiyesi alarak şeyhlik makamına getirilmiş. Sözde diyoruz zira, aynı yazının alttaki ifadesiyle bu özel terbiye işi çelişmektedir; Yazar, özellikle tasavvuf hakkında yaptığı araştırmalar sırasında mistisizmin İslâm inancı üzerinde yaptığı yıkıcı etkileri fark etti. Bunun sonucu olarak 1975’te tasavvuf ve tarikatlara ilişkin kanaatleri değişti ve çok geçmeden şeyhlik makamından çekilerek Nakşibendî Tarikatıyla ilişkisini tamamen kesti…”
      İslam Tasavvufunun Rasulullah’ın ahlakı ile ahlaklanmak olduğunu bilmeyen bu kimseler ; Mistizm denilen hırıstiyanlıkla  İslam tasavvufunu birbirine karıştırmaları sebebiyle,  beşik şeyhinin tasavvufun yıkıcı etkilerinden kurtulmak için şeyhlikten ve tasavvuf terbiyesinden istifa etmiş olduğunu övünerek belirtmektedirler. Aynı yazı şöyle devam etmektedir: “Buna bağlı olarak, İslâm tarihinde son 800 yıldır yaşanan çöküşün nedenleri arasında tasavvuf ve tarikatların önemli rolü bulunduğunu tahmin eden yazar, bu doğrultuda giriştiği araştırmalarını uzun yıllar sürdürdü. Bu çalışmaların bir ürünü olarak 1996 yılında «Tarikatta Râbıta ve Nakşibendîlik» adı altında bir eser yayınladı. “
Üstteki ifadelerden bu şahsın İslam tarihinden haberi olmadığını anlıyoruz. Zira, son 800 yıl geriye gidildiğinde Türklerin, bir çok imparatorluk kurdukları ve dünyaya hakim olarak, İslamiyeti Sahabelerden sonra en mükkemmel bir şekilde yaşadıkları devirlere rastladığını bilmemektedir.
     Malum şahsın Nakşibendi Tarikatı, Mürşid-i Kâmiller ve Türkler hakkında sarf ettiği uygunsuz ve yakışıksız iddiaların , çürük ve asılsız olduğu bu yazımızda görülüp bilinecektir.

      Sözde şeyhlikten istifa eden Eski Şeyh namındaki bu şahsın, internette yayınladığı bir video kasetinde şöyle diyor: Bu Nakşilerin bağlılığı pamuk ipliği iledir. Benim nakşi şeyhliği yaptığım zamanlarda bir çok müridim vardı. Ben şeyhliği bırakıpta gerçekleri onlara açıkladığım zaman, iki müridim hariç hepsi beni terk ettiler”diyor ve: ” Bu iki müridimden bir tanesi bana  çok bağlı idi. Ben kendisine; “Sen benim için ne yaparsın?” dediğimde Bana: “ Sen kafir olursan bende  kafir olurum.” dedi, diyor ve; “O müridim şimdi vefat ettidiyor ve karalamalarına devam ediyor. Bu sözlerin akabinde sözü geçen müridini herhangi bir şekilde uyarmadan, o küfrü açık kimseyi kendisinin sadık bir müridi  olduğunu övünerek methü sena edip onun küfrüne rıza gösteriyor.

     SORU: Küfre rıza küfür olur ne demektir, küfre rıza nasıl olur?

   CEVAP: Küfre rıza; bir Müslüman’ın kâfir olmasını veya kâfir olarak ölmesini istemek, yahut kâfirin küfrünü beğenmek demektir. Bunları istemek küfür olur. (Fetavel-Haremeyn)
Küfre rızanın küfür olduğunu Allah (celle celaluhu) bir ayetinde şöyle buyuruyor, mealen:

   “Allah size kitapta: “Allah’ın ayetlerinin inkar edildiğini yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman onlar bundan başka bir söze dalıncaya kadar onlarla oturmayın” diye bir hüküm indirmedi mi? Aksi halde siz de onlar gibi olursunuz. Elbette Allah münafıkları ve kafirleri cehennemde bir araya toplayacaktır.” (Nisa: 140)
      Bu ayette, küfre dalanlara karşı mü’minlerin nasıl bir davranış göstermesi gerektiği sanırım anlaşılmıştır. Başkasının küfür halini övgüyle yad eden bir kimsenin durumunun y
orumunu ise, iman sahibi şuurlu mü’minlere bırakıyorum…

       Bu şahıs, Türklerin İslamı kabulu ve dini inançları hakkında şöyle diyor
Türkler’in İslama geçişinde çok büyük yanlışlıklar yapıldı, Türkler İslamiyeti Araplar’dan değilde, İranlılardan aldı”diyor ve; “Türklerin İslam Dinine dair inançları Şamanizm ve Budizm’den etkilenmiştir.” diye ilave ediyor.         

      Sanki sahabelerden sonraki bir çok Arapların dini inançları çok düzgünmüş gibi Türkleri, İslamı İranlılardan almakla eksik buluyor ve Türkler hakkında yukarıda belirttiği çirkin ve yakışıksız sözleri ile, Türklerin dini inancını karalıyor ve Türk milletini putperestlikle itham ediyor. Halbuki Türklerin büyük çoğunluğu İmam-ı Azam’ın yetiştirdiği alimler silsilesinden Türk asıllı İmam-ı Maturidi gibi büyük alimlerden dinlerini öğrenmişlerdir. İmam-ı Azam hazretleri ise üvey babası, hz. Ali’nin torunlarından İmam Caferi Sadık hazretlerinden dinini öğrenmiştir.
Sözde Eski Nakşi Şeyhinin övdüğü Arapların arasından Mürciye, Mutezile, Cebriye, Kaderiye, Hariciye ve Vehhabilik gibi bir çok sapık mezhepler çıkmıştır. Mason din adamları da, Mısır Arapları arasından çıkmıştır.  Oysa ki
Türkler, dünyada büyük imparatorluklar kurmuş ve  İslam dinini çok güzel yaşamış bir millettir. Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Timurlular, Memluklüler, Babürlüler ve Osmanlılar, itikatta ehl-i sünnet yolunu kabul etmiş ve büyük bir titizlikle yaşamlarında bunu tatbik etmişlerdir. Peygamberimizin(s.a.v.) İstanbul’un fethine dair: ” O ne güzel asker , O ne güzel kumandan”  övgüsüne mazhar olmuş necîb bir millettir.
       Eski Nakşi Şeyhi ünvanlı bu adam, Türklerin İslama girmeden önce dahi putlara tapmadığını bilmez gibi, 1000 yıldan beri İslamın bayraktarlığını yapmış bir milletin putperestlikten kurtulamadığını ima etmeye çalışıyor.
İslamiyet ile Budizm inancının  arasındaki farkı 5 yaşındaki bir çocuk bile anlayacak durumda iken; Türklerin inancını Budizm’in Mahayana mezhebine yakın buluyor. Allah, Peygamber, Vahy ve ahiret inancını inkar eden bir putperstlik inancı olan Budizmi, Türklerin temiz ehl-i sünnet inancıyla birbirine  karıştırmaktan çekinmiyor. Allah’ın kendisinden hesap soracağını hiç düşünmeden, yalan ve iftira dolu mesnetsiz sözler sarf ediyor.

      Türklerin büyük çoğunluğu itikatta Maturidi, amelde Hanefi Mezhebine inanmış,  İslam dininin vecibelerine  inanarak uygulamaya çalışmış bir millettir. Haçlıların önüne büyük bir set olmuşlar ve hırıstiyanları birinci dünya savaşına dek Ortadoğu’ya bastırmamışlardır. Osmanlıdan sonra aynı din ve aynı milletten olan  Sözde Şeyhin çok övdüğü Araplar, birbirlerini yemeye ve bölük pörçük olup bir avuç yahudi ile başa çıkamamışlardır. Zinhar burada ırkçılık yaptığımız anlaşılmasın. Zira bu tür yanlışlıklardan Arapların iyilerini müstesna tutarız.
       Aşiret Şeyhi, necib atalarımızın İslamiyeti İranlılardan aldığını söyleyerek bilgisizliğini izhar ediyor. Zira, İranlılar şii mezhebinden olup, bizim atalarımız Türkler ise takribi olarak; % 90 ile ehl-i sünnet mezhebi mensuplarıdır. Bin yıldır da yaptıkları ve yaşadıkları Osmanlı, Selçuklu, Gazneliler, Memluklüler, Eyubiler, Baburlüler, Timur Oğulları, Kırım Hanları ve niceleri ile dünyayı  adaletle yönetmişlerdir. Binlerce veliler ve alimler yetiştirmişler, bu mezhebin, yani Ehl-i Sünnet İtikadı Mezhebinin İmam-ı da, büyük Türk alim ve velisi, İmam-ı Maturidi(k.s.) hazretleridir. Bu adam, İranlıların şii mezhebi ile budizmin bir kolu olan şamanistliğin karışımı etkisinde kalan bazı alevi Türkmenlerle, ehli sünnet olan sünni Türkleri birbirine karıştırmaktadır.

      Büyük Türk ve İslam alimi İmam-ı Maturidi hazretleri ile ilgili kısa bir bilgi :

      “Bugünkü Özbekistan’ın Semerkand şehri yakınındaki Matürid mahallesinde doğmuştur . Matüridî’nin asıl adı “Ebû Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud el-Hanefî Alemü’l-Hüda el-Mütekellim el-Matürîdî es-Semerkandî”dir. Türk kültür muhitinde yetişen ve en çok Türkler arasında isim olarak bilinen fakat görüşleri kısmen de olsa ihmal edilen Türk din bilginidir.

        İmam-ı Matüridî, Ebu Hanife’nin yolunu izlemiş, ölümüne kadar Ehl-i Sünnet çizgisinden ayrılmamıştır.  Doğum tarihi Miladî 863’dür. Ölüm tarihi ise çeşitli kaynaklarda Hicrî 333, Miladî 944 olarak geçmektedir. Cenazesi Semerkand’ın Cakerdîze mahallesindeki bilginlerin gömüldükleri mezarlığa defnedilmiştir. 2005 yılında kabri üzerine türbe yaptırılmıştır.” (Rehber Ansiklopedisi)

 

       Sözde Şeyhin, Nakşibendi Tarikatına Attığı İftiralar :

Nakşibendi Tarikatı Budizme dayanıyor. Kökü yoktur, Budizmin Mahayana Mezhebinin dönüştürülmüş şeklidir.”diyor

      Budizm ve Mahayana Mezhebi nedir? Bu hususta kısa bir bilgi arzediyorum:
Budizm’in dört kolu; Hiyana ve Mahayana, Vajrayana ve Karuna :
Hinayana; “(küçük taşıt) adı da verilen Theravada Budizmi (eskilerin yolu), bireyleri bu Dünya’nın sıkıntı ve ızdı­raplarından kurtarmayı amaçlar.  Buna göre, acı çekmekten kurtulmanın tek yolu, yaşamdan el etek çekerek, Nirvana‘ya ulaşmakla elde edilebilecek olan ahlak yetkinliğidir.”
Mahayana Budizmi; (büyük taşıt),” bireyden çok tüm insanlığı, yani bütünü dikkate alır. Bu anlayışa göre, büyük borç gerçekte tüm insanlığa hizmet ettikten sonra ödenmiş olacaktır ve bireyin yalnızca kendisini kurtarmasının hiçbir önemi yoktur.”
Vajrayana; “üçüncü büyük mezhep olan Vajrayana, Mahayana’dan türemiş tantrik bir okuldur. Felsefî açıdan Mahayana’dan çok farklı değildir ancak uygulamada yepyeni yöntemler ekler.”
Karuna; “adı verilen Budist merhamet anlayışı da tüm okullarda ortaktır.
Bütün Budist mezhepler “yeniden doğum” (reankarnasyon) ve karma inançlarını kabul eder. Bundan başka bütün Budist mezhepleri ve okulları Dört Yüce Gerçek, Sekiz Aşamalı Asil Yol, 12 halkalı nedensellik yasası gibi temel Budist öğretileri kabul eder.” 
(The Fre Encyclopedia)

       8. İDDİA:      Tarikatın Önemli Terimleri:    Tasavvuf terimlerinin tamamı Nakşibendilikte de kullanılır. Şu var ki Nakşîlik hemen bütünüyle Budizm’in temeli üzerinde kurulduğu için kavramlarının çoğunu bu dinden almıştır. Fakat Hint kökenli, teorisyen Nakşibendi rûhanileri bu kavramları Sanskritçe’den Arapça’ya ve Farsça’ya çevirmişlerdir. Bunların bazıları, karşılıklarıyla birlikte şöyledir: Yoga: Râbıta, Çitta: Hûş der dem, Mantra: Wird(Virt)  Vritti: Masiva, Nirvana: Fenâfillâh, Samadhi: Rabıta-i telebbusî, Upanişad: Seyr-u Sülûk adabı, Penc Prana: Letaif-i Hamse. Lefaif-i Hamse( Beş Latife): 1. Upana: Kalp  2. Prana samana: Ruh   3. Apana: Sır   4. Sushumna: Khafiy(Hafi)    5. Pingala: Akhfa (Ahfa)” (Ferit Aydın)

       8. İDDİAYA CEVAP:

      1-Yoga; zihindeki dalgalanmaları durultan, zihni ve ruhu dinlendiren vücuda enerji akışı sağlayan sistemdir. (The Fre Encyclopedia)

      Rabıta Nedir? Ruhunu ve nefsini her türlü kötülükten arındırmış bir Allah dostu kamil ve mükemmil bir zâtın gönül aynasına yansıtılan marifetullahı ve İlahi nurları, baş gözünü kapayarak gönül gözü ile gözler kapalı olarak seyretmek için kurulan manevi bağlantıya RABITA denir.  (İslam Dergisi-Rabıta)

      Yoğa ve Rabıta Karşılaştırması : Yoğa da amaç ve hedef,  kişinin dünyevi sıkıntılarından kurtulmasıdır. Rabıtada ise amaç ve hedef, Allah’ın rızasını kazanmak için mürşidi vesile ederek ruhun ve nefsin temizlenmesini sağlamaktır.
Rabıtayı Hinduların Yogasına benzeterek Nakşibendi Tarikatının Budizm ve Hinduizm’den  alındığını iddia eden çarpık zihniyet aslında, ne Nakşibendi tarikatını, ne de Budizm ve Hinduizm’i tam olarak tanımadığı, benzetmeye çalıştığı Hintçe ve Sanskritçe  kelimelerin anlamları ile Nakşiliğin esaslarını oluşturan kelimelerin anlamları karşılaştırıldığında bu durum gayet net olarak gözükmektedir. Burada görüldüğü gibi Nakşibendi Tarikatında uygulanan rabıtanın Hinduizm ve Budizm’le en küçük bir ortak yönü dahi bulunmamaktadır. Bilakis rabıta; “Salihleri hatırlamak Allah’ın rahmetine vesiledir.” Hadisi şerifi ve Ebu Bekir ve İbni Abbas gibi sahabeler ve Veysel Karâni gibi Tabiinin büyüklerinin rabıta yaptıklarına dair sahih senetlerle sabittir. (Tarikatlar ve Fetvalar)

2- Çitta Nedir? Zihin anlamındadır. (The Fre Encyclopedia)

     Hûş Der Dem Nedir?“Her alınan ve verilen nefeste manen uyanık bulunmaktır. Nefes alıp verirken Allah’tan gafil olmamaktır. Bu halin dini dayanağı; Kur’an’da birçok ayette geçen Allah ismi şerifinde bulunan”hâ” harfi gizli kimliğe işaret eder. Dolayısı ile her nefes alıp vermede kişi Allah’ın adını anmış olur. Bunu bilinçli olarak yapmaya ise Huş Der Dem denilir.”  Nakşibendi büyüklerinin Hinduların dilinde “zihin” anlamına gelen çitta’yı alıp “huş der dem” yaptıklarını  savunmak , hem cahillik, hem de başkalarını ahmak yerine koymaktan başka nedir?  Zira, çittanın anlamı zihin, huş der demin anlamı ise, Allah’tan gafil olmamaktır.

3-Mantra
: Sanskiritçe  mantra kelimesinin karşılığı düşünmek, dini hece veya şiirdir. ((The Fre Encyclopedia)

      Vird: Arabça bir kelimedir. Îtiyat halinde nafile olarak devamlı yapılan ibadet, tesbih ve dualardır. Çoğulu evrattır. (Dini Terimler Sözl.) Görüldüğü gibi Mantra ve vird arasında asla bir benzerlik bulunmamaktadır. Benzerlik kurup Hinduizm veya Budizmden alıntı olduğunu savunanların akıllarında şaşılık olmalıdır. Zira, bunun başka bir izahı olamaz.

      4- Vritti: Dalgalanma, değişim ve oluşum anlamındır. (The Fre Encyclopedia)

      Masiva: Allahu tealadan başka her şeydir. Masiva “mahluk” demektir. Akla hayale gelen düşünülen, görülen her şey masivadır. (Dini Terimler Sözl.) Masivanın Hinduizm veya Budizmin vrittisinden alındığını iddia etmekte en az öbürleri kadar saçma ve batıl olduğu ortadadır.

5- Nirvana: Ölümden sonra değil, yaşarken yapılabilecek ruhsal bir aşamadır. İstek ve acıların bitmesidir. (The Fre Encyclopedia) İmam-ı Rabbani hazretlerine göre ise, Nirvana; nefsin sefasına ermektir. ( Mektubât-ı İ. Rabbani) Bu aşamada da acılar biter. Nefsin kötülükleri havuzun suyundaki çamur gibi dibe çöker. Dıştan bakan suyun yalancı berraklığına aldanarak havuzu(kalbi) temiz zanneder. Halbuki çamur dibe çökmüştür. Yani; nefis pusuya yatmış kaplan gibidir.

       Fenafillah: Kalbi ve nefsi bütün kötülüklerden temizledikten sonra Allahu tealadan başka her şeyi unutup, Allah’ın varlığının gerçek varlık, kendisi ve diğer mahlukların varlığının ise gölge varlıklar olduğunu aynel yakin bilip, hakkel yakin olarak ruhunda hissetmektir. (Dini Terimler) Nirvana mahlukta yok olmaktır fenafillah ise Allah’ta yok olmaktır. Bu ikisini birbirine benzetip; “fenafillah nirvanadan alıntıdır.” demek ise, sadece kasıtlı bir yalandır. Sadatlara bir iftiradır.

       6- Samadhi: Zihinsel konsantrasyon manasında bir terimdir. Kaynak: (The Fre Encyclopedia)

       Rabıta-i telebbüsi: Sufi olan kişinin rabıta yaparken kendisini rehber üstadının şeklinde ve kıyafetinde görmesidir. Kaynak: (Dini Terimler ) Samadhiyi, Rabıtai telebbüsiye benzetmenin, mesnetsiz ve desteksiz birer yalan olduğunu üstteki karşılaştırma apaçık göstermektedir.

       7- Upanişat: Yanı başında oturmak anlamını taşımakta olup, Hinduizm’in felsefi ve daha çok mistik yapıdaki kutsal kitaplarıdır.  (The Fre Encyclopedia) “Yaklaşık olarak M.Ö. 800–500 yılları arasında yazıya geçirilen Upanişad metinleri, Hindu kutsal kitabı Vedaların son bölümü olan ve Tanrı bilgisini oluşturan Sama Veda olarak bilinir. “ (mopsy)

       Seyr-i Süluk Adabı: Tasavvuf  Yolunda  ilerlemek olup, seyir ve süluktan maksat, nefsi kötü huylardan ve çirkin sıfatlardan temizlemektir.  (İmam-ı Rabbani (k.s.) Nakşibendî seyir sülukünün  hinduizmin kutsal bir kitap saydığı upanişattan aldındığını  iddia etmenin, görüldüğü gibi desteksiz atmaktan başka bir şey olmadığı gayet aşikar olarak gözükmektedir.

      8- Penç Prana: Penç Farsçada beş demek olup, prana ise; yaşam gücü, sıcaklık, biyokimya enerji, sinirsel enerji anlamlarındadır. (The Fre Encyclopedia) Penç Pranaya kısaca; “beş biyokimya enerji” denilebilir.

       Letaif-i Hamse, Arapçada beş latife anlamındadır. Letaif, latifenin çoğuludur.
Latife nedir? Latîfe; Gözle görülmeyen. Maddeli, zamanlı ve ölçülü olmayan ruhla ilgili ruhun açılımlarıdır. Bunun insanda bulunan bölümüne letaifi hamse, madde aleminin dışında olan aslına ise, Alem-i Emr denilir. İnsanda bulunan bu latifeler; kalp, ruh, sır, hafi ve ahfadır. (İmam-ı Rabbani hz.)
Beş Letaif’in, Hinduizm’in Penç Prana‘sından alındığını iddia eden Müstefi Şeyh Ferit Aydın’ın, Beş Letaif’le ilgili aşağıya nakledin şu hadis-i kutsiden belli ki, bilgisi yok:
-“ Elâ inne filcesedi kalben ve filkalbi füâden ve filfüâdi sirran ve fissirrı hafiyyen ve filhafiyyi ehfâ ve ene filehfâ.” Meali:
-“ Dikkat edniz, cesette bir kalb vardır, Kalbin içinde bir füad(ruh), füadda dahi bir sır vardır. Sırda hafi, hafide dahi ahfa vardır. İşte ben ahfadayım.” (Hadis-i Kudsi El-ithafatüs-Seniyye fi’l-Ehadisi’l-Kudsiyye)

     MÜSTÂFİ ŞEYHİN TASAVVUF HAKKINDAKİ MESNETSİZ SÖZLERİNE CEVAB:

Tasavvufta Allah’ı Zikir: Şeyhlerin taliblere zikir telkin etmesi Kur’an, Sünnet ve İcma ile sabittir. İşte delili: Kur’an’da zikir, mealen:
” Ne ticaret ne de alışveriş onları Allah’ı zikirden, namaz kılmaktan, zekat vermekten alıkor
.” (Nur s.ayet 37)  Hadis-i şeriflerde zikir; İmam-ı Ahmed İbn-i Hanbel hz.leri meşhur Müsnedinde (Bu Müsned; Rasulullahın hadislerini ihtiva eden sahih bir hadis kaynağıdır.) şu rivayete yer verir:
-” Rasulullah(s.a.v.) eshabına hem tek olarak, hemde toplu olarak zikir taliminde bulunmuştur. Hz.Ali’den sahih bir senedle şöyle nakledilir: “Hz.Ali(r.a.) kulları Allah’a en kestirmeden götüren yolu peygamber(s.a.v.) efendimize sorunca, O şöyle cevap verdi:” Ey Ali yalnızken ve tenhada iken, Allahı zikret diye buyurdu.

      Tarikat Nedir?
Tarikat, kâmil ve mükemmil bir rehberin gözetiminde nefsi kötülüklerden temizleyip ruhu, öte alemleri algılayıp yansıtacak saf ayna haline getirerek imanı taklitten kurtarıp aynel yakîne kavuşturarak, dinde ihlası elde ediş yoluna denir. 

İslami tarikatlar gerek Naşibendi, gerekse Kadiri ve sair tarikatlar olsun, Kur’an ve Sünneti hayata tatbik etmekten başka bir yol değildir. Bugüne dek  hangi hak tarikat dört hak mezhebin dışında bir yol edinmiştir? Yok böyle bir şey, olamazda. Varsa bunun dışında bir yol, o yol şeytanın yoludur. Eğer ki; “Mademki siz Kur’an ve sünnete göre amel ediyorsanız, şu halde tarikata ve mürşide ne gerek var?” denilirse, cevap şu olur; Gideceğiniz adrese, yolu bilen kimse ile mi, yoksa kendi kendinize mi yola çıkarsanız, varılacak adrese daha kolay ulaşırsınız?  Rehbersiz kasap dahi olunmazken, ebedi hayatımızın istikbali ihmal edilebilir mi?
İmanda aynel yakîn, hakkel yakîn mertebelerine ulaşarak Allah’ın emirleri ve O’nun Rasulünün sünnetlerini severek yapmanın tarikat olduğundan haberi olmayan tasavvuf cahili bir kimse, putpereslik ve reenkarnasyon inancı üzerine kurulu olan Budizm ile İslami tarikatları birbirine karıştırmak çukuruna düşmüş bulunmaktadır. Budizm’de, Allah, Peygamber ve vahiy inancı yoktur. Ahiret, cennet, cehennem ve hesap vermek inancıda yoktur. Budistlerin “Nirvana” dedikleri, maddede yok olma mertebesinden başka bir amaçları da yoktur. Onun amacıda kişinin şu fani dünyada acı çekmesinden kurtulması için yapılır. İmamı Rabbani hazretlerinin buyurduğu gibi; onlar sadece nefsin sefasına kavuşurlar. Ahirette ise hüsran ve cehennemdedirler.

      Nakşibendiliğin Kökü:
Eski Şeyh Nakşiliğin kökünün olmadığını söylüyor. İşte Nakşi Tarikatının kökü:
Nakşibendi Tarikat-ı Âliyesinin temeli şu üç mürşidler silsilesi ile Allahın Rasulü(s.a.v.) efendimize  bağlanır:
Birinci Silsile: Allahın Rasulü Muhammed Mustafa(s.a.v.)efendimizden Hz.Ali’ye(r.a), O’ndan Hz.Hüseyin(r.a.), O’ndan İmam Zeynel Abidin(k.s.),   O’ndan İmam Muhammed Bakır(k.s.), İmam Cafer sadık(k.s.), Ondan Musa Kazım(k.s.), Ondan İmam Ali Rıza(k.s.), Ondan Maruf-u Kerhi(k.s.),

      İkinci silsile: Hz.Ali’den hasan-ı basri’ye, Ondan Habib-i Acemi’ye Ondan, Davud-i Tai’ye, ondan Marufi Kerhi’ye Ondan Sırrı Sekati(k.s.), Ondan Cüneydi Bağdadi(k.s.), Ebu Ali Ruzbari(k.s.), Ondan Ebu Ali Katib(k.s), Ondan Ebu Osman Mağribi(k.s.), Ondan Ebul-Kasım Gürgani(k.s.), Ondan Ebu Ali Farmidi(k.s.)

      Üçüncü silsile(Altın Silsile): Rasulullah(s.a.v.) efendimizden Ebu Bekir Sıddık (r.a.) efendimize, Ondan Selamı Farisi(r.a.) efendimize, Ondan Ebu Bekir Sıddık ‘ın torunu Kasım(k.s.), Ondan İmam Cafer-i Sadık efendimize, Ondanda üveysi olarak Beyazidi Bistami(k.s.) hazretlerine, Ondanda üveysi olarak Ebul Hasan Harkani(k.s.) hazretlerine, Ondan Ebu Ali Farmidi(k.s.) hazretlerine intikal eder.

      Dikkat edilirse birinci silsilenin mürşidi İmam Ali Rıza hz.leri ile, ikinci silsilenin mürşidi Davud-u Tai hazretlerinden Marufu Kerhi hz.leri irşad icazetini aldıktan sonra, her iki yol kendisinde birleşerek sonraki mürşidlere silsile yolu ile  Ebul-Kasım Gürgani(k.s.) hz.lerine ve Ondan da    Ebu Ali Farmidi hazretlerine intikal ediyor. Ebu Ali Farimidi hz.leri  ise 3. Silsilenin mürşidi Ebul Hasan Harkani hz.lerinden de o yolun icazetini alarak her üç silsilenin feyzi  cem olarak kendinden sonraki mürşidlere intikal ediyor. Ebu Ali Farmidi hz.lerinden Yusuf Hemedani hz.lerine, Ondanda Abdul Halık Gucdevani hz.lerine, Ondanda malum silsile Şah-ı Nakşibenten İmamı Rabbaniye ve Halidi Bağdadiye kadar, ondanda zamanımızda yaşayan gerçek mürşidi kamil ve mükemmillere kadar uzanmaktadır.
Görülüyorki bu silsile hiçbir kopukluğa uğramadan Rasulullah(s.a.v.) efendimize kadar uzanmaktadır. Bu iftiracı aşiret şeyhinin “kökü yoktur” sözünün burada asılsız olduğu açık bir durumda sergilenmiştir.

     “ALLAH, ALLAH” diye yapılan Zikir:
Eski Şeyh Ferit Şöyle söyleniyor: Evet efendim, Allah, Allah diyerek zikretmek bidattir.”
Cevap:
Âl-i İmran S. Ayet: 191 mealen: “O akıl sahipleri) öyle kimselerdir ki, ayakta, oturdukları halde ve yanları üzere (yaslanmış) oldukları halde Allahu Teâlâyı zikrederler ve göklerin, yerlerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler.”
Ahmed bin Hanbelin Müsned’indeki bir Hadis-i Şerifte mealen:”Yeryüzünde “Allah, Allah” diye zikredenler yaşadıkları sürece kıyamet kopmaz.”
Allah’ın Rasulu  (salat ve selam üzerine olsun) “Allah, Allah” diye zikrin yapılacağını buyuruyor, bu şeyhlikten istifa eden adam ise; “böyle zikir yapmak bid’attir” diyor. Bu adamın bu hadisi şeriflerden galiba haberi yok. Ki, öyle olduğu durumundan belli.  Peygamber (salat ve selam ona olsun) Efendimizin hadislerinden haberi bile olmayan adamlar çıkp bir fikir atıyor meydana ve etrafında bir topluluk oluşuyor. Bu çok vahim bir durumdur. Bu durumlardan zamanımızın müslümanlarının bir çoğu dünyaya fazla dalmalarından dolayı, din ilimlerini ne kadar ihmal edip bilgisiz kaldıklarını esefle anlamaktayız.

        HATME-İ HACEGAN:
Şeyhlikten istifa etmiş şahıs, Hatmi Haceganın sünnette yeri olmadığını söylüyor. İşte Hatme-i Haceganın sünnetteki delili :
Ahmet bin Hanbel, Şeddat bin Evs’ten(r.a.) sahih bir hadis-i şerif kaydı ile şöyle rivayet eder:
Biz Rasulullah’ın (s.a.v) huzurunda idik, O: “Aranızda hırıstiyan, yahudi ya da şeriatın esrarına vakıf olmayan yabancı birisi varmı?” deyince , biz de: “Yoktur ey Allahın elçisi dedik. Bunun üzerine efendimiz kapının kapatılmasını emretti. Bundan sonra tevhid zikri  yaptık ve dua ile bitirdik..” 

 

Büyük Veli ve Alim İmamı Rabbani hakkında:

 Ferit Aydın ve İmamı Rabbani Hazretleri  

 

BUDİZM VE HİNDUİZM HAKKINDA BİLGİ İÇİN TIKLAYINIZ:
Budizm ve Hinduizm

FERİT AYDINCILARA REDDİYE İÇİN AŞAĞIDAKİ ADRESİ TIKLAYINIZ:
http://www.islamdergisi.com/genel/mustefi-seyh-ferit-aydinin-naksibendilik-budizmden-gelmistir-adli-yazisina-reddiye/

 

 

 

Loading

4.582 - 1
DİKKAT: Hakaret, küfür, tehdit içeren mesajlarla ilgili gerekli yasal işlemler yapılır. Tüm gönderilerde IP adresleri ve gönderim tarihi sistem tarafından kaydedilmektedir. Soru veya mesaj göndermeden önce nezaket kurallarına dikkat ediniz.

Aşağıdaki formu doldururken isim kısmında takma ad veya rumuz kullanabilirsiniz. İnternet sitesi kısmını boş bırakınız. Gerekli alanlar * ile işaretlenmiştir. Eposta adresiniz yayımlanmaz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


Bir yanıt yazın