İmam-ı Rabbani Hazretleri Ve Abdulaziz Bayındır

      İmam-ı Rabbani Ahmedî Farukî Serhendî(kaddesallâhu sirruh) hazretleri, Hindistan’da yetişen en büyük veli ve âlimlerdendir. Ariflerin ışığı, velilerin önderlerinden, ehl-i sünnetin sevdalısı, mutasavvıfların baştacılarından, müceddid, müctehid ve İslam âlimlerinin gözbebeğidir.
      İnsanların itikad, ibadet ve Ahlak hususunda doğruyu öğrenmelerini, öğrendikleri bu bilgiler ile amel etmelerini sağlayan, insanları Allahü teâlânın rızasına kavuşturmak için rehberlik eden ve kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen mürşidler silsilesinin yirmi üçüncüsüdür. Hicri ikinci bin yılının müceddidi (yenileyicisi) olmasından dolayı “Müceddid-i elf-i sani”, ahkam-ı İslamiye(şeriat) ile tasavvufu birleştirmesi sebebiyle, “Sıla” ismi verilmiştir. Hazret-i Ömer’in(radıyallahü anh) soyundan olduğu için ,”Faruki” nesebiyle anılmış, Serhend şehrinden olduğu için de oraya nisbetle, “Serhendî” denilmiştir. Bütün bu vasıflarıyla birlikte ismi, İmam-ı Rabbani Müceddid-i elf-i sâni Şeyh Ahmed-i Faruki Serhendî’dir.

     İmam-ı Rabbani(kaddesallahu sirrahul akdes) hazretlerinin yetiştirdiği halifeleri vesilesi ile bugün; Hindistan, Pakistan, Afganistan, Malezya, Endonezya vs. ülkelerindeki ehli sünnet itikadında olan müslümanların sayıları bir milyara ulaşmıştır. İmam-ı Rabbani hazretleri ehli sünnet yolunda vermiş olduğu büyük hizmetler sebebi ile Müceddid-i Elf-i Sani olduğunu teyid ettirmiştir. “Ayinesi iştir kişinin lafına bakılmaz”
      Sultan vefat edince meydana hakim olmaya çalışanların sesleri yükselirmiş. O büyük imamın yazdıklarını basiret gözü ile idrak edemeyenler, Molla Kasım anlayışı ile, yazılanları ters çevirip, tersten anlatmaya çalışıyorlar. Bu şahıslar, İmamı Rabbani hazretlerinin yazdıklarını okuyup, anlamaktan uzakken, bir de kalkıyorlar tasavvufun T’sinden anlamadıkları halde, aldıkları zahiri bilgilerle İmamı Rabbani hazretleri gibi büyük bir alim ve veliye hakaret içeren yazılar yazmaya, video kasetler doldurmaya kalkıyorlar. “Allahu teala bu şahıslara doğru anlayış yeteneği versin” diyor ve İmam-ı Rabbani hazretlerinin üzerine atmaya çalıştıkları çamurları, konu hakkındaki anlayış eksikliklerine vererek, bunları doğru düşünmeye ve Yüce İmam’a karşı edebli ve saygılı olmaya davet ediyoruz.
 
          Evliyalıkla alay eden, Abdülaziz Bayındır’ın, İmam-ı Rabbani hakkındaki çarpıtmalarına  ilmi Reddiye: 
          Aşağıda dört pargraf halinde sunacağımız  İmam-ı Rabbani hazretlerinin bu yazıdaki kasdı, her hususta veren Allah, alan Allah, kulların her şeyde sadece vesile kılındığıdır. Konuyu bölüm bölüm açıklayarak bu Hocanın, İmamı Rabbani hazretlerine karşı yaptığı iftiralarına gerekli cevapları vereceğiz inşaallah. İmamı Rabbani Hazretlerinin mektubatını anlamak için evvela, Tasavvufu tanımak ve evliyaullaha saygılı olmak gerekir. Evliyalığa inanmayan Hazreti Meryem’in de, Eshab-ı kiramında evliyalığını inkar etmiş olmaz mı? Allah’ın velilerine inmayan bir kimse onların hallerine nasıl vakıf olabilir? Yüce İmamın mektubunu çarpıtarak, O büyük veliyi küfür ve şirk ile itham eden Abdulaziz Bayındır’ın anlayamadığı 1. cild 260. mektubun son bölümünden kesitleri açıklarken, İmamı Rabbani hazretlerinin bu mektubda, ne demek istediğini anlatmaya çalışacağız. Maksadımız, samimi müslümanların bu şahıslara aldanmalarının önüne geçmektir.
      Bektaşiye “niçin namaz kılmıyorsun?” demişler de, Bektaşi:”Ben Kur’an-ı okudum, Kuran; “namaza yaklaşma” diyor demiş. Orada hazır bulunan bir alim konuya hemen müdahele etmiş ve:”Ey mel’ûn! Ayetin devamını niçin okumuyorsun? Zira ayetin tamamında:”Namaza yaklaşma, sarhoş olarak”diye geçmektedir deyivermiş.
      Bu Hoca’da, İmam-ı Rabbani hazretleri gibi büyük bir alimi, karalamak için makaslama yaparak müslümanların çok itimat ettiği bir alimi onların gözünden düşürmeye çalışmaktadır. Bir eseri anlamak için belli bir pragrafı içinden çıkarıp;” işte bu adamın görüşü budur” demekle o şahıs tanıtılmış olmaz.  Onun eserini bir bütün içerisinde ele alıp, değerlendirilmesi gerekirdi. İmamı Rabbani hazretleri mektubatının 3.cild 62. mektubunda, insanın hakikatını  anlatırken; (“insan”demek “adem” demektir. Adem ise bir hiçliktir.) demektedir. Hiçliğin ise, hiç bir şeye malik olmadığını beyan etmektedir. Yine eserlerinde, varlığın Sahibine mukayese ile kendisine; “Bu fakir”diye hitab eden İmam-ı Rabbani hazretlerine bu adam nasıl oluyor da İmam’ın, Allah’a karşı varlık sahibi olduğu iddiasında bulunarak,  Allah’tan korkmadan şirk iftirasında bulunabiliyor?

      Mektubat :
  -“ Kutb-i irşâd, kemâlât-ı ferdiyyeye de mâlikdir. Çok az bulunur. Asrlardan, çok uzun zemân sonra, böyle bir cevher dünyâya gelir. Kararmış olan âlem, onun gelmesi ile aydınlanır. Onun irşâdının ve hidâyetinin nûrları, bütün dünyâya yayılır. Küre-i arzın ortasından tâ Arşa kadar, herkese rüşd, hidâyet, îmân ve ma’rifet Onun yolu ile gelir. Herkes, ondan feyz alır. Arada o olmadan, kimse bu ni’mete kavuşamaz. Onun hidâyetinin nûrları, bir okyânûs gibi, bütün dünyâyı sarmışdır. O deryâ, buz tutmuşcasına hiç dalgalanmaz. “   
      Açıklama:
     Bu ifade, tasavvufta manevi bir dereceyi anlatmak için kullanılır. Allahu teala, işin hakikatında ölenlerin ruhlarını kendisi almaktadır. Ama zahirde bu işi, Azrail ve ölüm melekleri sebebi ile yapmaktadır. Kullarını hakikatte irşad eden ancak Allah’tır. Fakat, hikmetinin gereği sevdiği kullarının katındaki değerlerini bildirmek için kullarının irşadına bunları vesile kılmaktadır. Aleme hidayet Allah’tandır. Bu füyüzatı Peygamber Efendimiz vesilesi ile yaşayan bir velinin gönül aynasına, oradan da kullarından dilediğine nasib etmektedir. Tıpkı cep telefonlarının baz istasyonları aracılığı ile iletişim yaptıkları gibi. Baz istasyonları da ses ve görüntüyü uydudan almaktadır. 
       Hidayet Allahu tealaya aittir. Allahu teala Peygamber (s.a.v.) Efendimizi tüm insanların hidayetine vesile kılmıştır. Bir kimse “Lâ ilahe illallah” deyipte, “ Muhammedun Rasulullah” demezse, hidayte ermiş sayılmaz. O, ahirete göçmeden önce bu manevi vazife ile görevli idi. Allahu teala O’nun vesilesi ile insanları hidayete erdiriyordu. Rasulullah’ın ahirete göçmesinden sonra bu manevi görevi Cenab-ı Hakk Teala,  zamanın en büyük velisi olan zat-ı muhterem kullarına vekaleten  vermiş ve vermektedir. Allahu teala bu zat-ı muhteremler vesilesi ile dilediği kimselere hidayet edip feyz vermektedir.  Maide suresinde “Vebteğû ileyhil vesileh” (O’nun rızasına ermek için vesile arayınız) . 
      Rasulullah(s.a.v.) gelmeden önce alem manevi bir karanlık içinde değil miydi? Rasulullah’tan sonraki devirlerde de zaman zaman bid’atlerin zulmeti her tarafı kaplamamış mıdır? İşte bu sebepten dolayıdır ki Allahu teala, islam alemini bu bid’at karanlıklarından temizlemek için, böyle dönemlerde büyük bir alim yaratarak bu işe onları vesile kılmaktadır.
      A.
Hoca, meseleyi anlayamayıp alaycı bir tavırla, kutb-i irşad makamı ile dalga geçerek şöyle diyor:
– “ Kutb-i irşad en üstteymiş, hırıstiyanlıkta İsa gibi. Yani, O’nun yerini alan kişi.”
      Hırıstiyanlıkta İsa’ya tapılır, islamiyette var mıdır böyle bir saçmalık? Zira müslümanlar hiçbir zaman bir insana tapmamıştır. Tapıldıysa onlar zaten müslüman değildir. İman nuru ilahi bir ışıktır ki, ona aynalık yapan kutb-i irşadın kalb aynası vesilesi ile bu nurlar kainata yayılmaktadır. Onun vesilesi ile Hazreti Allah, dilediğini hidayete erdirmektedir. Böyle itikat eden bir kimseyi bu hoca nasıl şirkle itham edebilir? Anlaşılan bu hoca şirk ile vesileyi, iman ile küfrü birbirine karıştırmaktadır.

      Mektubat:
     “O büyük zâtı tanıyan ve seven bir kimse, onu hatırlarsa, yâhud o, bir kimseyi sever, onun yükselmesini arzu ederse, o kimsenin kalbinde, bir manevi pencere açılır. Bu yoldan, sevgisi ve ihlâsına göre, o deryâdan kalbi feyz alır. 
      Açıklama:
     
 O zatı tanıyan kimse O’nu Allah için sever ve O’nun hatırası kalbinde ihtiyarî veya gayri ihtiyarı olarak zaman zaman tekrarlanır. Bu tekrarlanma sebebiyle Allahu tealanın bu muhteşem eseri, kişinin kalbini müessire, yani Allah’ı sevmeye götürür. Bu ilahi sevgi ise manevi bir pencerenin açılmasına sebep olur. Eğer O veli zat bu kişiyi severse, kalbinden himmet eder, yani sır lisanı ile harfsiz ve dudaksız olarak Allah’a onun içn dua eder ve o dua sebebiyle Rabbi bir manevi pencere açar ve bu vesile ile kul feyizlenir.

       Mektubat:
– “  Bunun gibi bir kimse, Allahü teâlâyı zikr ederse ve bu zâtı hiç düşünmezse, meselâ onu tanımazsa, yine ondan biiznillah feyz alır. Fekat, birinci feyz dahâ fazla olur. O büyük zatı tanıyan ve seven bir kimse onu hatırlarsa, yahut o bir kimseyi sever onun yükselmesini arzu ederse, (Allah tarafından) o kimsenin kalbine bir pencere açılır.” diyor İmam. “Bu yoldan sevgisi ve ihlasına göre o deryadan feyz alır. Bunun gibi bir kimse Allahu tealayı zikrederse, ve bu zatı hiç hatırlamasa, yinede ondan feyz alır.” Yani onun vesilesi ile Allah’tan feyz alır demektir.  Fakat birinci halde daha çok feyz alır.”

       Açıklama:
“  Bir kimse Allahu tealadan iki yoldan feyz alır. Birisi bir vesile olmadan, diğeri ise, kutb-i irşadın vesilesi ile olmaktadır. Vesile olmadan feyz almak, bir kimsenin kendi kendine bir adresi bulmasına benzer. Kutb-i irşad vesilesi ile feyz almak ise, bir rehber yardımı ile adresi bulmak gibidir. Bunun zıddı ise, kişinin eğitimini kendi kendine yapması gibidir veya adresi kendi kendine bulmaya çalışması gibidir, veya kutb-i irşadı vesile edinen kimse aşılanmış meyve ağacının durumuna benzer ki, Allahu tealadan feyz alması doğrudan almaya çalışmasından daha kolay ve çok olur. Zira kul başlangıçta süfli olduğu için, Allahu tealanın rızası için yaptığını sandığı nice işlerde Allah’ın öfkesine, hatta azabına sebep olabilir. Tıpkı çırak usta ilişkisi gibidir ki, çırak başlangıçta ustanın denetiminde olmadan bir iş yapmaya kalkarsa, hem işi iyi yapamaz hem de malzemeyi israf edebilir.

      Mektubat:
– “ Bir kimse, o büyük zâtı inkâr eder, beğenmezse, yâhud o büyük zât, bu kimseye incinmiş ise, bu kimse, Allahü teâlâyı zikr etse bile, Allahu teala bu kimseyi rüşd ve hidâyete kavuşturmaz. Ona inanmaması veyâ onu incitmiş olması sebebiyle Allahu teala, feyz yolunu kapatır. O zât (kaddesallahü teâlâ sirrahül’akdes) bu kimsenin zararını istemese bile, Allahu teala hidâyete kavuşturmaz. Rüşd ve hidâyet, görünüşte var ise de, yokdur. Fâidesi çok azdır. O zâta inanan ve sevenler, onu hatırlamasalar da ve Allahü teâlâyı (dilleri ile) zikr etmeseler de, yalnız(Allah için, Allah’ın sevdiklerini) sevmeleri sebebi ile, rüşd ve hidâyet nûruna kavuşurlar. “  (Mektubat Tercemesi)
       Açıklama: 
      Bunun manası şudur: “Allahu teala hadis-i kudside”Kim benim velilerime savaş açarsa bana savaş açmış gibidir. Bana savaş açanıda helak ederim.”diye buyurmaktadır. Bu hadisi kudsi, Allahu tealanın velilerini inkar ederek bir kimsenin hiç bir yere varamayacağını açık olarak vurgulamaktadır. Bu kudsi hadisi şerife göre Allahu teala velilerini inkar edip, onlarla alay edenleri, kendisine düşman addediyor. Bu sebepten dolayı Allah, bunların ne zikirlerine, ne de diğer ibadetlerine bir değer vermeyeceğini yine bu hadisi şerifle haber vermektedir. İmamı Rabbani hazretleride bu hassas konuyu ima yollu ifade etmiştir ki, bu kudsi hadisi şerifte O’nun bu sözünü teyit etmektedir.
     
Öte yandan Allah’ın Rasulünün:” İmanın en efadali Allahın sevdiklerini sevmek, buğz ettiklerine buğz etmektir.”diye buyurduğu hadisi şeriflerine göre, bir kimse Allah’ı dili ile zikretmese dahi, O’nun sevdiklerini sevmesi ve O’nun düşmanlarına düşman olması sebebiyle daha büyük bir ibadet yapmış sayılmaktadır. Öyle ya, birisi sizi sevdiğini söyleyipte düşmanınızla dost olursa, onun dostluğuna bir değer verir misiniz?

      Kutb-i irşatta Allah’ın en sevdiği kullarından biri olmasından dolayı, ona düşman olanın düşmanı Allahu teala olduğunu yukarıdaki kudsi hadis şeriften öğrenmiş olmaktayız. 
      Bir kimsenin akademik kariyeri, o kimsenin doğruyu bulmasına yetseydi, memlekette bu kadar ateist profösör olur muydu?

      Hepimize yardım ve hidayet Allahu tealadandır. Vesselam.

Loading

623 - 1
DİKKAT: Hakaret, küfür, tehdit içeren mesajlarla ilgili gerekli yasal işlemler yapılır. Tüm gönderilerde IP adresleri ve gönderim tarihi sistem tarafından kaydedilmektedir. Soru veya mesaj göndermeden önce nezaket kurallarına dikkat ediniz.

Aşağıdaki formu doldururken isim kısmında takma ad veya rumuz kullanabilirsiniz. İnternet sitesi kısmını boş bırakınız. Gerekli alanlar * ile işaretlenmiştir. Eposta adresiniz yayımlanmaz.

nuri tanisman için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


“İmam-ı Rabbani Hazretleri Ve Abdulaziz Bayındır” üzerine 4 yorum.

  1. Evliya zatları seven kurtulur

    Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
    Kâbe-yi muazzamayı ilk gördüğü anda yapılan dua reddedilmez. Silsile-i aliye büyüklerinden, Kâbe-yi muazzamayı görünce, (Ya Rabbi, bizi seveni dostun yap) diye dua edenler oldu ve bu duaları kabul oldu. Bu büyükleri seven, ne kadar şükretse azdır!

    Eğer Allah’ın Veli kulları olmasaydı, yeryüzü, bütün içindekilerle beraber batardı! Eğer sadıklar olmasaydı, yeryüzü fesada uğrardı. Eğer âlimler olmasaydı, insanlar hayvanlar gibi olurdu. Eğer ahmaklar, aklı kısa kimseler olmasaydı, yeryüzü harap olurdu. Eğer rüzgâr olmasaydı, yerle gök arasında, pis kokudan yaşanmaz olurdu.

    Bir Müslüman, dünya ve kadın mevzuunda imtihanı kazanmadıkça olgunlaşamaz.

    Bizi üzen, bize sıkıntı veren herhangi bir olayın, şayet dininize zararı yoksa müdahale etmemeli, sabretmeli. Dinimize zarar vermiyorsa, nefsimize zarar veriyor demektir. Ona da sabretmek, nefse uymamak gerekir.

    Bütün düğünlerden, nikâhlardan ayrılmanın sebebi, âdetlere uyulmasıdır. Alaüddin-i Attar hazretleri, (Âdetleri bırakın, Allah’ın emrine uyun) buyurdu.

    Haram parayla cami yaptırmak, kirli elbiseyi idrarla yıkamaya benzer, daha çok pislenir. Böyle camide namaz kılınmaz. Elde haram para varsa, bir miktar helâl para karıştırmalı. Haramla helâl karışınca, mülk olur. Her ne kadar tayyib [temiz] olmasa da, kullanmak caiz olur. Böyle, helal haram karışık paralarla yapılan camide, namaz kılmak caiz olur.

    Kar bembeyazdır, bütün pisliklerin üzerini kapatır, her taraf bembeyaz görünür. Müslüman da, kar gibi din kardeşinin kusurunu örtüp gizlemelidir.

    Her kim, her gün, (Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’e rahmetini ihsan buyur! Ümmet-i Muhammed’in halini ıslâh eyle! Ümmet-i Muhammed’i bela ve kederlerden salim kıl!) diye dua ederse, Allahü teâlâ onu, ermiş kullarından kılar.

    Zıtlar arasında rekabet olmaz, rekabet benzerler arasında olur. Mesela marangozla terzi arasında rekabet olmaz, iki marangoz, iki terzi arasında rekabet olabilir.

    Fitnecilere itibar etmemeli, fitne çıkmasına izin ve fırsat vermemeli. Fitneye sebep olmamalı, birbirimize düşmekten ve düşürmekten çok sakınmalıdır. Bütün büyük devletleri, cemiyetleri, fitne, birbirine düşürerek yıkmıştır.

    Eksik, yanlış ve suçlu olduğunu kabul etmeden düzelme olmaz, çünkü çaresini aramaz. Bundan sonra, düzelmek için dört şey lazımdır:
    1- Sohbet,
    2- Doğru ilmihal okumak,
    3- Tevbe etmek,
    4- Peki demek, yani söz dinlemek.

  2. Allah sizlerden razı olsun sayın Hocam. Bu densiz ve edepsiz mezhepsiz mealciler, kendilerini hakiki Müslüman addedip ehli sünnete tabi olan müminleri şirk ve küfürle itham ederek küfre giriyorlar.
    Bunlara karşı yazdığınız çok içerikli ve anlamlı yazılarınız emin olunuz ki, onları kudurtmaya yetmektedir. Bu yüzdendir ki, zaman zaman size veya Sâdat-ı Kiram hazretlerine hakaret vari şeyler söylemektedirler.
    Bu sapık güruhun tekrar Müslüman olmalarına vesile olacağınızı umarak Allah’a emanet olunuz derim..

  3. …ilgisiz alakasız o zaman bende dine en muhalif şeyler yazayım sonra işte efendim burada şunu demek istedim bunu demek istedim zahirde kurana karşı gibi goruluyor ama gerçekte değildir …vs türünden yüzlerde cumle yazayım… bunun sonu yokmudur o zamn yanlış diye bir şey olmaz adamın yazılarını/düşüncelerini de işte efendim oyle demedi demek istemedi ..vs diye tevil üstüne tevil edelimm. herne kadar Rabbani veya onun adını kullanıp yazan her kimse dine hizmet etmeye çalışsada bu konuda hata etmiştir bunun lamı cimi yok ne demek gavs ı sevmeyen i Allah cc rüşt e kavuşturmaz veya rüşte eremez..ne demek bu daha bunun gibi onlarca kelime yanlış inanç.. Allah cc kainatta yapacağı/yaptığı işlerde kimseyi vekil kılmaz kimseye manevi alemde maddi alemde yetki/izin vermemiştir. Siz hiç Allah cc den korkmazmısınız kendinize gelin.. bakın Allah cc kainatın ve manevi alemin yönetiminde kimseye yetki vermediğini belirtiyor hatta peygamber olsa bile.. kimseye yetki yok
    … onun görmesi ve işitmesi şayan-ı hayrettir göklerin ve yerin ondan başka sahibi/yöneticisi yoktur O kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez..(kehf 26)
    efendim onlar buyuk alimdir bir bildiği vardır biz yanlış anlamaktayız o nedenle böyle anlaşılmalı ve tevil edilmeli diye, kuran ayetleri ve sahih hadisler amacından ve hedefinden saptırılıp kendi emmelleriniz dahilinde saptırılamz ..eski insanları Allahcc affetsin bağışlasın deriz biz doğru inanç tutturup o yolu takip etmeyiz

    selametle

    1. Nuri Bey, kimin Allah’tan ne kadar korktuğunu siz bilemezsiniz. Ayrıca sizi, bizim hiç Kur’an okumadığımızın hükmüne vardıran şey nedir? Yazdığınız yazılar ve densiz eleştirileriniz sizin ne kadar Kur’an okuduğunuzu göstermeye yetiyor. Tercümana gerek yok zira, yazılarınız ta’lim ve terbiye derecenizin seviyesini ifade etmeye yetiyor.
      Siz, İmamı Rabbani hazretlerinden ne kötülük gördünüzki ona böylesine kin ve nefret besliyorsunuz? Siz O’nun İslama yaptığı hizmetlerin tirilyonda birini dahi yapamazken O’nu eleştirmekte bu kadar edeb dışı söz etmek ve zulmetmek size yakışıyor mu?
      Zamanımızdaki bazı söz sahibi kimseler, müşrikler hakkında inen ayetlerle mü’minleri itham etmekteler. Yazılarınızın seyrinden anladığım kadarıyla onlardan bir hayli etkilenmiş olmalısınız.
      Bir kimse, Peygamber(s.a.v.) Efendimizin Kur’an tefsiri niteliğinde olan hadisi şeriflerini bırakıpta Kur’an’a kendi anlayışına göre mana vermeye kalkarsa, o tür Kur’an meali ancak; insanların sapıtmasına sebep olabilir. Nitekim Allahu Teala Nahl S. 44’te mealen şöyle buyurmaktadır;
      -“Ve Sana(Ey Muhammed), Kur’an’ı indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın” diye. Umulurki onlar düşünürler.”
      Tüm mealcilere soruyoruz, Kur’an’ın tamamı herkesin anlayacağı kadar açık olsaydı Allah bu ayeti indirir miydi?
      İmam-ı Rabbani (kaddesallahu sirrahul akdes) hazretleri hakkındaki ithamınıza karşı size, Kur’an’daki (Maide-35) vesile ayetini hatırlatırım. Bilesinizki Allahu Teala, işlerin yaratılışını sebep ve vesilelerle yaratmaktadır. İmam-ı rabbani hazretleride hidayetin ve feyzin gelmesi hususunda sadece bir vesiledir. Zaten O zat-ı muhteremde bunu böyle bildirmektedir. Ama; tasavvufun T’sinden anlamayan bir takım kimseler konuyu saptırarak meşhur olmak gayesindeler. Çünkü buna ihtiyaçları var!!! Size gelince, siz bu tür kimselerden etkilenerek konuyu yanlış algılamış bulunmaktasınız.
      Allah’tan başka kuvvet sahibi ve yaratıcı yoktur. Herkese hidayet ve feyz Allah’tandır. İnsanlar sadece vesiledir. Allah dileseydi Kur’an-ı bir peygamber aracılığı ile değil, doğrudan insanların kalbine indirirdi. Allah’ın gücü her şeye yeter.
      Hakkımdaki sui zannınızdan dolayı size hakkımı helal ettim. Allah’ta sizi affetsin ve size doğruları idrak etmek nasib eylesin. Şirkten ve küfürden her daim Allah’a sığınırız.
      Hatır için b..k yenmez. Bir kimseyi kayırmak adına küfür ve şirke düşen b..k yiyen kimseden daha aşağılık bir iş yapmıştır. Sizinle bizim aramızdaki fark, konuya bakış açılarımızın farklı oluşudur. Siz bu mevzuya bir cihetten bakıyorsunuz biz ise, bu konuyu etraflıca görmekteyiz. Şimdi size soruyoruz, bir konuya bir yönden bakanlar mı, yoksa, onu etraflıca bilip görenler mi yanılır?
      Size tavsiyem, bir kimseyi şirk ile itham etmeden önce en az iki kez düşünüp bir kez söz etmenizdir. Zira, Allah kullarına iki kulak, bir dil vermiştir.
      Size ve bize hidayet Allah’tandır.

nuri tanisman için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et