Kuran’da Bilimsel Hatalar Var İddiası Çürütüldü

GİRİŞ: İnkarcıların iddia ettiği gibi Kuran’da asla hata yoktur. Fransa eski Bilimler Akademi Başkanı Marco Bucella Le Biblö Dö Curan isimli eserinde;
“Semavi kitapları inceledim İncil ve Tevratın bilimle çeliştiğini gördüm buradan bu iki kitabın insanların eliyle bozulmuş olduğunu anladım. Kuran’ı inceledim Kuran modern bilimle tam bir uyum içindeydi ve buradan bu kitabın Allah katından indiği bozulmamış olduğunu anladım ve Müslüman oldum bu kitabı yazdım.”

Şunu öncelikle bilmek gerek ki, Kuran bir matematik, fizik, kimya, tarih coğrafya kitabı değil o bir İlahi vahiydir. Lakin müspet bilime de aykırı değildir. Hatta onun önündedir. Pozitif Bilimden bir çok şey henüz keşfedilmeden onlara işaret edilmiştir. Ama onu anlamak uzmanlık işidir. 

İnkarcılar Kur’an-ı Kerimi tam anlamadıkları halde Kur’an hakkında olumsuz yorumlar yaparak güneşi çamurla sıvamak gibi nefeslerini boş yere tüketiyorlar. Bunlar akıllarınca Kur’an’ı Kerimi bilimle çelişiyormuş gibi göstermeye çalışarak bilmeden bu konudaki bilgisizliklerini ifşa ediyorlar.

Ateizm felsefi yazarları bu anlayış üzerinde durdukları sürece Kur’an’ı kerimi doğru olarak anlamaları nasıl mümkün olabilir.? Onların bu  durumu Kuran-ı Kerimde açıkça belirtilir.

Âyeti kerimede (mealen):
– “Sen Kurân’ı okuduğun zaman biz, seninle ahirete inanmayanların arasına görünmez bir perde çekeriz.” (İsra/45)

– “Ve kalplerinin üzerine, Kurân’ı anlamalarına engel perdeler geçiririz ve kulaklarına bir ağırlık veririz. Rabbini Kurân’da bir tek olarak andığın zaman da ürkerek arkalarına döner kaçarlar.”(İsra/46)

Materyalizm, bilimsel keşifleri tamamlamış gibi Kur’an’la bilim çelişiyormuş görüntüsünü vermeye çalışarak inkarda inatlaşmaya çalışmaktadır.
Onlara göre;

Kur’an’da ki en önemli çelişki ve yanlışlar, bilim dışı ayetlerdir.
14 yüzyıl önce yazılmış bir kitapta bu tür hataların olması gayet doğalmış. Ancak bir kitabın Allah tarafından gönderildiği iddia edildiğinde, içindeki bilimsel çelişkiler normal karşılanamaz.

Aşağıda örneklerini sunacağımız ayetler, o dönemin toplumlarında yeterince bilinmediği için tepki görmeyen, ancak günümüz bilim dünyasında kabul edilemeyecek derecede akıldışı, bilimdışı iddialar içermektedir.” derler.
Bunların eleştirdikleri ayeti kerimelerin onların okudukları yanlış meallerdeki gibi olmadığını, haksız ve körü körüne bir eleştiri yaptıklarını ve iddialarının mesnetsiz olduklarını Kur’an hakkında ne kadar bilgisiz ve ön yargılı olduklarını görmekteyiz ve bunlara vereceğimiz cevaplarla da bunu kanıtlayacağız inşaallah…
Kur’an Allah kelamıdır, Kur’an’da asla tutarsızlık yoktur. Tutarsızlık, Kur’an’ı çürük kanıtlarla inkar edenlerdedir. Zira onlar batıl üzeredir İslam ise daima galiptir.

Vel-hamdülillahi Rabbil-âlemîn.

 

Takıntı 1:

Canlıların ve Organların Özelliklerinin Bilinmemesinden Doğan Çelişkilermiş:

1- Spermin testislerde üretildiğinin bilinmemesi:
Tıp biliminde dişi üreme hücresi olan “oocyte” nin yumurtalıkta, erkek üreme hücresi olan “sperm”in ise testiste üretildiği bilinmektedir. Ancak Tarık suresinde şöyle yazar:
– “Bu su, bel ile kaburga kemikleri arasından çıkar.” (Tarık/7)


CEVAP 1:

Yukarıda zikredilen ayeti kerimeyi sırf mealden okuyup anlamaya çalışanlar onu yanlış anlamaları her zaman mümkündür. Oysaki doğrusu onların anladığı gibi değildir.

Taberi Tefsirine Göre İlgili Ayeti Kerime (mealen):

– İnsan neden yaratıldığına bir baksın. (Tarık/5)
– (O insan) Atılan bir sudan yaratıldı. (Tarık/6)
– “O su, erkeğin sulbü(testisleri) ile kadının göğüs kemikleri arasından çıkar.” (Tarık/7)

      *   *   *

(تَرَائِب) Terâib: Sahabeden Abdullah bin Abbas, İkrime, Said bin Cübeyr ve İbn-i Zeyd’e göre “” kadının göğsünde gerdanlığın geldiği yerdir yani kaburgaları arasındaki organlardır…

صَلَبَ  (Salebe):  Yine Abdullah İ.Abbas’a göre salebe veya aynı kökten gelen  صُلْبٌ (Sulbun) kelimeleri Arapça’da  asılı olan ve sert şey anlamına gelmektedir. Bu kelime Kur’an’da erkeğin testislerini üstü kapalı olarak (sulb) kelimesiyle (asılı şey) olarak ifade edilmiştir.
Ama bu kelime Türkçeye yanlışlıkla bel kemiği olarak tercüme edilmiştir. Oysaki Arapçada bel, rafşün veya hasrün kelimeleri ile ifade edilmektedir.
İnkarcılar mezkür ayetin yanlış tercümesinden esinlenerek haşa Kuran’da yanlış bulduklarını sanıp sevinçle Kuran’ın yanlışını bulduklarını yaygara etmişler.

(Kaynak: Taberi Tefsiri Sure-i Tarık)

Ayette belirtilen ise teraibten çıkan veya ine bir su ile

AÇIKALAMA:
İlgili ayette insana, aslının neden yaratıldığına bir bakması ve onu incelemesi önerilmektedir…
Ayetten anlaşılan; o insan ki, dökülen bir sudan yaratılmıştır. O su erkeğin sulbünden (testislerinden) ve kadının göğüs kemiği arasından bir su olarak çıkıp yumurtalıklara inen ve orada yumurta olarak yaratıldıktan sonra rahimde erkeğin sulbünden atılan su(meni) ile birleşerek insanın yaratılmasına sebep olduğu anlaşılmaktadır…

 

NOT: Burasını dikkatle anlamaya çalışalım:
Burada Kuran’ın “o su” ibaresine dikkat etmemiz gerekir. O su (sperm) erkeğin testislerinden yani sulbünden çıktı denilirken, kadının yumurtası göğüs kemiği arasından atıldı denilmiyor, kaburgalar arasından atılan suyun yumurtalığa indiği ifade ediliyor.
NOT: Karaciğerde oluşan proteinlerin bir kısmı ham madde olarak damarlar yolu ile yumurtalıklara ulaşır ve orada yumurtanın oluşumuna sebep olur. Buna teraibten atılan su, Yine karaciğerde oluşan proteinlerin bir kısmı ham madde olarak damarlar yolu ile sulbe(testislere) ulaşır ve orada spermin oluşumuna sebep olup gerektiğinde kadının döl yatağına atılan su olur..

Ulaştırma Sistemi:

Kısaca ‘ER’ denilen bu kıvrımlı organel, bir şehrin dört bir yanına giden yollar gibi, hücredeki taşımacılığı sağlayan ulaştırma sistemidir. En önemli görevi atölyelerde imal edilmiş olan proteinleri alıp hücrenin başka yerlerine ulaştırmaktır. Karaciğerde oluşan proteinlerin bir kısmı ham madde olarak testislere iner. Testislerde meni oluştuktan sonra gerektiğinde fışkıran su olarak rahme dökülür.
Kur’anın bu konudaki ifadesinde bir yanlışlık asla söz konusu olamaz yanlışlık art niyetli materyalistlerin anlayış eksikliğindedir.

 


BİR İBRET
İtikadı bozuk bir profesör evrenin ve içindeki canlıların yaratılmasını ve düzenli çalışmasını genlere bağlar ve öyle iddia eder. Bunun üzerine ona şöyle bir soru sorulur:
– Erkeğin spermlerinin insan vücut ısısında öleceğini bunun için daha düşük ısıda yaratılması gerektiğini bunun için de testislerin yaratılması gerektiğini ölü, kör ve bilinçsiz atomlardan oluşmuş genler mi düşündü? Genler bu kadar akıllı ve bilgili ise diğer atomlar neden eylemsiz kör ve bilinçsiz? Yoksa genleri oluşturan atomlar ile yeryüzünü dolduran atomlar aynı değil mi?
Tabi ki ateist profesör bu soru karşısında verecek bir cevap bulamayıp iman etmemek için orayı terk etti.

Takıntı 2:

Tekvîr suresi 2. ayette Kıyamet vaktinde yıldızların döküleceği bildirilmektedir. Yıldızların dünya üzerine düşmesi nasıl mümkün olabilir? Dünya yıldızlara göre küçük bir cisimdir ve olası bir düşme dünya üzerinde değil, dünyanın çekim alanına girdiği yıldız üzerinde gerçekleşebilir? Dünya üzerine kaç tane yıldız düşebilir? Yoksa yıldızların dünyadan kat kat daha büyük oldukları bilinmemekte midir?

CEVAP 2:
Maddeci zihniyet diğer ayetleri yanlış anladığı gibi bu ayeti de yanlış anlamıştır.

Allahu Teala buyurmuştur ki, mealen; 

 – “Güneş katlanıp söndüğünde (Übey b. Kâ’b ve Katade(r.a), bu âyeti, “Güneşin ışığı gittiği zaman” anlamında tefsir etmiştir.)”, (Tekvir/1) 

– “Yıldızlar bulandığında“, (Tekvir/2)

Bazı alimler buna düşme anlamını yüklemişlerse de ayette düşme ile alakalı bir söz geçmez ve ashabtan İbn-i Abbas(r.a.) hazretleri bu ayeti “Yıldızlar de­ğiştiği zaman” şeklinde tefsir etmiştir ki en isabetli tefsir budur. 
Ateistler Kuran da geçen yıldız, meteor veya gezegen kavramlarını birbirine karıştırır. Bizim Türkçede bu üçüne birden yıldız denir. Oysa Arapçada yıldıza, necm, metora şihab, gezegene ise kevkeb denir.
Bundan dolayı bizde meteora eskiden yıldız kaydı denirdi. Bazı gezegenlere de yanlışlıkla sabah yıldızı, çoban yıldızı gibi isimler verilmiştir. Oysa Kuran bunlara necm değil, kevkeb(gezegen) demiştir.

“Hayır, yemin olsun yıldızlarda vuku bulan olaylara ki”
“Bilirseniz bu büyük bir yemindir”.
 (Vakıa / 75,76)

Nasa(ABD) Uzay Dairesi),  20. yüzyılda yıldızlarda içe çökmeden meydana gelen patlamalar, süper novalar ve kara delikler olduğunu keşfeder..
Bundan daha ilginci, yıldızlarda meydana gelen bu olayların hiçbir teknolojinin olmadığı 14 asır öncesinden Kur’an’ın bu durumu haber vermiş olmasıdır.
Görüldüğü gibi İbn-i Abbas hazretlerinin tefsirinin ne kadar isabetli olduğunu bu bilimsel olaydan da anlamaktayız.

Ateist zihniyet Kur’an’ın bu mucize mesajını takdir edip iman edeceği yerde konuyu çarpıtıp inkar ederek gerçeği anlamaktan uzaklaşmaktadır.
Ateist felsefe ile Kur’an asla anlaşılamaz.
Zira Kuran art niyetli gönüllere kapalıdır. Gerçekten inanmak isteyen her insana ise, Allah Kur’an’ı anlama yeteneği verir.

Takıntı 3:


Materyalist zihniyet diyor ki:
“Peki Allah insanı olabilecek en güzel şekilde yaratmışken Müslümanlar neden sünnet olur?
Allah erkekleri kusurlu mu yaratmıştır da sonradan düzeltme yapılması gerekmiştir? Bu durumda sünnet olmak Allah’a karşı gelmek değil midir?”

CEVAP 3:
Ateist kişi, “Allah insanı olabilecek en güzel şekilde yaratmışken Müslümanlar neden sünnet olur?” demiş.
Madem öyle inanıyor bunlar, o halde siz neden tıraş oluyor, elbise, ayakkabı giyiyorsunuz? Aklınızda bir eksiklik mi var ki tahsil görüyorsunuz?

Tin suresi 4. ayet şu mealdedir:

“Biz insanı en güzel biçimde yarattık.”
Ayeti kerimedeki mana, iki ayak üzerine yürüyen her Adem evladı insan değildir.
Ayette murad edilen ahseni takvim olan insan; anasından doğup büluğa erene kadar her Adem evladı insandır. Büluğdan sonra insan kalanlar Allah’a iman etmiş imanlı olarak vefat eden müminlerdir. Kafirler iman etmedikçe gerçek anlamda insan değildir. Bu babta Kuranı eleştiren materyalistler kendilerini boş yere adam yerine koymuşlar. Aslında o kafirler, Allah katında hayvandan daha da aşağıdır.
Bir ayet meali:
 Andolsun ki, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalbleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, fakat onlarla görmezler. Kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler. Hatta daha da aşağıdırlar. Bunlar da gafillerin ta kendileridir.”  (Araf/179)

İnsanın sadece şeklen en güzel şekilde yaratıldığı algısı doğru değildir. Zira ayette direkt şekil geçmez. İlgili ayeti kerimede;
LeKad HaleKnel-insâne fî eHseni taKvîm.” (Gerçekten biz insanı en güzel yaratılış üzere yarattık”) buyruldu.
Ebu Hayyân der ki: “Nehai, Mücahid ve Katade; “Ahseni Takvîme ” İnsanın şekil ve duygularının güzelliği” demişlerdir. O ayetten insanın fıtrat olarak en güzel durumda yaratıldığını anlamak lazımdır.. Nitekim fıtraten insanın en güzel durumda yaratıldığını Rasulullah; “Her insan Müslüman(ahseni takvim) olarak dünyaya gelir” buyurarak beyan etmiştir.. Zira şeklen güzellik olsaydı şu dünyada nice çirkin şekilli insanlar mevcut olmazdı.

Sünnetsiz Ateist Materyalist Sünneti Eleştirmektedir Sünnet Olmanın Yararları:
Sünnet olmanın bir çok faydası bulunmakla birlikte başta idrar yolları enfeksiyonunun azaltılmasını belirtebiliriz. Alman Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Alper Soysal, sünnetin 1 yaşındaki bir çocukta meydana gelebilecek idrar yolları enfeksiyonunu 10 kat azalttığını söyleyerek şu bilgileri vermektedir: “Genital hijyen de sünnet sayesinde daha kolay sağlanıyor. Sünnet işleminin faydaları çeşitli araştırmalarda belirtilmiştir. Bu faydalardan en önemlisi ise penis kanseri ve cinsel yolla hastalık bulaşma riskinin azaltmasıdır.

 Takıntı 4:

Materyalist zihniyet diyor ki:
“Alâk suresi 2. ayette “O insanı alâktan yarattı” yazmaktadır. Alâk kelimesinin o dönemdeki en sık kullanılan ve bilinen anlamı “kan pıhtısı”dır. Günümüzde insanın kan pıhtısından oluşmadığı bilinen bir şeydir. Alâk kelimesi bilmediğimiz başka anlamlara mı gelmektedir? Eğer öyleyse neden dolaylı yönden yazılmıştır? Allah gönderdiği kitabı anlamamızı zorlaştırmakta mıdır?
(Ek bilgi:
“Musevilik de insanın bir kan pıhtısından oluştuğu söylenir ki bunun kökeni de eski Mısır’a kadar gider. Eski Mısır’da kadınlar hamilelik döneminde adet olmadıkları için, akmayan kanın, rahimde biriktiği, pıhtılaştığı ve insanın bu pıhtılaşmış kandan olduğuna inanılırdı.)”

CEVAP 4:
Allahu Teala buyuruyor ki, Sure-i Alak mealen; 

– “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Sure-i Alak/1)
– O, insanı bir alekadan (embriyodan) yarattı. (Sure-i Alak/2)
– Kendisinin muhtaç olmadığını zannettiği için. (Sure-i Alak/7)

– “O insanı bir alak’tan (rahim duvarına asılmış erkeğin menisi (spermi) ve kadının yumurtası (ovumun) karşımı nutfenin (zigotun) ikinci aşaması olan embriyodan) yarattı.” (Alak/2)

Kurtubi mezkür ayeti kerimeyi şu mealde açıklar:
(Alak/2):
“O, insanı bir kan pıhtısından yarattı.”
“O, insanı” yani Âdem oğlunu
“bir kan pıhtısından” yani kandan “yarattı.” in çoğuludur. Bu ise donmuş kan demektir, Kan akacak olursa ona; denilir. Yüce Allah ” Kan pıhtısı” diye buyurarak ondan çoğul lâfzıyla müzekker olarak sözetmıştir. Çünkü yüce Allah

“insan” lâfzı ile çoğulu kastetmiştir. Hepsi nutfeden sonra alak’den yaratılmışlardır.

“Alaka” yaş kandan bir parçadır. Ona bu ismin veriliş sebebi, yaşlığı dolayısıyla üzerinden geçtiği şeye yapışmasından ötürüdür. Kuruduğu takdirde ona “alaka” denilmez. Şair şöyle demiştir:

“Onu elleri üzerine kapaklanır bıraktık

O eller üzerinde şah damarının (yaş) kanı boşalıyordu.”

Özellikle

“insanı” söz konusu etmesi onun şerefini yüceltmek içindir. Bir başka görüşe göre, onu değersiz bir kan pıhtısından yaratıp, nihayette mükemmel, akıllı ve ayırt etme gücüne sahip bir insan oluncaya kadar getirmek suretiyle, onun üzerindeki nimetinin ne kadar büyük çapta olduğunu anlatmak istemiştir.
(Kurtubi Tefsiri)

Arapçada alak iki anlama gelmektedir. Birincisi kan pıhtısı, ikincisi asılı olan şeydir. Kur’an’da bir çok ayette insanın birleşik nutfeden yani zigottan yaratıldığı geçer. Kan pıhtısı olarak ayete anlam verenlerin yanılgısı teknolojinin olmadığı o devirlerde konuya vakıf olamadıkları içindir. Allah insanların anlamasını zorlaştırmaz bilakis iyice akıl etmelerini istemektedir. Zira imtihandayız. Kafirler uzun soluklu derin düşünceye dalamadıklarından hemen kolaya kaçarak araştırma yolunu değil, inkar yolunu seçerler.

Musevilik de Allah’ın gönderdiği bir dindir ancak onu Yahudiler bozmuşlardır. Bu konunun orada olması yadırganmamalıdır. Eski Mısır’a da nice peygamberler gelmiştir. Ancak zamanla İlahi bilgiler insanlar tarafından bozulmuş yerine hurafeler konulmuştur..

Müminun Suresinde insanın yaratılışı şöyle açıklanmaktadır:
(Müminun/12,13,14) mealen:
– Andolsun biz insanı, çamurdan, bir sülâleden (
süzülüp çıkarılmış çamurdan yani bitkilerden, veya onları yiyen hayvanların etinden) yarattık.
NOT:
Bu ayet meni ve yumurtanın yenilen içilen şeylerden yaratıldığına işaret ediyor.
– Sonra onu emin ve sağlam bir karargahta (rahimde) nutfe (sperma-yumurtanın birleşimi) haline getirdik.
– Sonra nutfeyi (erkekten alınan sperm ile kadının yumurtası birleştikten sonra çoğalan hücre zigotun dönüşümü) bir alaka (embrioyu) yarattık, derken o alakayı bir mudga (bir çiğnem et parçası halinde) yarattık, derken o mudgayı bir takım kemiklere çevirdik, derken o kemiklere bir et giydirdik, sonra onu diğer bir yaratık olarak teşekkül ettirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah, pek yücedir.”

Bu ayet, yaratılışın teşekkülünü bu kadar açıkça belirtmesi açık bir mucizedir. Zira o devirde bu bilgi ne muharref tevratta ne de muharref incilde mevcut değildi. O zamanın çok sığ olan biyoloji biliminde ise hiç mevcut değildi.

Uzmanların Bildirdiğine Göre Rahimdeki Bebeğin 2. Aydaki Durumu (5-8. Haftalar):

Bebeğinizin yüz özellikleri gelişmeye devam ediyor. Her bir kulak başın cildinin küçük bir katı şeklinde başlar. Sonunda kollara dönüşen minik tomurcuklar ve bacaklar oluşur. Parmaklar, ayak parmakları ve gözler de oluşuyor.

Nöral tüp (beyin, omurilik ve merkezi sinir sisteminin diğer sinir dokusu) şekillendirilmiştir. Sindirim sistemi ve duyu organları gelişmeye başlar. Kemik kıkırdak yerini almaya başlar.

Baş, bebeğin vücudunun geri kalanıyla orantılıdır.

İkinci ayın sonunda, bebeğiniz yaklaşık 25 mm uzunluğundadır ve yaklaşık 1 / 30’u ağırlığındadır.

Yaklaşık 6 haftada bebeğinizin kalp atışı genellikle tespit edilebilir. Sekizinci haftadan sonra bebeğinize embriyo yerine fetus adı verilir.

Uzmanların Bildirdiğine Göre Rahimdeki Bebeğin
3. A
y (9-12. haftaları):

Bebeğinizin kolları, elleri, parmakları, ayakları ve ayak parmakları tamamen oluşur. Bebeğiniz yumruklarını ve ağzını açıp kapatabilir. Tırnak ve ayak tırnakları gelişmeye başlıyor ve dış kulaklar oluşuyor. Dişlerin başlangıcı şekilleniyor. Bebeğinizin üreme organları da gelişir, ancak bebeğin cinsiyetini ultrasonda ayırt etmek zordur.
Üçüncü ayın sonunda bebeğiniz tamamen oluşur.

 

…Ateist zihniyet ne yazık ki, bu mucizeyi kabullenip Müslüman olacağı yerde yarasanın ışıktan kaçması gibi bu gerçeklere kör kalmayı tercih ediyor. İşte esas körlük bu olsa gerek.

Materyalist Ateistler Şu Soruların Cevabını Veremediler:

* Erkek ve kadından meydana gelen zigot, neden bir domuz veya fare veya maymun olmuyor da bir insan oluyor.?
* Diyeceksiniz ki sperm ve dişinin yumurtasındaki DNA’larda onun insan olacağı kodlanmıştır.
* O halde o sperm ve yumurtanın DNA’larına onu kim kodladı?
* Diyeceksiniz ki, Anne ve babanın genleri.
* O genlere o bilgileri kim kodladı?
Zira o genler daha önce yediğiniz içtiğiniz yiyeceklerden oluşan birer ölü hücreler idi. O hücreleri oluşturan moleküllerin atomlarını meydana getiren proton, nötron ve elektronlar cansız, kör ve sağır evreni oluşturan atomların birer parçacıklarıdır.
Cansız, bilinçsiz, sağır ve kör Atomları oluşturan parçacıklar da eylemsiz cansız parçacıklardır.

* O halde bu cansızları canlandıran, onlara bilinç veren, onları gören ve işiten ve hisseden yapan kimdir?

İŞBU SORULARIN CEVABINI ATEİSTLER VEREMEDİ AMA KİBİRLERİ FİRAVUN GİBİ İNANDIK DA DERDİRTMEDİ…

Takıntı 5:

Materyalist zihniyet diyor ki:
“Alâk suresi 10. ayet’e göre Kur’an ayetleri inmeye başlamadan önce Muhammed namaz kılıyormuş, şimdiki kılınan namazlarda Kur’an’dan sureler okunuyor, hatta “fatihasız namaz olmaz.” diye hadisler var ancak o zaman daha fatiha suresi indirilmemişti.  Muhammed’in kıldığı namazla şimdiki kılınan namaz farklı mı? Allah tarafından Muhammed’e öğretilen namaz aynı namaz değil mi? eğer aynı namaz değil ise bugün kıldığımız namazı bize kim öğretti? Muhammed’den başka Allah’tan vahiy alan mı var?”

CEVAP 5: Şu işin tuhaflığına bakınız. Bu inkarcılar sanki Müslümanmış gibi namaz kılmaktan söz ediyor, diğer taraftan da  Kuran’ı yalanlayarak kendi kendileri ile çelişiyorlar.
Bir de diğer peygamberleri unutup düşmanlığını Peygamberimizde odaklaştırarak “Muhammed’ten başka vahiy alan mı var” diyor.
Alak suresi 9 ve 10. Ayet meali:
“Namaz kıldığı zaman,” (Alak-9)
Bir kulu engelleyeni gördün mü?” (Alak-10)
Bu ayette namaz kılanları engelleyene atfedilen bir ifade görülmektedir ve bu surenin bir kısmının miraçta beş vakit namaz farz olduktan sonra nazil olduğu bilinmektedir. Görüldüğü gibi ne Kur’an’ın tamamı, ne de surelerin bazıları bir iniş de indirilmemiştir. Alak suresi de bir kısmı indirildikten sonra başka sureler indiriliyor ve daha sonra Alak Suresinin kalan ayetleri indiriliyor. Kaldı ki Peygamber efendimize ve ümmetine miraçta beş vakit namaz farz kılınmıştır. Fatihanın her namazda okunması da o zaman vacip kılınmıştır. Peygamberimiz Kur’an gelmeden daha önceki namazların da ise Hz. İbrahim’in şeriati olan hanif dinine göre ibadet etmekteydi. Allah Kur’an’ı gönderdikten sonra önceki semavi dinlerin şeriatlerini yürürlükten kaldırdı. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Kuran’ın ifadesiyle son peygamberdir. Ondan sonra vahiy gelmeyecektir.

Takıntı 6:

Materyalist zihniyet diyor ki:
“Alak suresi ve ardından gelen Kalem suresi sürekli Ebu Cehil’e lanetler yağdırmaktadır. Allah neden kendi yarattığı Ebu Cehil’e bu kadar kin gütmektedir? İnsanlığa gönderdiği ilk sözleri neden bu kişiye ayırmıştır?”

CEVAP 6: Materyalistlerle Ebu Cehil’in muhabbeti nereye dayanıyor dersiniz?
Bu dinsizler, Alak ve Kalem suresinin neresinde Ebu Cehlin ismi geçmektedir ki, öyle münasebetsiz bir soru ile Kur’an’ı eleştirmeye yeltenmekteler? Ebu Cehlin esas ismi Hişamdır. Künyesi ise Ebulhakem’dir. Bunların, Kur’an’ı bilmedikleri ve onu tanımadıkları aşikardır. Allah Kur’an’da Ebu Cehil’den isim olarak hiç söz etmez. Allah kendisini inkar edenleri cezalandıracağını vadetmiştir. Hiç kimse Allah’a hesap soramaz. Sormaya kalkan da Müslüman olamaz. Kim kimin parasını nereye harcadığını sorgulayabilir? Allah yarattıklarında dilediği gibi tasarruf yapma hakkına sahiptir. Ona rağmen Allah Kur’an’da, kullarına asla zulmetmeyeceğini ancak onların birbirlerine zulmettiklerini beyan etmektedir. 

Bu materyalist zındıklar Kur’an’da isimi geçen Ebu Leheb ile Ebu Cehli karıştırmış olmalılar…

Takıntı 7:

Müddessir suresi 31. ayette ve Fatır suresi 8. ayette geçen “Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de doğru yola getirir.” sözü ne anlama gelmektedir? Allah dilediğini şaşırtırsa, şaşırmış olanlar neden cehennemde cezalandırılırlar? Allah dilediğini doğru yola getirirse doğru yola gelenler neden cennet ile ödüllendirilirler? Kimin şaşırıp kimin doğru yola geleceğine Allah karar veriyorsa hesap günü nedendir?

CEVAP 7:

Ateist şu ayetleri anlayamamış mealen:
– “Biz o ateşin muhafızlarını hep melekler yaptık. Bunların sayılarını da ancak kâfirler için bir imtihan kıldık ki, kendilerine kitap verilenler kesin bilgi edinsinler, iman edenlerin de imanı artsın. Kendilerine kitap verilenler ve müminler şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlarla kâfirler de: “Allah bu misalle ne demek istedi?” desinler. İşte böyle, Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de yola getirir. Rabbinin ordularını ancak Rabbin bilir. Bu, insanlar için uyarıdan başka bir şey değildir.” (Müddessir-31)
– “Ya kötü ameli kendisine allanmış pullanmış da onu güzel görmüş olan kimse de mi (iman edip salih amel işleyenler gibi olacak)? Şüphe yok ki Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de doğru yola çıkarır. O halde canın onlara karşı hasretlerle (üzüntülerle) sıkılıp gitmesin. Çünkü Allah, onların bütün yaptıklarını bilir.” (Fatır-8)

Ateist zihniyet Alahu Tealanın kullarına irade verdiğinden haber yok galiba.

Sure-i İnsan Âyet mealen 2 :
– Doğrusu biz insanı, imtihan etmek için karışık bir nutfeden (erkek ve kadın sularından) yarattık da onu işitici, görücü yaptık.

Sure-i İnsan Âyet mealen 3:
– “Kuşkusuz biz ona yolu gösterdik; ister şükredici olsun, ister nankör.”

Ve deki: O hak Rabbimizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (kehf-29)

Bu ayetlerde Allahu teala insana seçme hakkını verdiğini açıkça bildirmiştir. 

İsteyen yanlış yolu seçer helak olur isteyen de Hak yolunu seçer.
Allahu Tealanın hidayet etmesi ise Hak yolu isteyene onu nasib eder. İstemeyene ise karanlık yolu nasib eder saptırır.
Bunu böyle anlamak gerekirken batıl zihniyetini kafası karışmış bir türlü doğruyu eğriden ayıramıyor.

Âyetler dikkatle okunursa, Allah’ın hidayet etmesi veya saptırması hususu bir kimsenin, imandan veya küfürden birisini tercih etmesinden sonra Allah’ın onu yaratıp yaratmamasıdır.

Allah, kulun imanı tercih edip onun yaratılmasına sebep olmasından razıdır, küfrün yaratılmasından ise razı değildir. Zira kula tercih gücü verilmiş, yaratma gücü verilmemiştir. Kula seçim yapma gücü verildiği için kul o işin sorumlusu olmaktadır. Bir iş de tercih eden kul, iman veya sapkınlığı yaratan Allah’tır. 

 Takıntı 8:

Tebbet Suresinde Ebu Leheb’e lanet edilmektedir, onun cehenneme gideceği Allah tarafından belirtilmiştir. Neden hesap günü gelmeden Ebu Leheb’in cehenneme gideceği belli edilmiştir? İnsanlar hesap gününde sorgulanıp ona göre cennete veya cehenneme gönderilmeyecekler midir? Ebu Leheb ve karısına neden böyle bir istisna yapılmıştır? Eğer Ebu Leheb sonradan tövbe edip islama dönseydi Allah onu affetmez miydi? Allah bağışlayıcı değil midir? Biz aciz insanoğlunun hata yapabileceğini, ilk baştan bir dini kabul edemeyebileceğini bilmemekte midir? Allah Ebu Leheb’in ölene kadar İslamı kabul etmeyeceğini bildiği için ona cehennem haberini verdiyse, yani Allah onun İslamı kabul etmeyeceğini başından beri biliyorsa neden yaratmıştır? Allah Ebu Lehebi ve karısını doğrudan cehennemde yakmak için mi yaratmıştır?

CEVAP 8:
Ebu Leheb yeğeni olan Peygamberimize karısı ile birlikte çok sıkıntılar vermiş ağır hakaretler yapmışlardır. Bununla da kalmayıp her yerde İslam düşmanlığı yaparak Allah tarafından lanetlenmişlerdir. Allah’ın ilmi insanların ilmi gibi zan değil kesin bilgidir. O sebeple Ebu Leheb’in hür iradesi ile hiçbir zaman İslama dönmeyeceğini bildiği için ona lanetlik olduğunu haber vermiştir. Şunu da bilmek gerekir ki Allah, insanı etkisiz ve tepkisiz, bilgisiz, kör ve sağır atomlardan yaratıp insan şekline sokan ve bir ömür boyu onu yediren içirendir.
Kulun yaratıcısını bu şekilde sorgulaması kabirde ve kıyamette başa gelecek korkunç felaketleri bilmemesinden ileri gelir.. Allah küfrü ve şirki asla bağışlamayacağını bildirmiştir. İnsanın kendisini yaratıp onca iyiliğini gördüğü yaratıcısını kabul edip iman etmesi o kadar zor mudur? Neden inkar?
Ayrıca kıyamet günü kafirlere amellerinden dolayı sorgu yoktur. Onlara sadece kabirde niçin iman etmedikleri sorulacaktır. Kıyamet günü onlar sonsuz kalmak üzere cehenneme atılacaktır. Allah insanları yaratmadan önce kimin hür iradesiyle kafir, kimin mümin olacağını biliyordu. Herkesi imtihan etmesi, bizi bize göstermek içindir. İmtihan etmeseydi o zaman kullar “bizi imtihan etseydin biz kafir olmazdık” diyeceklerdi. Bu bahanenin kalmaması için imtihan edilmekteyiz.. Allah insanları ve cinleri Allah’ı tanısınlar ve O’na kulluk yapsınlar diye yaratmıştır.
(Bakınız; Zariyat Suresi -56)  www.islamdergisi.com

Takıntı 9:

Diyorlar ki:
Neden ayetler iniş sırasına göre yazılmamıştır? Allah yanlış mı göndermiş de Muhammed sırasını tekrar düzenletmiştir ve söylendiği gibi sırasını Muhammed belirlediyse neden Muhammed zamanında ciltlenmemiştir?

CEVAP 9:
Kuranı Kerim, Arş’ın altındaki Levhi mahfuzdan Ber’at Gecesi toplu olarak dünya göğüne indirilmiştir. Rasulullah’a ise Kadir Gecesi ilk gelen ayet(Alak Suresi, Âyet:1), “Oku” emridir. Ondan sonra duruma göre ayet ayet sures sure 23 yıl sürmüştür Kuranın nüzulü.
Kur’an’ın mushafı şerife dizimi, iniş sırasına göre değil Levh-i Mahfuzdaki sırasına göre dizilmiştir. Bunu Allah(celle celâlühü) Cebrail’e (aleyhisselam), Cebrail’de  Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimize bildirmiştir. 

Allah asla yanlış yapmaz. Allah’a inanmayanlar ancak öyle yanlış kanıya varır. Peygamber Efendimize son zamanlarına kadar vahiy gelmeye devam etmiştir. Ciltleme işlemi ise sahabeye bırakılmıştır. Bu durum aynı zamanda sahabeye güvenin tam olduğunu gösterir…
www.islamdergisi.com

 Takıntı 10:

Kadir suresi 1. ayette “O Kur’an’ı, kadir gecesinde gerçekten biz indirdik.” yazmaktadır. Kur’an bir gecede mi inmiştir, yoksa 23 yılda mı inmiştir? Eğer kadir suresi 1. ayette yazdığı gibi bir gecede indiyse neden aynı zaman tebliğ edilmemiştir ve neden Muhammed Kur’an’ı kitap haline getirmemiştir? Kur’an bir gecede indiyse 23 yıl içerisinde Muhammed’in karşılaştığı olaylardan sonra inen ayetler nedir? Kur’an bir gecede indiyse neden Muhammed’e bir süre vahiy gelmemesinden sonra müşriklerin Muhammed’e “Rabbin seni unuttu mu, yalnız mı bıraktı?” gibi sözlerinin ardından Duha suresi 3. ayet olan “Rabbin seni terk etmedi, darılmadı” ayeti indirilmiştir.

CEVAP 10:

Kuran, Beraat Gecesinde Levhi Mahfuzdan (Cennetlerin üstünde nurlu bir semadır) birinci semanın üzerine indirilmiş ve Kadir gecesinde ilk kez Rasulullah’a ulaşmıştır. Berat gecesi, Şaban ayının 15. gecesidir.  Kur’an tefsirlerinde Kur’an-ı Kerim’in, Levh-i Mahfuz’dan dünya göğüne yani; yıldızların içinde bulunduğu uzaya Beraat Gecesi indirildiği bildirilmektedir. Buna inzal denir. Kadir gecesinde ise Peygamber Efendimize ilk kez ve parça parça indirilmeye başlanmıştır. Buna da tenzil denir.  Allahu Teala buyuruyor ki, ayet-i kerimede mealen:
-“Apaçık olan Kitab’a andolsun ki, biz onu (Kur’anı) mübarek bir gecede indirdik. Elbette biz insanları uyarmaktayız.”
(Duhan/ 2,3)
Kuran, birinci semaya toplu olarak indirilmiş Peygamberimize ise 23 yılda ayet, ayet, sure, sure indirilmiştir. Kadir suresinde ise, toplu olarak indirildiğine dair açık bir ifade görülmemektedir.
www.islamdergisi.com

Takıntı 11:

Materyalist zihniyet yukarıdaki ayetleri şöyle eleştirmektedir:

“Tatlı suda inci ve mercan yetiştiği: Rahman suresi 19-22 ayetleri ile Furkan suresi 53. ayetinde geçen iki denizin birbirine salındığı-karıştırıldığı ama aralarında bir engel olduğunu yazan ayetlerde denizlerden birinin suyunun içilebilen tatlı su olduğu, diğerinin acı ve tuzlu su olduğu yazılıdır.
Rahman-22′de her ikisinde de inci ve mercan yetiştirildiğini yazar. Halbuki tatlı suda inci ve mercan yetişmez. Suni olarak inci yetiştirilse bile mercan hiç yetişmez. Bu ayetlerin müteşabih olduğu söylenebilir. Ancak mucize uydurmacıları, ayetteki mercan ve inciyi görmezden gelip, iki denizin karışmamasını mucize diye sunmaya çabalarlar.”

CEVAP 11:
Maddeci zihniyet bu bapta yanlış bilgiye sahiptir. 
Eleştirdikleri Er-Rahman suresi 19 ve 22. ayetleri okuyalım.
Allahu Teala buyurdu ki(mealen): 
– “İki denizi salıverdi birbirine kavuşuyorlar.” 
(Er-Rahman/19)
Allahu Teala buyurdu ki(mealen) :
– “İkisinden de inci ve mercan çıkar.” 
(Er-Rahman/22)

Bu ayetlerde tatlı su ve tuzlu su kelimesi geçmez.
Kuran, ilgili ayeti kerimede iki denizden söz eder ve ikisinde de inci mercan çıkacağını beyan eder. Ayetin aslında tatlı deniz suyundan söz edilmemesine karşın Kur’an’ı tercüme eden bazı alimler parantez içinde iki denizden birinin suyu tatlı, diğerinin suyu tuzlu diye yazmışlar. İnkarcılarda parantez içindeki açıklamayı Kur’an’ın aslından sanmış bundan dolayı Kur’an’da yanlış olduğunu savurmuştur.

Fatır Suresi 12. ayeti hakkındaki eleştiri:
Allahu Teala buyurdu ki (Fatır/12(mealen):

– “Hem iki deniz eşit olmuyor. Şu tatlı, hararet keser, içerken (boğazdan) kayar; şu da tuzlu, yakar kavurur. Bununla beraber her birinden taze bir et yersiniz ve bir ziynet çıkarır, giyinirsiniz.”

Ayette geçen “bahreyn” iki deniz demektir. Burada suyu iki farklı denizden söz edilir. Birisi malum olan suyu tuzlu olan denizlerdir. Diğeri ise suyu tatlı olan denizdir. Suyu tatlı olan denize olur mu denilirse, evet suyu tatlı olan deniz suyu henüz denize karışmamış deltalardır. Zira deltalar da denizin bir parçasıdır. 

Arapçada tağlip sanatı diye bir edebî sanat vardır. Bu, asgarî müşterekte birleşen iki şeyden söz edilirken, onlardan yalnız daha çok revaçta olan, daha güçlü görünen varlığın adını kullanma sanatıdır.

Mesela; erkek-kadın için birlikte bir kelime kullanılacaksa, erkek için geçerli olanı kullanılır, fakat, kadın da onun içerisinde yer alır. Örneğiğin, Kur’an’da hep “Ya eyyühellezine âmenû” (ey iman edenler) tabiri kullanılır. Bu tabir, dil bilgisi açısından yalnız erkekler içindir, ancak kadınların da bu hitaba dahil olduğunda şüphe yoktur. Yine Araplar, ay kelimesinin tesniyesi / ikili olan “kameran” kelimesini kullanırlar ve bununla “ay-güneş” ikilisini kastederler.

Bunun gibi ayette de, “deniz-ırmak” ikilisi birleştiğinde “iki deniz” tabirinin kullanılması mümkündür.

Buna göre, tatlı su ırmak için, tuzlu da deniz için kullanılmıştır. Müfessirler daha çok Fırat, Nil, Ceyhun nehirlerinin isimlerini vermişler. Ayette geçen “Fırat” kelimesi, sanki Fırat ırmağını da çağrıştırmaktadır.

Alusî bazı alimlere göre, büyük ırmaklara deniz demek yaygın bir kullanımdır. Bu sebeple, bu ayetten Nil nehrini anlamakta bir sakınca yoktur. Çünkü, Nil nehri bir kara parçasıyla ikiye bölünmüş durumdadır. Bu açıdan yalnız bu nehir için “iki deniz” tabiri kullanılabilir.

Bu gün, bazı denizlerin diplerinde tatlı suyun bulunduğuna dair önemli bilgiler vardır. Bu açıdan meseleye baktığımızda, iki deniz tabirinde bir sakınca yoktur. Yakın bir gelecekte denizlerin önemli miktarda tatlı su barındırdıklarına dair, önemli bilgiler elde edilecek ve o zaman ayetin bir mucizesi daha gerçekleşmiş olacaktır
(bk. Taberî, Zemahşerî, Beydavî, İbn Kesir, Ebu Suud, Alusî, İbn aşur tefsirleri, (Sorularla İslamiyet).

Takıntı 12:

İnsanlar için 8 çift hayvan yaratıldığı” (Zümer-6.)
-“Sizi bir tek nefisten yaratmış, sonra ondan eşini var etmiştir; sizin için hayvanlardan sekiz çift meydana getirmiştir. (Zümer/6…)

İnsanların faydalandığı hayvan sayısı sekizden çok daha fazladır. Bazı İslamcılar, ayetin çiftlik hayvanlarını kastettiğini öne sürerse de 8 çift hayvan yine çok azdır. Enam suresinde bu 8 çift hayvanın hangileri olduğu da belirtilir:

Enam-143. -“Sekiz çift yarattı: Bir çift koyun, bir çift keçi. (…)

Enam-144. -“Deveden bir çift sığırdan da. (…)

İnsanlar bu sayılan hayvanların dışında at, eşek, tavuk, ördek, hindi, tavşan, balık, lama, kanguru, geyik, fil ve daha birçok hayvandan yararlanırken sadece 4 çeşit hayvan sayılması ve 8 çift olarak ifade edilmesi ilginçtir.

Zümer suresi 6. Ayet (mealen):
-“Size hayvanlardan sekiz çift indirdi.”
 denmektedir.

Allah bize sadece sekiz çift hayvan mı indirmiştir? O zaman diğer binlerce hayvan türünü kim indirmiştir?

CEVAP 12:

Bu mesnetsiz eleştirilere önce Zümer suresi 6. ayetin mealini tam olarak buraya alarak başlayalım.
Allahu Teala buyurdu ki, mealen;

“O, sizi bir nefisten yarattı. Hem sonra onun eşini de ondan var etti. Sizin için yumuşak başlı hayvanlardan sekiz çift indirdi. Sizi analarınızın karınlarında üç karanlık içinde yaratılıştan yaratılışa yaratıp duruyor. İşte Rabbiniz Allah O’dur. Mülk O’nundur, O’ndan başka ilah yoktur. O halde nasıl haktan çevrilirsiniz?”  (Zümer/6)

Kur’an’ı Kerimin ayetlerini anlamak için o ayetin değindiği konu ile alakalı diğer ayetleri ve hadisleri de bilmek gerektiğini ateist bilmez.
Zümer suresi 6. ayeti kerimede, “Sizin için yumuşak başlı hayvanlardan sekiz çift indirdi.” buyrulmuştur. Ateist zihniyet burasını “Allah bize sadece sekiz çift hayvan mı indirmiştir? O zaman diğer binlerce hayvan türünü kim indirmiştir?” diyerek eleştirmektedir.

Ayeti kerimeye dikkat edilirse bu sekiz çift hayvan için “indirilmiştir” buyrulmaktadır. Allahu teala “8 çift hayvanın dışında evcil hayvan yaratmadım” demiyor, “8 çift sizin için indirildi” buyuruyor.
Taberi Tefsirinde bu indirme ibaresi, “Cennetten indirilmiştir” veya (diğer hayvanlardan sonra) yaratılmıştır anlamlarında tefsir edilmiştir.
Nahl suresi 5. 6, 7 ve 8. ayetlerde hayvanlardan şöyle beyan edilir mealen:

5 – Hayvanları da O yarattı. Onlarda sizi ısıtacak şeyler ve birçok faydalar vardır. Ve siz onlardan bir kısmını da yersiniz.
6 – O hayvanları, akşam vakti getirirken ve sabahleyin salarken, onlarda sizin için bir güzellik ve zevk vardır.
7 – Bu hayvanlar, ancak güçlükle varabileceğiniz bir memlekete yüklerinizi taşır. Rabbiniz, şüphesiz çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
8 – Hem kendilerine binesiniz, hem de zinet olsun diye atları, katırları, ve merkepleri yarattı.
Ve şu anda bilemeyeceğiniz daha nice(biyolojik ve teknolojik) şeyler yaratacak,
buyrulmaktadır.

Buradan anlaşılan o ki Kur’an, “Hayvanları da O yarattı” ibaresiyle 8 çiftten başka tüm hayvanları da Allahu Tealanın yarattığını belirtilmektedir. Üstelik 8. ayette,
“Ve şu anda bilemeyeceğiniz daha nice şeyler yaratacak.” ibaresiyle Allah celle celalühü daha nice şeyler yaratacağını beyan ederek teknolojik vasıtalara işaret etmiştir. Bununla birlikte Kuranın bir mucizesi daha ortaya çıkmış olmaktadır.
Demek oluyor ki ateist zihniyet bu ayrıntıyı anlayamamış, cehaletini ve anlayışsızlığını ortaya koymuştur. Ama gel gör ki ateist zihniyet Kur’an’ı anlamaya çalışmak yerine karanlıkta kalmayı daha uygun buluyor. 

Kur’an’ı gerçekten anlamak isteyip de Müslüman olmak isteyen gayri Müslimler bundan müstesnadır. Onlar samimi olarak gerçeği araştırmaya yöneldiklerinde Allah onların kalplerinden perdeyi kaldırır hidayet kapısını açar…“Allah dilediğine hidayet eder” mealinde geçen ayetin anlamı da gerçekten hak dini bulmak isteyenlere Allah hidayet eder demektir.

Takıntı 13:

Dinsiz materyalistlere şöyle diyor;
“Kalbin beyin fonksiyonlarına sahip bilinmesi: Kur’an’da insan beyninden hiç söz edilmemiştir, çünkü bilinmez. Halbuki beyin, insanı insan yapan organdır. Beyin bilinmediği için duygular, düşünceler kalbin fonksiyonları olarak belirtilmiştir.

Örneğin Bakara suresi 97. ayetinde; Cebrail’in Kur’an’ı peygamberin kalbine indirdiği yazılmıştır. Bilim ise, bilgilerin ve hafızanın beyinde saklandığı kanıtlamıştır.

Yine Bakara suresi 260. ayetinde İbrahim’in kalbinin tatmin olması için Allah’tan ölüleri nasıl dirilttiğini göstermesini istediği yazılıdır. Halbuki tatmin olan, ikna olan kalp değil, beyindir. Birçok ayette de kalbin mühürlenmesinden söz edilir.

Şura-24. “Yoksa onlar, senin hakkında: “Allah’a karşı yalan uydurdu” mu diyorlar? Eğer Allah dilerse senin de kalbini mühürler. (…)

Tegabun-11. “Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet başa gelmez. Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbine hidayet verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.

Hidayet verilecek olsa, verileceği organ kalp değil, beyin olmalıdır. İslamcılar bunu, bugün de sevginin, merhametin kalple ifade edilmesiyle açıklar. Tersine bu ifade şekli, dini inançlardan kaynaklanarak oluşmuştur. Bazı İslamcılar ise kalbin de beyinsel fonksiyonlara sahip olduğunu iddia eder. Bu iddianın hiçbir bilimsel yanı yoktur. Kalp, sadece kan pompalayan bir organdır ve beyin işlevlerinin hiçbirine sahip değildir. Bu yanlış, müteşabihlikle de izah edilemez. Kalple ilgili birkaç ayetin müteşabihliği olsa da, Kur’an’ın tamamında ve onlarca ayette bu şekilde geçmesi, böyle bilindiğinin göstergesidir.”

CEVAP 13:
Yukarıda, ateistlerin eleştirdikleri ayetlerin meallerini burada tekrar okuyalım:
Bakara/97 – “Söyle; her kim Cebrail’e düşman ise iyi bilsin ki, Kur’ân’ı senin kalbine Allah’ın izniyle kendinden önceki vahiyleri onaylayıcı, müminlere hidayet ve müjde kaynağı olmak üzere o indirdi.”

Bakara/260 – Bir zamanlar İbrahim de: “Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!” demişti. Allah: “İnanmadın mı ki?” buyurdu. İbrahim: “İnandım, fakat kalbim iyice yatışsın diye istiyorum.” dedi. Allah buyurdu ki: “Öyle ise kuşlardan dördünü tut da onları kendine çevir, iyice tanıdıktan sonra (kesip) her dağın başına onlardan birer parça dağıt, sonra da onları çağır, koşa koşa sana gelecekler ve bil ki, Allah gerçekten çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.”

Şura/24 – Yoksa onlar, senin hakkında: “Allah’a karşı yalan uydurdu.” mu diyorlar? Eğer Allah dilerse senin de kalbini mühürler; batılı yok eder ve sözleriyle hakkı gerçekleştirir. Şüphesiz ki O kalplerde bulunan şeyleri hakkıyla bilir.

Tegabün/11 – Allah’ın izni olmayınca hiç bir musibet isabet etmez. Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya götürür. Allah her şeyi bilendir.

Görüldüğü gibi bu ayetlerde kendisine hitab edilen ne beyindir, ne de yürektir. Belirtilen kalb gönüldür. Zira insanın anlayışı idraki beyin olamaz. Beyin sadece vasıtadır.

Materyalistlerin Kur’an’ı anlaması bu kadarcık işte.
Oysaki ne beynin ne de yürek denilen kalbin, bilincin kendisi değildir, olamazda…
Kur’an’da kast edilen kalp, yürek denilen et parçası değil madde ötesi idrakin ta kendisi oln insanın ta kendisidir.
İnsan öldüğünde beyinimizde, yüreğimiz de (kalbimizde) olduğu yerde durur ama artık ne bilinci vardır ne de bu aleme dair bir idraki vardır. Hepsi ruh ile uçup gitmiştir.
Peki yürek ve beynin görevi nedir?
Yürek ruhun merkezi, beyin ise ruhun dünyaya açılan penceresidir. Bunun kanıtı bazı kaza durumlarında beyin ölümü olmasına karşın kalbin çalışmasının devam etmesidir. Ruh bu alemi beyin aracılığı ile algılar oradan görür, işitir ama değerlendirimeyi bu madde alemina ait olmayan gönül(ruh) denilen yüksek anlayışla yapar. Yani; bir evin içinde oturan adamın pencerenin kıyısına oturup sokağı görmesi gibi olup bitenleri onun aracılığı ile görür işitir.
Kur’an hiçbir zaman insan kalbine hitap ederken yürek denilen et parçasını kast etmemiştir. Mezkür ayetlerde geçen kalple kast edilen insanın idraki ve anlayışıdır.

Takıntı 14:

Her Canlının Çift Yaratılma Eleştirisi:

– Biz her şeyden iki çift yarattık. Umulur ki, iyice düşünürsünüz. (Zariyat-49)

Materyalist cahil bu ayet hakkında şöyle bir yorum yapmış:
“Her canlı çift değildir. Bakteriler, tüm canlılardan kat kat fazla sayıda ve etkinliğe sahip varlıklardır. Eşleri olmayıp bölünerek çoğalırlar. Ama görülüyor ki Kur’an’ın yazarı, ya bakterileri, virüsleri bilmiyor ya da onları canlıdan saymıyor.”

CEVAP 14:
Allahu Teala “Her şeyden çift yarattık” buyurmuştur. Materyalist ise bu ayeti anlamadığı gibi günümüz biliminin geldiği yeri de bilmemektedir. Oysa modern Bilime göre Canlıların üreme şekli iki çeşittir, yani çifttir. Eşeyli ve eşeysiz üreme diye iki bölüme ayrılır.
İnsanlar ve hayvanlar eşeyli üreme türüne  girerken ateistin anlayamadığı bakteriler iseşi olmayıp bölünerek çoğalanlar bölümüne girerler.
Eşeyli Üreme: Gen bilgileri birbirinden farklı iki tane üreme hücresinin (gamet) bir araya gelerek meydana getirdiği yeni bireylerin oluşması olayına denmektedir. Eşeyli üreme 4 çeşittir. Bunlar; İzogami, Heterogami, Konjugasyon ve Partenogenezdir. Hayvanların ve bitkilerin hemen hemen bir çoğunda bu üreme çeşidini görmek mümkündür.
Eşeysiz Üreme: Bir üreme hücresinin başka bir üreme hücresi olmadan döllenme olayına denmektedir. Eşeysiz üreme de 4 çeşittir. Bunlar; Bölünerek üreme, Tomurcuklanma ile üreme, Sporla üreme ve Vejetatif Üreme şeklidir.Su bitleri, su pireleri, bakteriler, bazı böcek türleri, deniz anası, deniz yıldızı gibi canlılarda bu üreme çeşidi görülmektedir.
Varlık çift yaratılmıştır.
Gökler ve yerler. Su ve ateş, Toprak ve hava. Gece ve gündüz, sabah ve akşam. Yaz ve kış. Sonbahar ve ilk bahar. Madde de çifttir. Katı madde ve sıvı madde. Akıllı varlıklar da kendi aralarında ikiye ayrılır.
Akıllı varlıklar da çifttir. Madde ve ruhtan yaratılmış insanlar ve ışık ve dumandan yaratılıp gözle görünmeyen melekler ve cinler. Onlarda kendi aralarında ikiye ayrılmıştır. Melekler ve cinler. Onlarda kendi aralarında çift yaratılmıştır. Cinsiyeti olmayan melekler ve erkekli ve dişili olan cinlerdir.
Elektrik de çift yaratılmıştır: Negatif ve pozitif elektrik.
Bu konu buraya sığmaz. Bunun örneklerini vermekle bitiremeyiz. Materyalist zihniyet Kur’an’ın bu mucizesini takdir edip iman edeceği yerde ne yazık ki küfür  ve inkarda inatlaşmaya devam ediyor.

Takıntı 15:

Materyalist zihniyetin eleştirisi:
Ortadoğu dışında yetişenlerden hiç bahsedilmemesi: Kur’an’da adı geçen bütün bitki, hayvan ve diğer doğa varlıkları Ortadoğu’ya özgüdür. Diğer bölgelere ait olan canlı-cansız varlıklardan söz edilmez. Örneğin çölden bahsedilir ama gölden, ormandan bahsedilmez. Kar, buz, dolu, sis gibi bölgede görülmeyen doğa olayları Kur’an’da geçmez. Portakal, mandalina, karpuz, kavun, ceviz, fındık, patates gibi bölge dışı bitkisel ürünlerden, kanguru, lama, pelikan, fok gibi bölge dışı hayvanlardan bahsedilmez.

CEVAP 15:
Buradaki eleştirisinde materyalist zihniyet Kur’an’ı Kerimi bir botanik(otbilimi) ve zooloji(hayvanbilimi) kitabı sanmış ve Orta Doğu dışındaki bitki ve hayvanlardan söz edilmediğini kanaatine vararak aklınca Kuranı eleştirmiş ve böylece ne kadar anlayış fukarası olduğunu bir kez daha sergilemiştir.

Oysaki Kur’an-ı Kerim, insanları ve cinleri Allah’ı tanımaya ve Allah’a kulluğa çağıran güzel ahlakı ve güzel muameleyi emreden, kötülük işlemeyi men eden bir kitaptır. Ara ara hayvanlardan, bitkilerden dağlardan, denizlerden söz etmesi ise düşünüp bazı hikmetleri anlamaya çağırır.

Takıntı 16:

Dünyanın ve Evrenin Bilinmemesi

Ateist şöyle eleştirmektedir:
“Güneşin kara bir balçığa batması: Eski toplumlar, dünyanın da güneş, ay ve yıldızlar gibi bir gök cismi olduğunu bilmezlerdi. Yere göre güneşin hareket ettiğini sanır, doğuda bir yerden doğup batıda bir yerde battığını düşünürlerdi. Bazı filozoflar, asıl dönenin güneş değil dünya olduğunu keşfetmiş olsalar da, insanların çoğu bu bilgiden habersizdi. Kur’an’da anlatılan Zülkarneyn hikayesinde de güneşin dünyada bir çamur gözesine battığı yazılır.
Ayetten; dünyayı göğün altında uçsuz bucaksız bir yer olarak gören ve göz yanılmasından dolayı güneşin dünyanın batısında bir çamur gözesine battığını sanan bir yanlış bilgiye sahip olunduğu anlaşılmaktadır. Bu ayet, İslamcılar tarafından güneşin sanki okyanusta batıyormuş gibi görünmesi olarak açıklanmaya çalışılır. Öyle olsa, ayette “sanki” sözcüğü olurdu ama yoktur ve bazı mealciler bu kelimeyi parantez içinde ayete ekler.”

CEVAP 16:

Allahu Teala buyurdu ki(mealen):

– “Nihayet güneşin battığı yere vardığı zaman, güneşi, kara bir balçıkta batıyor buldu. Bir de bunun yanında bir kavim buldu. Biz ona dedik ki: “Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya onların hakkında iyi davranırsın.”
(Kehf-86)


Geçmişte teknoloji eksikliği sebebiyle coğrafyayı iyi tanıyamamış toplumlar güneş batarken arka planda deniz veya ufku gözükmeyen bir göl veya bataklığı gördüklerinde güneşin oraya battığını sanmış olabilirler. Bugün dahi öyle bilen cahil toplumlar yok değildir.

Oysa Kur’an burada coğrafi bir yeri tarif etmektedir. Güneşin bataklık üzerinde kayboluşunu Zülkarneyn aleyhisselamın bakışı ile, “..Zülkarneyn, güneşin battığı yere vardığı zaman güneşi, kara bir balçıkta batıyor buldu…” şeklinde ifade eder. Ama gel gör ki ateist zihniyet ayeti anlayamamış ve Zülkarneyn’in aleyhisselamın teşbihini Allahu Tealanın yanılması olarak addetmiş ve küfürde daha da çukura batarak anlayış bozukluğunu izhar etmiştir..

Kur’an’ın güneş ay ve dünya hakkındaki ifadesi şudur (mealen):

– “Ne güneşin aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçebilir; onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler.” (Yasin/40)

Bu ayeti kerimede Güneşin, ayın, gece ve gündüzü üzerinde taşıyan dünyanın her birinin ayrı birer yörüngede olduğu belirtilir. Zülkarneyn’i anlatan ayetteki güneşin bataklığa aslında batmadığını öyle gözüktüğünü açıklar.

Materyalist diyor ki: “Dünyanın tüm evrenden daha uzun zamanda ve daha önce yaratılması”: 
Allahu Teala Buyurdu ki (Mealen):
– O inkar edenler görmüyorlar mı ki (başlangıçta) göklerle yer birbiriyle bitişikken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı? (Enbiya Suresi, 30)

Ayette görüldüğü üzere gökler ve yer bitişikken Allah onu birbirinden ayırdı. Yani gökler yer dinsizin sandığı gibi değil onlar kün(ol) emriyle aynı anda yaratıldı.


Materyalist diyor ki:
Evrende milyarlarca galaksi olduğu ve her galaksinin milyarlarca güneş sistemine sahip olduğu ve dolayısıyla dünyamız gibi sayısız gezegenin olduğu artık biliniyor. Bu bilgilerden yoksun olan eski toplumların yaratılış mitlerinde ise sadece yer-gök geçiyor. Altta uçsuz bucaksız bir yer ve üstte gök kubbe. Füssilet suresinde de yer ve göğün yaratılışı bu bakış açısıyla anlatılıyor. 
Ayetlerde dünyanın dört günde ama 7 göğün yani evrenin iki günde yaratıldığı öne sürülüyor.
Evrenle kıyaslandığında; okyanusta bir çakıl tanesi gibi olan dünyanın yaratılışının hem evrenden önce, hem de evrenin iki misli zamanda yaratıldığı iddiası bilimsel olabilir mi?

CEVAPAteist burada da yanılmaktadır. Zira Kuran göklerin 7 kat olduğunu onun en altındaki birinci göğün yıldızlar ve galaksilerle donatıldığını haber verir. Peygamberimiz ise gökler hakkında birinci göğün ikinci göğün içinde yıldızlar galaksiler semasının büyük bir sahranın içinde bir halka kadar yer kapladığını belirtir. İkinci üçüncünün üç dördüncünün beş altıncının altı yedinci içinde çok küçük kaldığını bildirmiştir. Bu kadar genişlikte gökler ve yerin genişliğinde ise Kuran cennetlerin olduğunu bildirmiştir. Şimdi gök biliminde bugünkü bilim dahi çok cüce kalmaktadır.

 Allahu Teala Araf Suresinde Göklerin ve yerin yaratılışında Şöyle buyurur(mealen):
– “Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah’tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, Güneş’e, aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir. (Araf Suresi, 54)
Ayeti Kerimede göklerin ve yerin altı günde (evrede) yaratıldığı belirtilir.

BİR SORU:
Kur’an’da bir ayette önce yer sonra gök yaratıldı deniyor; ama başka bir ayette önce gök sonra yer diyor, bunu nasıl anlamalıyız?
Kainatın 6 günde değil 8 günde yaratıldığı iddiasını nasıl anlamalıyız?

CEVAP:
Kur’an’da 7 âyette kainatın 6 günde yaratıldığı bildiriliyor. Fussilet Suresinde ise detaylı olarak altı gün açıklanıyor. Bunun ikisi yer küre, ikisi içindekiler olmak üzere kısaca yer küre için 4 günden toplam bahsedilir. Yani ikisi yerin yaratılması, ikisi de içindekiler için. Geri kalan iki günde de gökler yaratılır. Hepsi altı gün eder.

Kurtubi Tefsirinde Bu Âyet-i Kerimeyi Şöyle Açıklıyor:

Basra’dan Bağdat’a 10 günde, Küfe’ye de 15 günde gittim, denince, Bağdat’la Kufe arasının 15 gün olduğu anlaşılmaz. Aksine 15 -10 = 5 gün olduğu anlaşılır. Basra-Bağdat arası 10 gün, Bağdat-Kufe arası 15 gün denirse, toplam 25 olur ki yanlış olur. Çünkü Basra ile Bağdat arası 10 gün, Bağdat ile Kufe arası ise 5 gündür.
(bk. el-Câmiu li Ahkâm-il-Kur’ân, ilgili ayetin tefsiri).

Benzer bir açıklamayı Müfessir Beydavi de yapar: Buradaki dört gün, önceki iki günle beraber dört gündür. Bu, şöyle demene benzer: “Basra’dan Bağdad’a on gün yürüdüm. Kûfe’ye de on beş gün yürüdüm.” Bu merhale anlatılırken “iki günde” demek yerine, “dört günde” denilmesi önceki iki günle bitişik olduğunu hissettirmek içindir. (Envaru’t-tenzil, ilgili ayetlerin tefsiri)

Yer ve Göklerin Yaratılışı:
Kurtubî, bu babta değişik görüşleri belirtmekle birlikte, Katade’nin dediği gibi, Allah önce göğü duhan (gazlar) halinde; arkasından yeri yarattı. Daha sonra göğü düzenleyip, ardından da yeri düzene soktu.” (Kurtubî Tefsiri, I/256) demek suretiyle kendi görüşünü de ortaya koymuştur. Dikkat edilirse, bu açıklamada, bir yönüyle yerin, bir yönüyle de göğün daha önce yaratıldığına işaret edilmiştir.

Bu açıklamalar ışığında Kur’an ayetlerini açıklayan tefsircilerin yorumları ile müspet ilim adamlarının yorumları arasında mutabakat hâsıl olabilir. Şöyle ki: “Yer ile göğün ikisi de birbirine bitişikti, sonra onları ayırdık.” mânasına gelen âyetin ifadesinden anlaşıldığına göre, yerkürenin de içinde bulunduğu güneş sistemi, İlâhî kudret tarafından esir maddesinden yoğrulmuş bir hamur şeklinde imiş. Esir maddesi, diğer varlıklara göre daha akıcı ve su gibi bütün varlıkların aralarına nüfuz eden bir maddedir.

“Allah’ın Arşı daha önce su üzerindeydi.” (Hud, 11/7) mealindeki âyette su, esir maddesine işaret etmektedir. Demek ki, Cenab-ı Hakk’ın Arşı, su hükmünde olan şu esir maddesi üzerinde imiş; esir maddesi yaratıldıktan sonra, Yüce Yaratıcının ilk icatlarının tecellisine merkez olmuştur. Yani Sani-i Zülcelâl esir maddesini yarattıktan sonra, o esir maddesini elementler şekline dönüştürmüş; sonra onlardan bir kısmını yoğunlaştırıp katı maddeler haline getirmiştir. Bunlardan da birer meskûn mahal olmak üzere yedi küre yaratmıştır. Yer de bunlardan biridir. İşte yerin -hepsinden evvel yoğunlaşıp katılaşması ve hızlı bir şekilde kabuk bağlayarak uzun zamanlardan beri hayata kaynak olması itibariyle, yaratılış ve teşekkülü göklerden evveldir.

Fakat yerküresinin mükemmel bir hale gelmesi, insanların yaşamalarına elverişli bir vaziyete gelmesi, göklerin tesviye ve tanziminden/en son şeklinin verilmesinden sonradır. Bu yönüyle yaratılışı, göklerden sonra başlar.

Bununla beraber, -yukarıda ifade edildiği üzere- güneş sistemi olarak tabir edilen güneş ve güneşe bağlı yerküresi ve diğer yıldızlar topluluğu aynı cevher imiş, yani gökler ile yerin ikisi beraber imişler. Bu açıklamalardan anlaşıldığı üzere, yukarıda mealleri verilen konuyla ilgili ayetler arasında ilk etapta çelişki gibi görülen konunun, gerçekte bir çelişki değil, bilakis, yaratılış safhalarının değişik şekillerine işaret etmek için kullanılan bir i’caz üslubunun yansımaları sözkonusudur. (bk. Nursi, İşârâtu’l-İ’caz, 286-287).

Ebû’s-Suud efendi de benzer ifadelerle aynı konuyu işlemiştir, (bk. İrşâdu’l-Akli’s-Selîm ila Mezâye’l-Kur’ani’l-Kerîm, IX/102-103 (Bk. Sorularla İslamiyet St.).

Allahu Teala buyurdu ki (mealen):
Gök
leri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yarattık, Bize hiçbir yorgunluk da dokunmadı. (Kaf/38)

Bu ayeti kerimeden anladığımız Kurtubî’nin, Katade’nin dediği gibi, Allah önce göğü duhan (gazlar) halinde; arkasından yeri yarattı. Daha sonra göğü düzenleyip, ardından da yeri düzene soktu.” (Kurtubî Tefsiri, I/256) yorumuna mutabık düşmektedir.

Buna göre Rabbül-âlemîn önce gökleri(gaz halinde), sonra yer küreyi yarattı, daha sonra göğü düzenleyip yeri ve üzerindekileri düzene soktu. Allahu Teala bütün bunları altı evrede yarattı.
Ayrıca yahudi ve hiristiyanlara göre Allah gökleri ve yeri 6 günde yarattıktan sonra yorulup istirahat ettiği iddia edilir . Oysaki bu ayette Allah onları yorulmaktan münezzeh olduğunu belirterek yalanlamaktadır.

– O inkar edenler görmüyorlar mı ki (başlangıçta) göklerle yer birbiriyle bitişikken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı? (Enbiya Suresi, 30)

Modern bilimle izah edilen evrenin başlangıcı olan büyük patlama ile bu ayetin manası mutabık olmaktadır. Buradan bakıldığında yer ve göklerin ayrıntılarının değilde temelinin yaratılışının aynı anda olduğu görülmektedir.
Ayrıca bunun keşfinin önce gayri müslimler tarafından yapılacağına dair ayeti kerimede işaret vardır. Bu da Kur’an’ın açık bir mucizesidir. Kur’an(mealen), “O inkar edenler görmüyorlar mı ki (başlangıçta) göklerle yer birbiriyle bitişikken, biz onları ayırdık” ibaresiyle bu tür bilimsel keşiflerin Kuran’a inanmayanlar tarafından yapılacağını işaret etmektedir.
Bundan sonra evrenin yaratılışı hakkında şu ayeti kerimeye bakabiliriz.

Fussilet suresinin 9. ve 10. ayetlerinden yerin iki evrede yeryüzü şekilleriyle üzerinde olanların toplam dört günde yaratıldığını anlamaktayız. Lakin burada şunu ifade edelim ki bu evreler birbirleri ile aynı süre midir yoksa birbirlerinden farklı süre midir onu ancak Allahu Teala bilir.
Allahu Teala buyurdu ki(mealen):
– “De ki: “Siz yeri iki günde (iki evrede) yaratanı gerçekten inkâr edip duracak mısınız?(…)” Fussilet/9
– “O(Allah), yerin üstünde sabit dağlar yarattı. Orada bereketler meydana getirdi. Orada araştırıp soranlar için rızıkları tam dört günde(evrede) belli bir seviyede takdir edip, düzene koydu.”  Fussilet/10

– “Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yerküreye: “İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin.” dedi. Her ikisi de: “İsteyerek geldik” dediler. “ Fussilet/11

Fussilet suresi on birinci ayeti kerimede ise yer ve göğe bilinç verip  İlahi hükmünün onlarda tecelli ettiğini anlamaktayız.

 “Böylece Allah onları iki günde(evrede) yedi gök olmak üzere yerine koydu. Her göğe kendi işini bildirdi. Biz en yakın göğü kandillerle süsledik ve koruduk. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah’ın takdiridir.” Fussilet/12

Bu ayeti kerimede ise Allahu teala, görevlerinin bilinci içinde olan göklere işlerini bildirdi. “Biz en yakın göğü kandillerle süsledik ve koruduk.” ayetiyle bize göre uçsuz bucaksız gibi görünen birinci göğü yıldız ve yıldız toplulukları olan galaksilerle donattığını bildirdi.

Takıntı 17:

Yıldızların Şeytanlar İçin Atış Tanesi Olduğu:

ELEŞTİRİ:
Kandille kastedilen yıldız. Ama sanki yıldızın ne olduğu bilinmiyor. Boyutları çok küçük sanılıyor. Güneş ile yıldızlar farklı düşünülüyor. Koca yıldız, belki de dünyanın 30-40 misli büyüklüğünde, ama ayette şeytanlara atış tanesi olarak yapıldığını söylüyor.

CEVAP:
– Andolsun biz, en yakın göğü kandillerle donattık ve onları, şeytanlar için taşlamalar yaptık. Ve onlar için alevli ateş azabını hazırladık.  (Mülk/5)
Mezkür ayeti kerimede ifade edilen en yakın gök, dünyanın ve güneşin ve galaksilerin içinde bulunduğu en yakın semadır. Allahu Teala birinci göğü yani dünya göğünü misbahlarla (ışık saçan yıldızlarla) süslediğini belirtir ve  “onları, şeytanlar için taşlamalar yaptık” ibaresyle yıldızlardan kopan gaz ve toz bulutlarını yoğunlaştırarak şeytanlar için atılacak taşlar kıldığını beyan eder.

Ateistler Kuran da geçen yıldız, meteor veya gezegen kavramlarını birbirine karıştırmaktadır. Türkçede bu üçüne birden yıldız denir. Oysa Arapçada yıldıza necm, metora şihab, gezegene ise kevkeb denir.
Bundan dolayı bizde ve diğer milletlerde eskiden meteora yıldız kayması denirdi. Bazı gezegenlere de yanlışlıkla sabah yıldızı çoban yıldızı gibi isimler verilmiştir. Oysa Kuran bunlara yıldız(necm) değil, kevkeb(gezegen) demiştir. Meteorlara ise şihab demiştir.

Hak teala, “Onları, şeytanlar için taşlamalar yaptık..” buyururken, yıldızlar taş gibi atılmıyor. Uzaydaki yıldızlardan kopan enerji zamanla yoğunlaşıp tıpkı soğuyarak taşlaşıyor. Bunlara meteor (şihab) denilmektedir. Bunlardan bazıları dünyaya da çarpmaktadır. Materyalist zihniyeti Kur’anın açık ifadesini bile anlamaktan perdelidir. Çünkü kalplerini imana açmak istemiyorlar.

 

Takıntı 18:

Göğün Yere Düşmemesi İçin Tutulduğu:
Materyalist Diyor ki:
– “Göğün tutulmadığı takdirde dünya üzerine düşeceğini hangi bilim adamı söyleyebilir? Milyarlarca galaksi, katrilyonlarca yıldız ve gezegenlerin dünyaya düşebileceği düşünülebilir mi? Ama dünya gökte bir cisim değil de, gök dünyanın üstünde sanılırsa; göktekilerin yere düşeceği zannına kapılınılabilir ki Kur’an’ın yazarı da bu yanılgıya düşmüştür.”

CEVAP:
Allahu Teala Buyurdu ki (mealen):
– Görmedin mi ki, Allah bütün yerdekileri ve emriyle denizlerde akıp giden gemileri hep sizin buyruğunuz altına verdi. Göğü de izni olmaksızın yere düşmekten o (koruyup havada) tutuyor. Şüphesiz Allah insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
( Hacc/65 )

Bu zihniyet işin aslını bilmediği için Kur’an’ı İlahi kelam değil de haşa Peygamberimizin uydurduğunu sanarak böyle bir ön yargıya varmıştır. Ayette belirtildiği gibi Allah suya kaldırma gücü vermeseydi suda yüzmek ve gemileri yüzdürmek mümkün olamazdı. Havayı yaratmasaydı uçaklar uçamazdı, radyo dalgalarını yaratmasaydı telefon televizyon olamazdı. Göğün yere düşmemesi ise atmosferle alakalıdır. Allahu teala yere verdiği çekim gücünden atmosferi, atmosfere verdiği kaçış gücü ile dengelemektedir… Mezkür ayetle bu dengeye işaret edildiği görülmektedir.

Takıntı 19:


5- Cennetin Genişliği Göklerle Yer Kadar mı?
Âl-i Imrân suresi 133. ayeti eleştiren İslam düşmanı şöyle diyor:
“Yer’den kastedilen dünya gezegeni olduğuna göre; dünya da, uzayda diğer gök cisimlerinden biri olduğuna göre; “gök ile yer kadar” demek saçma bir ifadedir. Bu da, önceki örneklerde olduğu gibi göğün dünya üzerinde bir kubbe olarak algılanmasından kaynaklanmaktadır.”

CEVAP:
Ayette cennet için, materyalistin iddia ettiği gibi “gök ile yer kadar” denilmiyor, “genişliği göklerle yer arası kadar olan” diye buyruluyor.
Allahu Teala buyurdu ki(mealen):
– “Rabbinizin bağışına ve genişliği göklerle yer arası kadar olan, Allah’tan gereği gibi korkanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun!”  
(Âl-i İmran/133)
Rabbimiz, “Genişliği göklerle yer arası kadar olan, Allah’tan gereği gibi korkanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun!” mealindeki ayetten anlaşılan mana, Cennetin; yaşadığımız dünya ile 7. kat göğün sonuna dek olan mesafe kadar olduğu anlaşılmaktadır. Bu mesafe trilyonlarca ışık yılı genişliğinde bir alan tutar ki bunun gibi yedi tane cennetten söz edilir. Bunu aklı bozuk bir maddeye tapan kimsenin anlamasını nasıl bekleyebiliriz.?

Gökler hakkında Peygamberimizin yeterli bilgisi olmadığını iddia eden İslam düşmanını Rasulullahın şu hadis-i şerifi ile tekzip ederiz.

Peygamberimiz buyurdu ki (mealen):
– “Yâ Eba Zer! İçinde bulunduğunuz birinci semanın ikinci semaya olan büyüklüğü ancak büyük bir sahrada bırakılmış bir halka gibidir. İkinci semanın üçüncüye, üçüncü semanın dördüncüye, dördüncü semanın beşinciye, beşincinin altıncıya, altıncı semanın büyüklüğü yedinci semaya göre ancak geniş bir sahrada bir halka mesabesindedir.  
Yedi göğün Kürsî’ye olan nispeti ise, ancak sahraya bırakılmış bir halka gibidir. Arşın Kürsî’ye büyüklüğü / üstünlüğü ise bu geniş düzlük arazinin halkaya olan büyüklüğü, üstünlüğü gibidir.” 
Kaynak: (bk.  İbn Hibbân, Sahîh, thk. Şuayb Arnavut, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1993, c. I, s. 76, nr. 79; Taberî, Kurtubî, İbn Kesir, Ayete’l-Kürsî  tefsiri; Beyhaki, Esma ve’s-Sıfat, h. no:861, 862

Dünya’ya en yakın yıldız sistemi olan Alpha Centauri, 4,1 ışık yılı uzaklıkta yer alıyor. İkinci en yakın yıldız sistemi ise 6 ışık yılı uzaklıktaki Barnard Yıldızı.
Işık yılı, bir zaman değil mesafe ölçüsüdür. Işığın “bir yılda” aldığı yolu; yani yaklaşık 9.5 trilyon kilometrelik mesafeyi ifade eder. Yani, gök bilimciler bir yıldız için 10 ışık yılı uzakta diyorsa, aslında kastettikleri yıldızın 95 trilyon kilometre ötede olduğudur.
Dünyaya en yakın yıldıza 4.1 ışık yılında gidilirse birinci göğü ve her biri diğerinden milyarlarca daha büyük yedi göğü kaç katrilyonlarca ışık yılında geçilir acaba?
Tabi ki bu kadar uzaklığı bir dinsizin anlamasını beklemiyoruz çünkü o sıkıştığında ona göre en kolay olanı seçecektir.

Takıntı 20:


Ayın bir Nur, bir Işık Kaynağı Olduğu:

Ay’ın bir nur olmadığı sadece geceleri güneşten aldığı ışığı yansıttığı biliniyor. Ama gündüz ay’ı göremeyen ve gece aydınlık verdiğini görenler onu nur sanıyor.

CEVAP:
O Allah’dır ki, senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye güneşi bir ışık, ayı da bir nur yaptı. Ve aya menziller tayin etti. Allah bunu hak olarak yarattı. O, bilecek olan bir kavim için âyetlerini ayrıntılı olarak açıklar. (Yunus/5)

Aklı bozuk muhakemesi bozuk İslam düşmanı materyalist aklınca Kur’an’da yanlış bulduğunu sanmış “Ay’ın bir nur olmadığı sadece geceleri güneşten aldığı ışığı yansıttığı biliniyor. Ama gündüz ay’ı göremeyen ve gece aydınlık verdiğini görenler onu nur sanıyor.”  diyerek cehaletini kendisi onaylamıştır.
Bu bilgisiz materyalist nur ne demektir ondan dahi haberi yok. Nur demek bütün İslam kaynaklarında ışık veren değil ışığını başkasından alan demektir.  Allahu teala, ay’ı nur, yani ışığı yansıtan, güneşi ise ışık saçan kıldığını açıkça beyan etmesine karşın materyalist zihniyet, şaşkın ve kör kütük bir sarhoş gibi her tarafa toslayıp rezil olmaktadır.

Takıntı 21:

Ateiste Göre Matematiğin Bilinmemesinden Doğan Çelişkiler:

CEVAP: 
Materyalist zihniyet, Kur’anda miras taksiminde hata olduğunu zannedip, Nisa suresi 11 ve 12. âyet-i kerime meallerini yazarak diyor ki:
“Kur’an’da Nisa suresi 11 ve 12. ayetlerinde miras paylaşımına dair verilen oranlara göre hesap yapıldığında matematik hatası olduğu görülür. Oranlar hatalıdır ve hesap tutmaz. Oran hatalarını giderebilmek için avliye ve reddiye yöntemine başvurulur.
İlköğretim seviyesindeki bir oran hesabında hata yapılmış olması, Kur’an’ın insan ürünü olduğunun en önemli kanıtıdır.”
Varsayalım ki, bir adam öldü ve geride üç kız evlat, bir ana, bir baba ve karısını bıraktı… Üç kız evlada mirasın 2/3’ü, ana ve babanın her birine 1/6, karısına 1/8 kalacaktır. (2/3)+(1/6)+(1/6)+(1/8 ) = 1,125 bulunur! (1,0 olması gerekirdi!) Ölen adamın 1000 lira parası var ama hesaba göre 1125 lira miras dağıtılması gerekiyor. O fazladan 125 lira Allah mı yollayacak?” 

CEVAP
Feraiz İlminde Avl hesabı:
Ateist, feraiz ilmini bilmediği için böyle yanlış hesap yapıyor. Önce feraiz ilmine göre hesabı yapalım, sonra gerekçelerini bildirelim. Feraiz ilmine göre, feraiz programları yapılmıştır. Biri sitemizde Faydalı Linkler kısmında mevcuttur.

3 KIZ + 1 ANA + 1 BABA + 1 ZEVCE varsa, Kızların her biri, 16/ 81 hisse alır. Üç tanesi 48/81 ini alır. Anne, 12/ 81, baba, 12/81, zevce, 9/ 81 alır. 48 +12+12+9 = 81 eder.

Ateistler avl nedir bunu bilmiyorlar. S. Ebediyye kitabında avl bahsi şöyle anlatılıyor:
Meselâ, zevce ve ana ve iki kız kardeş ve anadan iki kız kardeş bulunduğu zaman, mîrâs on ikiye taksîm edilip, zevceye üç hisse, anaya iki hisse, iki kız kardeşe sekiz hisse [her birine dört hisse], ana bir kız kardeşe dört hisse [her birine ikişer hisse] verilir ki, hisseler mecmû’u 17 oluyor. Şu hâlde, meselenin aslı on yediye (Avl) etti denir ve mîrâs on yediye taksîm edilir.

Mesela, zevc ve beş kız kardeş bulunduğu zaman, meselenin aslı altıdan ise de, hisselerin toplamı yediye avl ediyor [yani hisselerin toplamı yedi oluyor] ve beş kız kardeşe, dört hisse düşüyor. Dört hisse, beş kız kardeşe bölünemeyeceği için, meselenin aslı, 5 x 7 = 35 olur. Beş kıza, [4 x 5 = 20] yirmi hisse verilir. Zevc, [3 x 5 = 15] on beş hisse alır.

Fetâvâ-yı Hindiyye)de diyor ki, meyyitenin zevci, kız kardeşi ve babadan kız kardeşi olsa, zevc yarısını ve kız kardeş de yarısını, babadan kız kardeş altıda birini alıp, meselenin aslı, altıdan yediye avl eder. Babadan erkek kardeş de bulunsaydı, babadan kız kardeşi, farz hissesinden düşürüp asabe yapardı. Zevcden ve kız kardeşten geriye bir şey kalmadığı için, babadan kız kardeş, hiçbir şey alamazdı.

Avl: Meyyitin oğlu yoksa, zevc ve zevce, kız ve kardeşler olursa, avl durumu gündeme gelmekte ve hisse sayısı otomatik yükselmektedir. Bununla ilgili örnekler:

1 zevc 3/7, 2 tane kız kardeş – her biri 2/7 Ortak payda 6 idi, fakat avl ederek 7 oldu. Ortak payda = 6, Toplam 7 hisse. Meselenin aslı 6 dan ise de hisselerin toplamı 7 ye avl ediyor. Yani hisselerin toplamı 7 oluyor.

1 zevce 3/17, 2 tane kız kardeş – her biri 4/17, 2 tane anadan kardeş – her biri 2/17
1 ana 2/17 Ortak payda 12 idi, fakat avl ederek 17 oldu. Ortak payda = 12 toplam 17
1 zevc 9/21, 6 kız kardeş – her biri 2/21, Ortak payda 18 idi, ama avl ederek 21 oldu.
1 zevc 21/49, 7 kız kardeş – her biri 4/49, Ortak payda 42 idi, fakat avl ederek 49 oldu.
Kaynak: Tam İlmihal Saadeti Ebediye

İZAHAT:

Materyalist zihniyet, Avrupalıların sıfırı, dünyanın yuvarlak olduğunu, ilmi cebiri, İslam Alimlerinden öğrendiğini bilmiyor olmalı. Oysa sıfırsız ne derece matematik olabilirdi? Avrupa bugünkü teknolojiyi İslam Alimlerine borçludur. Zira modern ilmin temelini İslam alimleri atmıştır.
Söz konusu miras ayetleri İslamda ayrı bir ilim dalıdır. Anlaşılan materyalist zihniyet burayı hiç anlamamış olmasından dolayı bozuk aklı orantılara takılmış ve işin içinden çıkamadığı içinde her zaman yaptıkları gibi kolay olan inkar ve karalama yolunu seçmiştir. Oysa bu konu yani, yukarıda alıntı yaptığımız bilgi, fıkıh kitaplarında bütün ayrıntılarına dek işlenmiştir.

Takıntı 22:

Ateist Zihniyetin İlk İnsanın Çamurdan Yaratılmasına İtirazı:

CEVAP: Su, toprak, ısı ve havanın karışımından oluşan maddeye çamur denir. Bütün canlıların bu dört karışımdan meydana geldiğini herkes bilir ama materyalist zihniyetin aklı almaz. Çünkü Kur’an söylemiştir. Onlara göre ilk insanın çamurdan yaratılması bilimsel değilmiş. Ne yani plastik ya da bakırdan, ya da demirden yaratılması lazım gelirdi? O zaman daha mı bilimsel olacaktı.?!
Allahu Teala Buyurdu ki (mealen):
– And olsun biz insanı, çamurdan, bir sülâleden (süzülüp çıkarılmış çamurdan) yarattık. Mü’minun/12
– Sonra onu emin ve sağlam bir karargahta (rahimde) nutfe (sperma) haline getirdik. Mü’minun/13

Materyalist zihniyete göre ayetlerde geçen mucizeler de bilimsel değilmiş. Zırvalarına şöyle devem ediyorlar:

Doğaüstü İnançlardan Doğan Çelişkiler:  Kur’an’da Bilimsel Yasalara Ters, Doğaüstü, İnsanüstü Mucize İddialarına Bolca Rastlanır.

2- Ayın yarılması,
3- Bedir savaşında melek ordusunun Müslümanlara destek olması,
4- Kayalıktan deve çıkarılarak Salih peygambere mucize verilmesi,
5- Firavuna karşı Musa’ya verilen mucizeler, suların kan olması, tüm ilk doğan erkek çocukların ölümü, kurbağa, çekirge istilası ve Kızıldeniz’in yarılması,
6- Meryem’in cinsel ilişkiye girmeden İsa’yı doğurması,
7- İsa’nın bebekken konuşması, ölüleri diriltmesi,
8- Fil vakasında kuşların attıkları taşlarla orduyu helak etmesi,
9- Süleyman’ın kuşlara, cinlere hükmetmesi, ayakta öldüğünde asasını kurt yiyip de düşene kadar öldüğünün anlaşılmaması,
10- Nuh tufanında tüm hayvanlardan birer çiftin gemiye toplanması.”
 

CEVAP:
Bir şey eğer bilimsel ise ona mucize denilemez ona bilimsel denir. Mucize; Allahu Tealanın İlahi adetinin dışında yarattığı olağan üstü şeylerdir. Mucize bilim üstüdür. Materyalistin örümceklenmiş beyni bilimle mucizeyi birbirinden ayıracak temyize sahip olmadığı için ancak bu kadar çalışmakta o da yanlış çalışmaktadır. Mucizeyi beyinsiz Ebu Cehiller anlayamadı ki onların torunları olan karanlık zihniyetli materyalistler Kuranı nasıl anlayabilsinler?

Ateist Diyor ki:
“Islâm’ın ortaya çıktığı tarihten günümüze gelinceye kadar, hiçbir ülkede ve hiçbir dönemde demokratik doğrultuda bir gelişme görülmemiştir.”

CEVAP: Demokrasi denilen kavram insanların ortaya attığı bir yönetim şeklidir. Eksiğide var isabetli olduğu yerlerde var. İslam demokrasiye değil demokrasi islama uyarsa doğrudur.
İslamdan önce insanlık neredeydi sormak lazım bu karanlık zihniyete? İslam yeryüzüne yayılana dek bilim yerlerde sürünmekteydi. İslam ile birlikte çağdaş bilimin kapıları aralandı, binlerce keşiflerin temelleri İslamın başlamasıyla İslam dünyasında atıldı. Rönesans ise Endülüs Emevi İslam devletinin enkazından doğdu. Ateistin bunlardan haberi yok tabiki. Çünkü İslam anıldığı zaman yarasanın ışıktan korktuğu gibi materyalist kimse de İslamdan ürkmektedir. Niçin?
Çünkü yarasalar ışıktan korkarlar ateistte hakikatten öyle korkar.

 Materyalist zihniyet iddiasına şöyle devam ediyor:
“Kur’ân’a dayalı olarak ne laik ve demokratik bir sosyal düzen kurma, ne de toplumsal kalkınma mümkündür. Çünkü Kur’ân, teokratik sistemler dışına çıkılmasına ve akılcılığa olanak tanımadığı gibi, ekonomik olarak da gelişmeye yönelik girişimlere fırsat vermez.”

CEVAP: 
Çok övündükleri layık sistemle idare edilen Batılı ülkelerde ne kadar adalet var sormak lazım bu dinsize. Tam layık dedikleri batılı ülkeler 300-400 yıldır mazlum insanların kanını sömürmüş, patron işçisini köle görmüş, kadınların bir çoğu para için metres edinilerek modern köle haline getirilmiştir.. İşte bunların övdükleri layık sistem. Mazisi zulümle doludur.

Materyalist zihniyet zırvasına şöyle devam ediyor:
“Günümüz dünyasında İslam ülkelerinin durumu bunun kanıtıdır. Gelişmiş, kalkınmış ülkeler içinde tek bir İslam ülkesi yoktur. Üstelik tümü, demokratik yönetimlerden yoksundur. Hala kadına oy hakkı verilmeyen, kadının çalışmasına, araba kullanmasına izin verilmeyen ülkeler mevcuttur. Dünyada köleliğin bile en son Suudi Arabistan’da kaldırılmış olması da bir tesadüf değildir.”

CEVAP:
Günümüz dünyasında İslam yasaları ile idare edilen devlet mi kaldı ki bu zihniyet İslamı eleştiriyor? Söz konusu ülkelerin birçoğu siyonist Amerikanın egemenliği altında yarı bağımsız ülkelerdir. Onlar haçlı zihniyetinin sömürüsünden kurtulamamışlar ki kalkınabilsinler.

Orta çağda İslam ülkeleri batının hayran kaldığı zengin ve müreffeh ülkelerdi. Bunu görmek istemezler de haçlının sömürdüğü sözde İslam ülkelerini örnek verirler. Ateist zihniyetin değer yargıları da kendileri gibi dengesi bozuk maymun gibidir. Ateist zihniyet Suudi Arabistan’ı misal vermiş. Orası veya diğerleri birer İslam ülkesi değildir. Onların birçoğu siyonist ABD’nin sömürgesidir. Orada kadınlara oy hakkı verilse ne olur verilmese ne olur? Bu tür ülkelerde sözde demokrasi olsa ne olur olmasa ne olur? Sonuçta ABD’nin dediği istediği olacaksa o tür ülkelerde seçim olsa ne olur olmasa ne olur?!!!

DAĞLAR HAKKINDA
Bir SORU:
Kur’an’da ‘dağları zelzele olmasın diye yarattık’ deniyor, hâlbuki bu bilim bakımından doğru değildir, dağlarda da zelzele olur…” diyorlar ayeti açıklar mısınız sayın hocam.?



CEVAP:
Dağlar hakkında Elmalı mealine bakalım:

Enbiya/31
– Yeryüzünde, insanlar sarsılmasın diye sabit dağlar yarattık, rahat gidebilsinler diye dağların aralarında geniş yollar var ettik.” 
diye beyan edilir.

Dikkat edilirse bu ayette dağlar sarsılmayacak onda deprem olmayacak denilmiyor, “insanlar sarsılmasın diye” beyan buyruluyor. Eleştiri yapan ateist ise yanlış mealden dolayı “Kur’an dağlarda deprem olmaz demiş oysa dağlarda da deprem olmaktadır bundan dolayı bilimle çelişmiştir “ diyerek yanılmıştır.
Yeryüzünde insanların sarsılmaması, insanların çalkalanmaması için ağır baskılar yani, sabit ve büyük dağların yaratılmasının sebebi hikmeti, dünya üzerinde korkunç kasırgaların olmasına engel olması ve depremlerin asgari düzeye indirilmesi içindir.  

Neml/61:
– “(Onlar mı hayırlı) yoksa, yeryüzünü oturmaya elverişli kılan, aralarında nehirler akıtan, onun için sabit dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan mı?” 

Biz bu mealleri Kuran’daki ayetin kendisine bakarak karşılaştırdık Elmalı Hocanın meali daha doğru olduğunu gördük.
Demek ki  Kuran bilimle çelişmiyor yanlış mealler çelişiyormuş.
Elmalı mealine bakalım:

Lokman/10:
– O, gökleri direksiz yarattı, onları görüyorsunuz. Yeryüzüne de sizi çalkalar diye ağır baskılar (sabit ve büyük dağlar) bıraktı ve orada her bir hayvandan üretti. 

Burada da dağlardan ağır baskılar ibaresi geçer ki sarsılmaz dağ ibaresi yoktur.

Fussilet/10:
– O, yerin üstünde sabit dağlar yarattı. Orada bereketler meydana getirdi. Orada araştırıp soranlar için rızıkları tam dört günde belli bir seviyede takdir edip, düzene koydu.

Ateistin okuduğu meal:

– “Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda ‘göz alıcı ve iç açıcı’ her çiftten (nice bitkiler) bitirdik.” (Kaf Suresi, 7. ayet)

Bu mealde de “sarsılmaz dağlar” ibaresi geçer.
Elmalı mealine bakalım:

Kaf/7 – Yeri de nasıl uzatmış, üzerine sabit dağlar oturtmuşuz. Orada görünüşü güzel her çeşit bitkiden çiftler yetiştirdik.”

SONUÇ: 
Görüldüğü gibi doğru Kur’an mealinde, “Yeryüzünde, insanlar sarsılmasın diye sabit dağlar yarattık” ve “Yeryüzüne de sizi çalkalar diye ağır baskılar (sabit ve büyük dağlar) bıraktı” ibareleri yer alır. Diğer yandan,  “sarsılmaz dağlar”“dağlarda deprem olmaz” ibaresi geçmez.
Öyle ise modern bilim Kuranla çelişmez, modern bilim yanlış Kuran meali ile çelişir bir de materyalistlerin bozuk mantıkları ile çelişir. 

1 SORU:
Hocam, bazı İslam düşmanları Kur’an’ın sadece Araplara gönderildiğini iddia ediyor. Bunu açıklar mısınız ?

CEVAP:
Bu konuda Kur’an’ın açık beyanları vardır. Ayrıca Peygamberimizin O zamanın en büyük devletlerinden olan İran Pers İmparatorluğuna, Roma İmparatorluğuna ve Mısır Kralına ve Habeş kralına açık tebliğ mektubu göndermiştir. Peygamberimiz sadece Araplara gönderilseydi o devletlere tebliğ elçileri gönderi miydi?
Enam/92 mealen:
– Bu Kitap (Kur’ân), kendinden önceki kitapları tasdik eden, şehirler anası (Mekke) halkını ve çevresindeki bütün insanlığı uyarman için indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Ahiret gününe iman edenler bu Kitab’a da iman ederler ve onlar namazlarına da devamlıdırlar.”

Enam Suresi 92. ayetin, “şehirler anası (Mekke) halkını ve çevresindeki bütün insanlığı uyarman için indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” ibaresinde Peygamberimiz, öncelikle Mekke halkından başlayarak tüm insanlığı uyarmakla görevlendirmektedir. Bu ayet bütün açıklığı ile Peygamberimizin tüm insanları uyarmak için görevlendirdiği barizdir.

Al-i Imran/96-97 mealen:
– “Şüphesiz insanlar için kurulan ilk mabed, Mekke’deki çok mübarek ve bütün âlemlere hidayet kaynağı olan Beyt (Kabe)dir.”
– “Onda apaçık deliller, İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren güvene erer. Ona bir yol bulabilenlerin Beyt’i haccetmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağni (kimseye muhtaç değil, her şey ona muhtaç)dir.”

Bu ayetlerde de Araplara değil tüm insanlara atıf olduğu barizdir.

Şura/7 mealen:
– “Böylece biz sana Arapça bir Kur’ân indirdik ki, şehirlerin anası (olan Mekke) halkını ve etrafındakileri uyarasın ve hakkında hiç şüphe olmayan kıyamet gününün dehşetinden onları korkutasın. Bir grup cennettedir, bir grup da cehennemdedir.”

Bu ayette Mekke halkı ve çevresindekilerle kast edilenler, daha  önce nazil olan Enam ve Al-i Imran surelerindeki ayetlere göre tüm insanlık kast edilmektedir.

Takıntı 23:

Materyalis zihniyet Kur’an’ı eleştirmeye şöyle başlıyor:
Diyor ki: “Neml suresi 1. Ayette: Kuran’ın apaçık bir kitap olduğu yazılıdır. O halde kitap apaçık olduğu için ayetleri açıkça, anlaşıldığı şekilde inceleyelim; yoksa zaten Kuran’ın, yazılı ayetin aksine, apaçık olmadığı ortaya çıkar ki bu da bir ayetin daha Kuran’ın geneliyle olan çelişkisini gösterir… Sevgilerimizi sunup makalemize başlıyalım.”


CEVAP: 
Materyalizm Sovyet Rusya ve Kızıl Çin’de yaptığı korkunç işkence ve zulümleri unutarak utanıp sıkılmadan sevgiden söz ediyor. Sevgi sözü sizin ağzınıza çok iğreti geliyor tıpkı siyah üstünde beyaz kadar sırıtıyor.
Bu karanlık zihniyetle Kur’an’ı anlamanız ne mümkün?! Zira Kur’an’ın apaçık olaması sadece Peygamberimiz içindir. Dikkat edilirse ayette, “Tâ, Sîn” denildikten sonra Cenabı Hak Peygamberine,
-Tâ, Sîn. Bunlar sana, Kur’ân’ın ve apaçık bir kitabın âyetleridir”
(Neml/1). buyurmakla Kur’an’ı kerimin sadece Rasulüne apaçık bir kitap olduğu beyan edilir.
Kur’an’ı Kerimi tam olarak herkesin anlamasının mümkün olamayacağı için “insanlara vahiy edileni açıklayasın” ibaresiyle bu mevzu teyid edilir. İşte ilgili ayet, mealen:
“Ey Peygamberim! Sana da Kur’ân’ı indirdik ki, insanlara vahiy edileni açıklayasın. Belki onlar da düşünürler.”
(Nahl/44)

Materyalist karanlık zihniyetli bunları bilmediği için Kuranı anladığını sanıp kör gözle iğne arar gibi Kuran’ı haksız eleştiri terbiyesizliğinde bulunmaktadır.  Sin kim, Kur’an’ı anlamak kim? Size tavsiyemiz; önce Müslüman olmalısınız. Beyninizdeki kirlerden arınıp sonra ehli sünnete tabi olarak salih ameller işleyesiniz ki Allah size hidayet yolunu açsın.

 

Takıntı 24:

 Allahu Teala buyurmuştur ki, mealen: 
– “Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevresinden geçmeye gücünüz yeterse geçin gidin. Allah’ın verdiği bir güç olmadan geçemezsiniz.” 
Rahman(55)/33

Bu ayete ateistin bakışı:
“Burada Dünya, eskiden sanıldığı gibi düz ve Güneş’in doğup battığı iki ucu (doğu·batı kenarı) varmış gibi anlatılmış… Ve Zulkarneyn Güneş’in doğduğu yere ulaşınca, orada Güneş üzerine doğduğundan sıcak ve zor bir koşul olduğu örtüsüzlükle özellikle vurgulanmış bir yerleşim yeri bulmuş. Sonunda battığı yere de nihayet ulaştığından bizzat bu bulunduğu yerde Güneş’in bir bataklıkta battığına kendi gözüyle tanıklık etmiş. Efsanevi… Pek tabii olay zaten bir mucize gibi anlatılmış olsa da başta öncelikle gerçek, böyle değil. Ayrıca son ayette de yerin uçları ve bucakları olduğundan bahsedilmiş ki düz değil de yuvarlak olan Dünya’da, yerden yolculuk yaparak neticede yerden ayrılıp uzaya geçip gidebilecek uç kenarlar ve bucaklar yok. Hem artık insanlık yerden ayrılıp uzaya sık gitmektedir.”

CEVAP: Bir kere şunu belirtelim ki, ne Kur’anı kerimde, ne de Peygamberimizin hadisi şeriflerinde dünya hakkında tepsi gibi düz ifadesi yer almaz. Galiba ateist, Yahudi ve hıristiyanların dünyaya “dünya düz tepsi gibidir” iddiaları ile İslamı birbirine karıştırmıştır.“ Ateist yorumunda, “Güneş’in doğup battığı iki ucu (doğu·batı kenarı) varmış gibi anlatılmış” diyor. Oysa mezkür ayette; “Göklerin ve yerin çevresinden geçmeye gücünüz yeterse geçin gidin” buyurlmuştur. “Doğu batı kenarı” ibaresini ateist uydurmuştur. Türkçeyi dahi tam bilmemektedir. Kenar, köşeli şeylerde olur çevre ise yuvarlak cisimlerde olur.
Dünyanın yuvarlak olduğunu belirten şu ayet yeter anlayana. Sure-i Zümer/5 mealen:
– “O, gökleri ve yeri hak ile yarattı, geceyi gündüzün üstüne sarıyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıyor.”
Düz tepsi gibi olan bir şeye bir şey sarılabilir mi? Allahu Teala ayette sarmaktan söz etmektedir. Bu da demektir ki dünya küredir. “Göklerin ve yerin çevresinden geçmeye gücünüz yeterse geçin gidin.” ibaresine gelince, cinlerin ve insanların Allahu Tealanın vereceği bir güç ile uzaya yolculuk yapabileceklerine dair işaret verilmiştir. Bugün bu gerçekleşmiştir. Ama materyalist zihniyette bunu anlayacak beyin nerede?
Zülkarneyn’in güneşin doğduğu yere ve battığı yere ulaşması ifadesi ise biz küre-i arz üzerinde yaşayanlara göredir. Bugün dahi herkes “güneş doğdu, güneş battı”der. Herkes güneşin batmadığını dünyanın dönüp bir tarafını güneşe döndüğünü bilmesine karşın. Buna da bilime aykırı diyecektir karanlık zihniyet. Oysa bu anlamı söylendiğinden farklı bir deyimdir.

Takıntı 25:

SORU:
HAVVA’NIN MİTOKONDRİYAL DNA’SI
İnsanın gen haritasi ve mitekondriyel Havva –
Yazan: Mustafa İslamoğlu

Sizi bir tek benlikten yarattı, sonra ondan da eşini var etti… 39 Zümer Suresi 6 Mikroskobun geliştirilmesi sayesinde hücrenin analiz edilmesi mümkün oldu. Hücrenin iyice analiz edilmesi insan bedeninin daha iyi tanınması demektir. Erkeğin veya dişinin her birinin DNA’larında hem erkeğin, hem dişinin genetik kodu vardır. Bunun anlaşılması Hz. Havva’nın sırf Hz. Adem’in vücudundaki bilgilerle, Hz. İsa’nın sırf Hz. Meryem’in vücudundaki bilgilerle nasıl yaratıldıklarının daha rahat anlaşılmasını sağlar.

Gerek Tevrat, gerek İncil, gerekse Kuran tüm insanların bir erkek ve bir dişiden yaratıldığını öne sürer. Hücre üzerinde sürdürülen araştırmalarda elde edilen bulgular, kutsal kitapların bu tezini doğrular niteliktedir. Vücudumuzdaki enerji, hücrelerin içindeki mitokondri denen boyutça küçük, işlevce büyük enerji santrallerinde üretilir. Bu mitokondrilerin, hücrenin çekirdeğinde biraz önce bahsettiğimiz DNA’dan ayrı, özel DNA’ları vardır. Farklı ırklardaki, farklı boylardaki, farklı kıtalardaki insanların hepsi hücrelerinde bahsettiğimiz mitokondriye ve mitokondrilerinde, mitekondriyal DNA’ya sahiptirler. Bu molekülün diğer hücre moleküllerinden farkı sadece ve sadece anne vasıtasıyla yavrusuna geçmesidir. Bahsettiğimiz tüm ayrı ırklardaki ve farklı özelliklerdeki insanların mitekondriyal DNA’larının incelenmesi sonucunda, tüm bu insanların ortak tek bir dişiden doğdukları anlaşılmıştır.
BU KONU HAKKINDA BİLGİ ALABİLİR MİYİM HOCAM?

CEVAP:
O fikir doğru değildir. Hayvanlar değişik rakamlardaki kromozomlardan İnsan ise 46 kromozomdan yaratılmaktadır. Bunun 23’ü anneden, 23’ü babadan geçer. Anne rahmine düşen meninin içinde binlerce spremden sadece birisi annenin yumurtası ile birleşir. Birleşmeden önce eksi 70 mili wolt elektriğe sahip olan yumurta erkekten gelen spermle birleştiğinde artı 70 mili wolta döner. Döllenen yumurta bölünmelerle çoğalır buna zigot denir. Zigotun oluşumu, anneden xx babadan xx alınmışsa çocuk kız olur. Zigot, anneden xx, babadan xy alırsa çocuk erkek olur. Annede y kromozomu bulunmaz. Yani çocuğun erkek veya kız olmasını babadan gelen kromozomlar belirler vesile olur. Hz Havva ise
Hz Adem’in kaburga kemiğinden yaratılmıştır.
Bu Mustafa İslamoğlu denilen adam biyoloji bilimine tam vakıf değildir.. İnsanın sadece Mitokondriyal DNA’lardan var olduğunu sanmaktadır.
İnsanı oluşturan öğeler sadece Mitokondriyal DNA’lar değildir. RNA (tRNA) ve ribozomal RNA (rRNA) molekülleri de insanın oluşumunda yer almaktadır.
Her erkek çocuk (x) kromozomunu sadece babadan alır. Bayanlarda (x) kromozomu kesinlikle yoktur.
Bilime göre her çocuk 23 kromozomu babadan, 23 kromozomu da anneden alır.
Kuran, Allahu Tealanın insanı katışık nutfeden yarattığını bildirir.
Bu RNA’lar kimyasal olarak DNA’ya benzerler ve vücuttaki proteinlerin yapı taşları olan aminoasitlerin birleşip proteinleri oluşturması sürecinde görev alırlar.Kaynak: Mitokondriyal DNA (İngilizce anlatım)Allahu Teala buyurmuştur ki(mealen):

– Sizi bir tek nefisten yaratan, onunla sükûnet bulsun diye eşini de ondan yaratan Allah’tır. O, eşini kucaklayıp sarılınca (ona yaklaşınca), eşi hafif bir yük yüklendi (hâmile kaldı). Bir müddet böyle geçti, derken yükü ağırlaştı. O vakit ikisi birden Rableri olan Allah’a şöyle dua ettiler: “Eğer bize salih bir evlat verirsen, biz muhakkak şükredenlerden olacağız.” (Araf/189)

Allah, ayette, “halekaküm min nefsin vahıdetin” ibaresini kullanmakla önce müzekkeri yani erkeği yarattığını belirtir. Daha sonra, ” ve ceale minha zevceha” müennes (dişilik) ibaresiyle ondan hanımını halk ettiğini açıkça belirtir.
Bunun üzerine ilahiyatçı olduğunu söyleyen birisi ya bunu kasıtlı olarak yanlış tercüme ediyor yada bu adam çok cahil olmalı.

TAKINTI 26:

SORU: Ben genç bir Müslümanım bir sıkıntım var size başvurmak istedim.
Hocam Kısa ve net olarak sorum şu ;,
Rasulullahın Hicr vadisindeyken sahabeye semudlarin meskenlerine girmeyin diyor ve sahabe kuyudan su alıyor onuda dökün diyor.
Kurandada Ankebut suresinde(38) Ad ve Semud’u da (helak ediverdik). Sizin için, (onların başına nelerin geldiği) oturdukları yerlerden apaçık anlaşılmaktadır. Deniyor.

Şimdi bu bölge Unescoya ait.
Civarda bulunan kalıntıların nerdeyse tamamı mezarlik ve su kuyuları ve bunlar üzerinde yürütülen arkeolojik calışmalarda MS 1.yüzyılda deniyor.
Hz salih Peygamberin ismi M.ö 1.yüzyılda yazılan yahudi tefsiri olan midras rabbahda var ordaki bilgilerden yahudi alimleri m.ö 2800 de yaşamış diyorlar bu doğru demiyorum demek istediğim M.Ö ye ait hz salih ismi var M.S yaşamamış gözüküyor.
Şimdi Hal böyleyken dinsizler e ozaman bunu nasıl açıklicaksiniz diyor evet arkeolojik bilgilerin kesinliği yoktur lakin aklıma o arkeolojik testlerinin hepsinin aynı anda yanlış çıkması ve hepsinin aynı anda ms.1 yüzyıla ait çıkmasi tesadüfmü diye geliyor.
Bu konuyu açıklar misiniz?

CEVAP:
Bu zamandaki tevrat gerçek Tevrat değil ki itimat edelim. M:Ö. 2800 yıl önce sanılan bir bir hadise M.Ö. 100 yıl sonrasında yazılıyor. Bu ne kadar sağlıklı olabilir. ?
Tarihçilerde bu tür israiliyet haberlerine dayanarak Hz Salihi çok eski yıllarda yaşatmışlardır. İşte bütün yanlışlığın sebebi bu muharref tevrattır.
Oysaki Kuranda Ad ve Semud diye geçer Hz Salih nebinin kavmi. Ad kavmi yemende semudtan daha önce yaşamış bir millettir. Ad kavminin azgınları orada helak olduktan sonra iman edip sağ kalanlarına Semud kavmi denilmiştir. Semud orada belli bir süre yaşadıktan sonra Arabistanın kuzeyine taşınmış (Hicr bölgesi).. Bu milattan önce 500 veya 1000 yıllar arasında varsayılmaktadır. Mezepotamyalı kral Sargon onlarla savaşıp onları yenmesi de o tarihlere rastlar. Semud’un bakiyesi yani hz. Salihe iman edip orayı terk edenler ise bazı kaynaklara göre M.S. 400-600 lü yıllarda tamamen tarihten silindiği yazılır.
Hz Salih kesin olmamakla birlikte Hz İsa’dan önce dünyaya gelmiş ve 150 yaşlarında vefat etmiştir. Hz. İsa dünyada 33 yıl kaldıktan sonra göğe kaldırılmıştır. Bu da demektir ki Hz Salih yaklaşık olarak Hz İsadan sonra 100 yıl daha yaşamıştır.
Sizin Peygamberimizin haberi sandığınız tarih bilgisi ise israiliyattır. Boşuna vesveselenmişsiniz.
—————————————————————————
(Ankebût Suresi Âyet; 38, Elmalı Meali):
– “Ad ve Semud’u da (helak ediverdik). Sizin için, (onların başına nelerin geldiği) oturdukları yerlerden apaçık anlaşılmaktadır. Şeytan onlara yaptıkları işleri güzel gösterip onları doğru yoldan çıkardı. Oysa bakıp görebilecek durumdaydılar.” (Elmalı Hamdi Meali)
Ankebût Suresi 38. ayetin Kurtubî Tefsiri:
Âd ve Semûd kavmini de (helâk ettik.) Onların meskenlerinden bu, size belli olmaktadır. Şeytan onlara amellerini süsledi de onları yoldan alıkoydu. Halbuki onlar akılları ile bunu kavrayacak durumda idiler.

“Âd ve Semûd kavmini de” âyeti hakkında el-Kisaî şöyle demektedir; Bazıları bu sûrenin baş taraflarına râcidir, demektedir. Yani yemin olsun Biz onlardan öncekileri denedik. Âd ve Semûd’u da denedik. el-Kisaî der ki: Benim daha uygun gördüğüm ise bunun

“onları sarsıntı alıp” âyetine atfedilmiş olmasıdır ve Âd ve Semûd’u da sarsıntı aldı, demek olur.

ez-Zeccâc’ın iddiasına göre ifadenin takdiri: Âd ve Semûd’u helâk ettik, şeklindedir. Şöyle de açıklanmıştır: Yani sen Âd’i hatırla, hani biz onlara Hud’u göndermiştik. Onu yalanladılar, biz de onları helâk ettik. Semûd’u da hatırla, hani Biz onlara Salih’i peygamber olarak göndermiş, onlar da onu yalanlamış; bu sebebten biz Âd’i kısır rüzgar ile helâk ettiğimiz gibi bunları da çığlıkla helâk etmiştik.

“Onların” el-Hicr ve el-Ahkaf’da bulunan

“meskenlerinden bu” ey kâfirler topluluğu,

“size belli olmaktadır.” Onların helâk edilişlerinde sizin için apaçık belgeler ortada görülmektedir. Burada böylece

“belli olmaktadır”ın faili hazfedilmiş bulunmaktadır.

“Şeytan onlara amellerini süsledi.” Onların değersiz amellerini süsledi; onlar da amellerini yüksek şeyler zannettiler

“de onları yoldan” hak yoldan

“alıkoydu. Halbuki onlar akılları ile bunu kavrayacak durumda idiler.” Bu âyet ile ilgili olarak da iki görüş vardır:

1- Onlar sapıklık içerisinde görür gibi görünüyorlardı. (Kendilerini hak üzere, basiret üzere zannediyorlardı). Bu açıklamayı Mücahid yapmıştır.

2- Onlar apaçık delillerin ortada olması dolayısıyla hakkı ve batılı birbirinden ayırdedebilecek basirete sahip idiler. Bu görüşün doğru olma ihtimali daha yakındır. Çünkü; ifadesi “filan kişi bu işi gerçeği üzere bildi” anlamında kullanılır. el-Ferrâ” dedi ki: Bunlar akıl ve basiret sahibi kimselerdi. Fakat basiretlerinin kendilerine bir faydası olmadı. Şöyle de denilmiştir: Kendilerine akıbetlerinin azâb olduğu açıkça bildirilmiş ve gösterilmiş olmasına rağmen, yaptıklarını yaptılar.

 TAKINTI 27:

SORU:
Nahl 66’da sütün hayvanın karnından çıktığı yazıyor, ancak süt hayvanın memesinden çıkar. Yine Nahl 69’da bal arının karnından çıkar diyor ancak bal arının ağzından çıkar. Yine Nahl 66’da kan ve fışkı arasından süt akar yazıyor ayette, ancak sütün direk kan ve fışkı arasındaki bir mekanizmadan akmadığını iddia ediyorlar.

CEVAP:
Gerçekten süt veren hayvanlarda da size bir ibret vardır. Size işkembelerindeki yem artıklarıyla kandan meydana gelen, içenlere içimi kolay halis bir süt içirmekteyiz. (Nahl/66)

A Ç I K L A M A :
Ayette sözü edilen dışkı değil, sindirilmiş yem ve ince bağırsaktan karaciğere ve oradan da sindirilmiş besinlerden dönüşen kandır. Yani sütün oluşumunun birinci aşaması çiğnenmiş besinlerdir, İkinci aşaması ise ince bağırsaklarda süzülen besinlerin karaciğerde kana dönüşmesi ve oradan da kan dolaşımı yoluyla memelere gelen maddelerin süte dönüşmesidir. Ayeti kerimede sütün ineğin neresinden çıktığına değil, nasıl yaratıldığına dikkat çekilmektedir. Tabi kafirde bunu anlayacak basiret olmadığı için bozuk aklının gereği ayetteki hikmet ve mucizeyi kavramasına kibri engel olmaktadır.
Oysaki hayvanın karnında bulunan ince bağırsaktan süzülen besinlerden çok mükemmel ve leziz bir besin olan süt yaratılmaktadır. Buradaki süt fabrikasını ve sütü var eden Allah’a hamd ve şükür etmeliyiz.

– Sonra meyvelerin hepsinden ye de, Rabbinin (sana) kolay kıldığı yollara gir, diye ilham etti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir bal çıkar ki, onda insanlar için şifâ vardır. Şüphesiz ki bunda düşünen bir millet için, büyük bir ibret vardır. (Nahl/69)

A  Ç  I  K  L  A  M  A :

BALIN YAPILIŞININ BİLİMSEL AÇIKLAMASI:
Bal arıları çiçekler tarafından üretilen nektarı bala dönüştürür. Nektar, çiçekli bitkilerin böcek ve kuş gibi canlıları kendilerine çekmelerine yardımcı olarak, tozlaşmada önemli rol oynar.

Nektar, çiçekli bitkilerde nektaryum olarak isimlendirilen yapılar tarafından salgılanır. Nektarın temel kaynağı fotosentez sonucu oluşan besin maddeleridir. Nektar büyük oranda sakkaroz, fruktoz ve glikozdan oluşur. İçinde şekerin yanı sıra amino asit, lipit, organik asit gibi maddeler de vardır. Nektarın yapısındaki maddelerin türü ve miktarı bitkiden bitkiye değişir.

Toplayıcı arılar çiçeklerden topladıkları nektarı vücutlarındaki bal midesi olarak isimlendirilen bölgede depolar. Bu süreçte salgıladıkları bazı enzimler nektarın yapısındaki disakkaritlerin (özellikle sakkarozun) monosakkaritlere (glikoza ve fruktoza) parçalanmasını sağlar.

Toplayıcı arılar topladıkları nektarı kovandaki işçi arılara aktarır. Kovandaki işçi arılar toplayıcı arılardan aldıkları nektarı yaklaşık 15-20 dakika boyunca geri çıkarıp tekrar içer. Bu süreçte enzim içeren salgılar nektarla karışmaya ve nektarın yapısındaki sakkaroz glikoza ve fruktoza dönüşmeye devam eder. Daha sonra kovandaki işçi arılar nektarı bal peteklerine aktarır.

Yukarıdaki bilimsel açıklamada da görüldüğü gibi Kur’an’ın balın yapılışı hakkında verdiği bilgi çağdaş bilimle uyum içinde olduğu görülmektedir.

O devrin insanları da balın arının karnından değil ağzından çıktığını fevkalade biliyordu. İlgili ayeti kerimede ise balın nereden çıktığı değil, arının neresinde yaratıldığına dikkat çekilir. Balın arının karnından çıktığı belirtilen lafız ise, arının karnında yaratıldığı anlamındadır.
Tabidir ki kafirlerin aklının ve anlayışının karışık olmasından dolayı diğer ayetleri yanlış anladıkları gibi bu ayeti kerimeyi de yanlış anlamıştır.

TAKINTI 28:

SORU: Memertcan
Fukahada şu yazılı;
Çocuğun rahimde taşınması ile sütten kesilmesi müddetlerinin toplam otuz ay olduğunu (Ahkâf, 46/15) ve yalnızca süt emme müddetinin de iki yıl olduğunu (Lukmân, 31/14) ifade eden ayetler birlikte değerlendirilince, asgari hamileliğin altı ay olduğu ortaya çıkmaktadır. Buna göre birisiyle evlenen kadın, altı aydan önce çocuk doğurursa, bu çocuğun, evli bulunduğu erkekten olmadığı anlaşılır, çünkü henüz en az hamilelik müddeti dolmamıştır.
Şimdi Hocam Asgari hamilelik süresi 5.5 ay ve 6 ay arasi kabul ediliyor.
5 ay doğanlarda var hatta azda olsa 4.5 ay olanlar var.
Haşa Allah bunu yanlış biliyor denmez tabi ama konuyu nasıl açıkliyacağiz tefsirlerde islam alimleri dönemlerindeki mevcut bilgilerle en erken çocuk 6 ayken doğar diyip ayetin bunla alakalı olduğunu söylüyorlar görebildiğim kadarıyla 2 ayetide inceleyip olaya farklı bir tefsir getirir misiniz?

m yorumuna yanıt olarak.

AHKAF/15 MEALİ:
– Biz insana ana ve babasına iyilik yapmayı tavsiye ettik. Anası onu zahmetle karnında taşıdı ve zahmetle doğurdu. Onun ana karnında taşınması ile sütten kesilme süresi otuz aydır…”

TABERİ TEFSİRİ:
Ahkaf/ Âyet/15:
– Biz insana, anne ve babasına iyilikte bulunmasını emrettik. An­nesi onu zahmetle karnında taşıdı ve zahmetle doğurdu. Onun, ana karnın­da taşınma ve sütten kesilme müddeti otuz aydır. O, kemale erip kırkına basınca şöyle der: “Rabbim, bana ve anne babama ihsan ettiğin nimetleri­ne şükretmeyi, razı olacağın salih ameller işlemeyi bana ilham et. Zürriyyetimi de ıslah et. Sana tevbe ettim ve ben müslümanlardanım.”

Allah teala, bundan önceki âyetlerde kendisini birlemeyi, ona ibadette samimi olmayı ve doğruluktan ayrılmamayı emrettikten sonra bu âyet-i kerime­de de anneye babaya itaat etmeyi emretmiştir. Bu da,anne babaya itaatin, çok önemli bir vazife olduğunu göstermektedir.

Âyet-i kerimede, annenin çocuğu kamında taşırken ve doğururken çeşitli sıkıntılar çektiği zikredildikten sonra, çocuğun sütten kesilmesinin otuz ayda gerçekleşeceği beyan edilmiştir. Hz. Ali (r.a.) bu âyetle, Bakara süresindeki “Anneler çocuklarını tam iki yıl emzirirler.” [23]âyetini göz önünde bulundura­rak kadının hamilelik müddetinin en az altı ay olabileceğine hüküm vermiş ve altı ay içinde doğum yapan evli kadından zina cezasını düşürmüştür.

Âyet-i kerime’de, insanın kemale ermesinden söz edilmektedir. Mücahid, Abdullah b. Abbas ve Katade’ye göre, insanın kemale ermesi otuz üç yaşına ermesiyle gerçekleşir. Taberi de “Kemale erme” ifadesinden sonra “Kırk yaşın” zikredilmesi sebebiyle bu görüşün daha uygun olduğunu söylemiştir.

Şa’bî ise, buradaki “Kemale enne” ifadesinden maksadın, kişinin yükümlülüğünün başladığı ergenlik çağı olduğunu söylemiştir.

Âyet-i kerime’de, kırk yaşına basan kişinin artık olgunluk çağına ereceği, şehvani arzuların baskılarından kurtularak akl-ı selim ile düşüneceği, rabbine şükretme ve salih amel işleme yollarını araştıracağı, yaptığı günahlardan tevbe edeceği ifade edilmektedir.

Taberi bu âyet-i kerime’nin, Hazret-i Ebubekir es-Sıddiyk baklanda nazil olduğunu zikretmiştir.

Lokman/14 Mealen: 
– Gerçi biz insana, anasına ve babasına itaati de tavsiye ettik. Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir. (Biz insana): “Bana, anana ve babana şükret” diye de tavsiye ettik. Dönüş, ancak banadır.”

Tefsir: Lokman/ 14:
Âyet-i kerime’de, annenin, kat kat zorluklar içinde çocuğunu karnında taşıdığı ifade ediliyor. Zira çocuk annesinin kamında bulunduğu zaman anne iki yük taşımaktadır. Ayrıca her iki vücut da annenin bedeninden beslenmektedir.

Mücahid bu âyeti kerime’yi izah ederken şöyle demiştir: “Annesi çocuğu taşırken hem çocuk zayıf bir durumdadır hem de annesi. Böylece iki zayıf varlık bir arada bulunmaktadır.

Âyet-i kerime’de çocuğun annesinden ayrılıp emmeyi bırakmasının iki yıl içinde olacağı beyan edilmektedir Bundan maksat, çocuğun doğumundan sonra iki yıl içinde memeden kesilmesidir.

Allahü teâlâ bu âyette annenin, çocuğu için nasıl yorulduğunu, geceleri uykusunu terkederek onu yetiştirmeye çalıştığını evlatlara hatırlatıyor ve anne babalarına saygılı olmalarını emrediyor.. Bu itibarla birçok âyette olduğu gibi bu âyette de kulların, Allah’ın kendilerine vermiş olduğu nimetlerine karşılık ona şükretmeleri yanında anne ve babanın yaptığı iyiliklere karşı da onlara saygılı davranmalarını emrediyor ve buyuruyor ki: “Bana ve anne babana şükret. Kıyamet gününde dönüş ancak banadır. Verdiği nimetlere karşı şükredip etmediğinin hesabını görecek olan benim. Anne ve babanın iyiliklerine karşı onlara saygılı davranıp davranmadığının hesabını da ben göreceğim.

TAKINTI 29:

SORU: Memertcan
Bazı Tefsirciler Insan Suresi 2.ayetteki katişk nutfeyle alakali mealde Erkek ve kadının suyu yazmışlar.
Tabi bunu kendi dönemlerindeki bilgilerine göre yaptiklari belli.
Bugunku bilgiler ışığında Kadının genetik yapısı 46XX şeklindedir ve tüm hücrelerinde x kromozomu vardır. Erkeklerin genetik yapısı ise 46xy’dir. Dolayısıyla bazı sperm hücrelerinde x bazılarında ise y kromozomu vardır. Y kromozomu taşıyan bir sperm yumurtayı döllerse erkek bebek, x kromozomu taşıyan bir sperm yumurtayı döllerse kız bebek oluyor. Dolayısıyla doğacak bebeğin cinsiyetini kadın değil, erkek belirliyor.
Burdaki katışık nufteden kasıt nedir?
2. Olarak Resulullah s.a.vinda Erkeğin veya kadinin hangisinin suyu üstün gelirse hadisinden yola çıkmışlardır Ama Resulullah s.a.v burda belagat yapmıştır Kadin suyundan kastı kadın hücresi yani x kromozomu

CEVAP:
* Allahu Teala buyurdu ki (mealen):
– Doğrusu biz insanı, imtihan etmek için karışık bir nutfeden (erkek ve kadın sularından) yarattık da onu işitici, görücü yaptık.” (İnsan/2)

* Erkek ve kadının oluşumu 46 kromozomdur.
İnsanın kromozom sayısı ise 46’dır. 22’si çift otozom kromozomdur. İnsan hücresinde 1 çift de eşeysel kromozom bulunur ve toplam sayı 46 eder. Eşey kromozomları kadınlarda XX, erkeklerde XY dir. Döllenme sırasında annenin yumurtasındaki 23 kromozom, babanın spermindeki 23 kromozomla birleşir.
Eğer ki bebek, anneden iki X, babadan da iki X alırsa çocuk kız olur. Kızlar babanın X kromozomunu taşımazlar. Neslin erkek veya dişi olacağını erkekten gelen kromozom belirler. Bu gerçeği Peygamberimiz bir hadisinde, “herkesin nesli erkek çocuğundan devam eder” buyurması ile belirtmiştir.
* Katışık değil Karışık nutfeden kasıt mana erkek ve kadından alınan kromozomların birleşmesidir…
* “Erkeğin veya kadının hangisinin suyu üstün gelirse” hadisinin manası belagat değil bir gerçeği ifadedir. Yani anne rahmindeki çocuk anneden xx, babadan xx aldığında içinde (y) kromozomu olmayan ceninde (x) kromozomu üstün geliyor ve çocuk kız oluyor demektir. Aksi durumda çocuk anneden xx, babadan xy aldığında ise (y) kromozomu üç xxx kromozoma üstün gelip çocuk erkek oluyor demektir.

 

TAKINTI 30:

SORU: Lym
[email protected]
31.206.166.13
Selamun Aleyküm.
Abese 19
″Az bir sudan onu yarattı ve ona ölçülü bir şekil verdi”
Hocam İnsan 23 anne 23 baba sperm ve yumurtalık birleşimi oluşan bir varlıktır.
Bu ayette anladığım kadarıyla az bir sudan diyor erkek tarafı öne çıkıyor bayan yönü yok sayılmış demiyorum ama anlamadım anlatırmısınız

 

 

CEVAP:
Lym yorumuna yanıt olarak.

Sperm çok su mudur? Tabi ki az bir sudur. O devirde sperm başka nasıl anlatılacaktı?
Bir çocuk anneden 2 x, babadan da 2 x alırsa çocuk anneye benzer yani dişi olur. Çocuk babadan 1 x bir y alır, anneden de 2 x alırsa babanın y kromozomu her üçüne de galebe çalarak çocuk erkek olur.
Burada kromozomların sayısı değil babanın y kromozomu nitelik bakımından her üçüne de galebe çaldığı için babanı suyu ön geçtiğinde çocuk babaya benzer denilmektedir. Çocuğun cinsiyetini belirleyen babanın y kromozomudur.

 SORU: Lym yorumuna yanıt olarak.

Hocam sperm meninin içinde katı hareketli hayvansı yapıda bir şeydir su veya sıvı değildirki bu kısmı nasıl açıklarız

CEVAP: Lym yorumuna yanıt olarak.

Allahu teala her canlıyı sudan yarattığını beyan eder. Spermde sudan yaratılmıştır ve onun hücreleri de su molekülleri ile doludur. Anlaşılan hücrelerin su moleküllüleri ile yaratıldığından bilgin yok.

SORU: Lym yorumuna yanıt olarak.

Anladım hocam teşekkürler lakin benim ilk soruyu sorarkenki amacım bu değildi.
Ayette erlik suyundan sizi yarattık diyor veya spermden.
Ama bildiğiniz gibi insan sadece sperm değil sperm ve yumurta birleşiminden yaratılır burda erkeği ön plana çıkarmak içinmi bu anlatıma gidilmiş?

CEVAP: Lym yorumuna yanıt olarak.

O sizin okuduğunuz mealler yanlıştır. Ayette erlik suyu geçmez. Taklitçi mealciler nutfeyi yanlışlıkla erlik suyu diye açıklar lakin nutfe erlik suyu değil zigottur.
Biz ise şöyle tercüme ettik :
– (Ölüm meleğinin eli ile) Öldürülen insan ne de nankördür(Abese 17).
Bu ayeti ahmaklar “Kahrolasıca insan” diye bir insanın bir insana beddua ettiği gibi yanlış tercüme ettiler yıllarca.
– Onu yaratan hangi şeyden yarattı? (bir baksın). (Abese 18).
– (Onu yaratan) Bir nutfeden (zigottan (kadın ve erkeğin dölünün birleşiminden) yarattı ve onu dilediği şekle soktu. (Abese/19)
Ayetleri bilen de bilmeyen de tercüme ediyor maalesef böylece müslümanların aklını karıştırıyor müslüman olmayanları da İslamdan uzaklaştırıyorlar maalesef.

 

 

SORU: Lym yorumuna yanıt olarak.

Nutfe zigotsa
Kıyame 37de”O dökülen meniden bir nutfe değilmiydi?” Ayetini nasıl açıklarız hocam burda menin içindeki spermi kastettiği gözüküyor

CEVAP: Lym yorumuna yanıt olarak.

Anlaşılan Kıyamet suresi 37. ayeti kerimeyi tam anlayamamışsın.
İlgili ayet (mealen):
– (İnsanın) kendisi dökülen (kadın ve erkeğe ait) meniden bir nutfe değil miydi?” (Kıyamet/37)
Dikkat edersen bu ayette meni ve nutfe ayrı ayrı zikrediliyor. Nutfenin meniden olduğu da açıkça zikredilmektedir. Burada meninin, hem erkeğin spermi ve de kadının yumurtası olduğu gayet açık olarak anlaşılmaktadır. İtiraza yer yoktur. Devamında..:
– “Sonra o nutfe(zigot), alakah(rahme asılı kan pıhtısı benzeri embriyo) oldu ve sonra ona (Allah) şekil verdi.” (Kıyamet/38)
İlgili ayeti kerime sana nutfenin katışık bir meni yani zigot olduğunu ifade etmiyor mu?! Neden anlayamıyorsun?
Kadının menisi(yumurtası) olmadan sırf erkeğin menisinin nutfe yani zigot olacağını nereden çıkarıyorsun?
Ayrıca ..
Sure-i İnsan/2 (Mealen):
– “Doğrusu biz insanı, imtihan etmek için karışık bir nutfeden yarattık da onu işitici, görücü yaptık.”
Bu ayette nutfenin sperm olmadığı katışık nutfe olduğu yani erkek ve kadının dölü(sperm ve yumurtanın) karışımı olan nutfe olduğu net olarak beyan edilmiştir.

SORU: Lym yorumuna yanıt olarak.

Cevaplarınız tatmin edici zeki biri olduğunuzu anladım.
Benim bu konuyla alakalı son sorum şudurki;
İslam alimleri nutfe kelimesinin anlamını “az bir su” olarak açıklamış elmalılı hamdi yazır ve fahreddin razi tefsirinde böyle gördüm.
Araplar mesela kuyunun dibinde az kalan suya nutfe derlermiş burdan örnek veriyor tefsirlerindr bahsettiğim ilim adamları.
“Az bir su” manasına geliyorsa bu kısmı nasıl açıklarız çünkü zigot katımsı bir maddedir

CEVAP: Lym yorumuna yanıt olarak.

Maalesef söz konusu alimlerin açıklamaları eksiktir. Kuranı doğru anlamak İlahi bir lütuftur. Az bir su onlara ait bir eksik açıklamadır. Kuran kendi kendini açıklamaktayken ve Rasulullah hadislerle Kuranı tefsir etmişken İslam öncesi Arapların kuyunun dibinde kalan az suya ne dedikleri ayeti bağlamaz.
NOT:
Kamusta(Arapça Büyük Sözlük) نطف (nutfenin) birinci anlamı akıcı sıvı, ikinci anlamı beyaz helvadır.


Ashabın alimlerinden İbn-i Abbas(r.a.) hazretleri “Biz Kuranı kelimelerin sözcük anlamına göre değil Rasulullahın bize açıkladığı şekilde anlardık” buyurmuştur. Sonra gelenlerin bazıları kelime anlamına göre anlamaya çalıştıkları için yanılmaları çok olmuştur. Arapça sözlükte nutfe hiçbir yerde az su diye geçmez akıcı sıvı anlamındadır sözlükte.. Nutfeye az su anlamını kim uydurmuşsa sizi de yanıltmış belli ki..

 

Ürolog uzmanlarının bu konuda verdikleri bilgi de şöyledir:
Erkeklerde [anne karnında iken] testisler (yumurtalar) gebeliğin 3. haftasında karın arka duvarında oluşmaya başlar. Gebeliğin 28. haftasında skrotuma (torbaya) inmeye başlar. 4 haftada bu iniş tamamlanır.

Sperm hücreleri beyindeki hipofiz bezinden salgılanan LH ve FSH hormonlarının ve testislerdeki Leydig hücrelerinden salgılanan Testosteron hormonunun etkisi ile testislerdeki Seminifer Tübullerde oluşur. Prostat ve Veziküla Seminalis denilen bezlerin sıvıları ile karışır ve penis yoluyla meni olarak dışarı atılır.

Kur’an-ı kerimde insanın yaratılışı hakkında mealen şöyle bildiriliyor:
(İnsan neden yaratıldığına bir baksın, [düşünsün], o, [rahme] dökülen bir sudan [meniden] yaratıldı. O su, [erkeğin], bel kemiği ile, [kadının] göğüs kemikleri arasından çıkar.) [Tarık 5, 6, 7]

Bu âyet-i kerime de, süt ile ilgili âyet-i kerime de bilime aykırı değildir.

 

TAKINTI 31:

SORU: Rahmet yorumuna yanıt olarak.

Hocam sizin bahsettiğiniz gibi bir hadis var lakin başka hadisden bahsediyorum ,hadisi müslim,kader kısmında şu hadisi görebilirsiniz
1)”Gerçekten nutfe rahimin içine 40 gecede düşer”
2)”Nutfe rahimde kırk yahut kırkbeş gecede karar kılınca melek üzerine iner”
Bu iki hadis net olarak böyle geçiyor bunu nasıl tevil ederiz diye sordum hocam
Karar kılmaktan maksat tutunma değil tamamlanma süreci demişsiniz galiba
2. Hadisi bu şekilde açıklamıssınız.
Peki 1.Hadisde (Muslim,Kader):”Gerçekten nutfe anne rahmine kırk gecede düşer”
Bu hadisi nasıl açıklarız hocam
Son olarakda müsadenizle birşey eklemek isterim muhterem hocam.
Karar kılmak kelimesi birşeyi seçmek onun üzerinde durmak manasındadır.
Siz bu kelimeyi tamamlanması olarak anladığınızı söylediniz bu kelimenin nasıl böyle bir manası oluyor

CEVAP:
Hadis ve ayet mealleri Türkçeye çevrilirken ya bilgi eksikliğinden yanlış çeviri yapılıyor ya da kasıtlı olarak yanlış çeviri yapıldığı için insanların kafası karıştırılmaktadır.
1)”Gerçekten nutfe rahimin içine 40 gecede düşer”
Bu çeviri son derece yanlıştır.
Nutfe kadının yumurtası ile erkeğin sperminin birleşiminde oluşur ki buna zigot denir.
Bu durumda zigot rahme düşmeden önce dışarıda oluşmuş gibi bir anlam çıkıyor ki bu çok yanlış bir tercümedir.
2)”Nutfe rahimde kırk yahut kırk beş gecede karar kılınca melek üzerine iner”

SORU: Bu iki hadis net olarak böyle geçiyor bunu nasıl tevil ederiz diye sordum hocam?
Karar kılmaktan maksat tutunma değil tamamlanma süreci demişsiniz galiba
2. Hadis bu şekilde, açıklar mısınız.
Peki 1.Hadisde (Muslim,Kader):”Gerçekten nutfe anne rahmine kırk gecede düşer”
Bu hadisi nasıl açıklarız hocam?
Son olarak da müsadenizle birşey eklemek isterim muhterem hocam.
Karar kılmak kelimesi bir şeyi seçmek onun üzerinde durmak manasındadır.
Siz bu kelimeyi tamamlanması olarak anladığınızı söylediniz bu kelimenin nasıl böyle bir manası oluyor?

CEVAP:
Karar kılmayı mütercim söylüyor hadisin orjinali öyle demiyor. Aslı(etemmün) tamamalanmak olan kelimeyi mütercim yanlış tercüme etmiş.

N O T : Uzmanların Bildirdiğine Göre Rahimdeki Bebeğin 2. Aydaki Durumu (5-8. Haftalar):

Bebeğinizin yüz özellikleri gelişmeye devam ediyor. Her bir kulak başın cildinin küçük bir katı şeklinde başlar. Sonunda kollara dönüşen minik tomurcuklar ve bacaklar oluşur. Parmaklar, ayak parmakları ve gözler de oluşuyor.

Nöral tüp (beyin, omurilik ve merkezi sinir sisteminin diğer sinir dokusu) şekillendirilmiştir. Sindirim sistemi ve duyu organları gelişmeye başlar. Kemik kıkırdak yerini almaya başlar.

Baş, bebeğin vücudunun geri kalanıyla orantılıdır.

İkinci ayın sonunda, bebeğiniz yaklaşık 25 mm uzunluğundadır ve yaklaşık 1 / 30’u ağırlığındadır.

Yaklaşık 6 haftada bebeğinizin kalp atışı genellikle tespit edilebilir. Sekizinci haftadan sonra bebeğinize embriyo yerine fetus adı verilir.

Uzmanların Bildirdiğine Göre Rahimdeki Bebeğin
3. A
y (9-12. haftaları):

Bebeğinizin kolları, elleri, parmakları, ayakları ve ayak parmakları tamamen oluşur. Bebeğiniz yumruklarını ve ağzını açıp kapatabilir. Tırnak ve ayak tırnakları gelişmeye başlıyor ve dış kulaklar oluşuyor. Dişlerin başlangıcı şekilleniyor. Bebeğinizin üreme organları da gelişir, ancak bebeğin cinsiyetini ultrasonda ayırt etmek zordur.
Üçüncü ayın sonunda bebeğiniz tamamen oluşur.

 

32. TAKINTI:

SORU: İslam düşmanları -haşa- Zümer suresi 53. Ayetle Nisa suresi 116. Ayetin hükümleri arasında çelişki olduğunu iddia etmektedir. Bunu açıklar mısınız?
CEVAP: Bektaşiye “Niçin namaz kılmıyorsun?” demişler. Sarhoş Bektaşi, “Allah Kuran’da; “Yâ eyyühellezîne âmenû Lâ takrabus-salâh (Ey iman edenler namaza yaklaşmayın” dedi, ben de onun için namaz kılmıyorum demiş. Oysaki Bektaşi işine geldiği gibi ayeti kerimeyi yarım okumuş “ve entüm sükârâ(ve sarhoş olarak)” kısmını bilerek atlamıştır.
Zümer suresi 53. Ayetle nisa suresi 116. Ayetin hükümlerinde ve diğer ayetlerin hiç birinde çelişki yoktur. İslam düşmanı bilerek Zümer suresinin devamını okumamıştır. Oysaki 54. Ayeti kerimede “azab gelmeden önce tevbe ile Rabbinize yönelin ve O’na teslim olun. Sonra kurtulamazsınız.” Buyurulmaktadır. Yani Allahu teala şirki de affedeceğini ancak tövbe ile affedeceğini beyan eder. Çünkü O, Et-Tevvâb’tır. Yani bütün tövbeleri kabul edendir.
Zümer/53 – De ki: “Ey haddi aşarak nefislerine karşı israf etmiş olan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümid kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”
Zümer/54 – “Onun için ümidi kesmeyin de başınıza azab gelmeden önce tevbe ile Rabbinize yönelin ve O’na teslim olun. Sonra kurtulamazsınız.”
Nisa/116 – “Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında dilediğini bağışlar. Allah’a ortak koşan, muhakkak ki, derin bir sapıklığa düşmüştür.”
Şirk haricinde işlenen günahları Allah dilerse affedecektir. Ancak şirk ve inkarı tövbesiz asla affetmeyeceğini beyan buyurmuştur.
33. TAKINTI:
SORU: Azhap suresi 4-5 “Biz bir erkeğin göğüs bölgesinde iki kalp kılmadık”
bu ayeti nasıl anlamalıyız çünkü iki kalpli doğan insanlar var örneğin siyam ikizliği, parazit ikizlik, kısmi öğütücü ikizlik gibi ayeti mecazi olarak anlamak gerekiyorsa çoklu kişilik bozukluğu itirazı geliyor.
CEVAP:
Allahu teala buyurmuştur ki(mealen):
– “Allah bir adam için içinde iki kalb (gönül) yapmamıştır.” (Ahzab/4)
Burada racül= adam demektir. Kalb ise bizdeki gönlün karşılığıdır. Bir adam da iki gönül yaratılmamıştır. İki yürekli doğan birisini görmedik ama velev ki bir kimse iki yürekli doğmuş olsa da bir gönüllüdür her insan.
Siyam ikizleri adı üzerinde iki ayrı insandır. Onları bununla karıştırmayınız.
Kişilik bozukluğu cin tasallutunda olur. Cinler kişinin iradesini örttükleri zaman ondan başka irade hasıl olur.

34. TAKINTI:

hakikatttt yorumuna yanıt olarak.
SORU: Selamun Aleyküm.
Rabbin bal ansına ilham etti ki: “Dağlardan, ağaçlardan ve onların kurdukları çardaklardan evler edin. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin kolaylıklar gösterdiği yaylım yollarına git.”
“Onların karınlarından, renk renk içecekler çıkar ki onda, insanlar için şifâ vardır. İşte bunda tefekkür edecek kimseler için, elbette bir delil vardır”. NAHL-68
Hocam sizinde bildiğiniz gibi arı çiçeklerden nektar toplar ve arının yapım aşaması başlar. Ateistler ayetteki meyvelerden ye kısmına itiraz ediyorlar ve arı meyveden değil çiçekten nektar toplar diyorlar ki gerçekten de öyle.
Ayetteki meyve diye çevrilen semerat kelimesi arapçada hangi manadadır?

Eski tefsircilere baktım mesela fahreddin razide meyve diye çevirmiş ama oda tefsirinde arıların çiçeklerden toplamasından bahsetmiş.
Bu konuyu nasıl açıklarız?

CEVAP
Aleykümselam. Ayeti kerimeyi ateistler anlamktan çok uzaktır. Siz de onlara uymuş yanlış anlamışsınız.
Nahl suresi 69. ayeti kerimenin Taberi tefsirinden konuyla alakalı ibare şöyledir:
– “Sonra, her üründen ye de Rabbinin kolaylıklar gösterdiği yollara git.” Karınlarından çeşitli renklerde içecek çıkar. Onda İnsanlar için şifa vardır. İşte bunda da düşünen bir topluluk için elbette bir âyet vardır.”

“Sonra her üründen ye.” Çünkü arı, ancak çiçekli bitkilerden (ve ağaçlardan) yer.”

İZAHAT:
Ayette geçen semerât, ürünler anlamındadır. Ayrıca bu ayetin muhatabı insanlar değil arıdır.. Arı için semerat ürün anlamındadır. Bu ayet inkarcılar için aynı zamanda imtihandır. Onların inkarı ayeti doğru anlamalarına engeldir.

SORU: Hocam bu açıklama size mi ait? çünkü müthiş bir zeka göstergesi bu ben bunu cidden düşünemedim orda arıya hitap ederek meyve ye diyor nektarda tatlı bir sıvıdır zaten 4/3’ü su mecaz manada ona meyve diyor doğru mu?
Hocam birde sizde taberinin tefsiri varsa ilgili yer için hangi kelimeyi kullanmış bakar mısınız? çünkü bazen çeviri yapanlar bu alimlerin bazı kelimelerini farklı çeviriyor olabilir.

CEVAP:
Evet o açıklama bize aittir. Müthiş bir zeka demeyelim de ona İlahi bir lütuf olan ilm-i irfan diyelim.
Tüm canlıların az veya çok kısmı sudur. Allahu teala her canlıyı sudan halk ettiğini beyan etmiştir. Bir karpuzun veya kavunun veya portakalın birçok kısmı sudur ama ona mecazen karpuz, kavun veya portakal denilmez hakikaten karpuz, kavun veya portakal denilir.
Semerat aslında ürün yani eski dilde mahsül anlamındadır. Arapçada meyveye fâkihetün (فاكهة) denilir. Kurtubi tefsirinde de zaten buna meyve denilmemiş ürün denilmiştir. Ürün; her meyve ve çiçeğin genel adıdır. Koyun ve keçinin genel adının davar olması gibi…

35. TAKINTI:

M. Öz’ün Sorusu: 
“Bir yerde tartışma başlamış biri demiş ki “Allah kelimesi telaffuz ve gramer bakımından hatalıdır. Mesela “ا” harfi i-e başlar ve “A” diye telaffuz edilir, ama elif harfi “A” değil “E, U, İ” sesi verir.” Birde demiş ki “Kuran’da bariz hatalar bulunur” Bende ona hata bulunmadığını kanıtlamak için bu siteyi bulup okudum ama sitede adamın dediği halatalar hakkında hiç bir şey yazmıyor. Demiş ki “Dünyayı 6 günde Yarattık der ama matematik hataları var, şefaatin olup olmadığı belirsiz, Azhap 37 ve 50 baştan hatalıdır, en büyük hata İsra suresinin 1. ve 2. ayetleri. Ayrıca dünyanın şekli için “duhaha” kelimesi kullanılmıştır ve deve kuşu yumurtası anlamına geldiği söylenmiştir. Ama bu kelime 1960-70 arasında deve kuşu yumurtası anlamında kullanılmaya başlandı. Ondan önce deven kuşu yuvası anlamına geliyordu ki dünyanın şekli böyle değil.”
Bu adama nasıl cevap vereceğimi bilmiyorum, dediklerinin yanlış olduğunu biliyorum ama kanıtlarla ona cevap veremiyorum. Dediklerinin yanlış olduğunu nasıl söyleyebilirim?”
CEVAP: 

Allah lafzı hakkında doğru bilgi için linkimizi tıklayınız:
https://islamdergisi.com/arapca/allah-lafzinin-okunusu/
Arapçası olmayanlar dahi Kuran hakkında söz eder oldu. Galiba ahir zamana geldik. Kur’an’da hata var diyenler arapça cahili ve kafirdir. Kuran’da (HAŞA) imla hatası olsaydı KURAN NAZİL OLDUĞUNDA Kureyş kafirleri “Muhammed Arapça bile bilmiyor” derlerdi. Oysaki Arap edebiyatçıları o kadar uğraşmalarına karşın onun üç ayetini bir araya getiremediler. Onlar Arapçaya o kadar vakıf iken bir kusur bulamadılar da şimdiki Arapçayı bilmeyen Arapça cahili ahmaklar mı onda hata buluyorlarmış!? Onlar önce kendi zavallılıklarına ve cehaletlerine baksınlar.
Fransa eski Bilimler Akademisi başkanı Profesör Marco Bucella le Biblö De Curan isimli kitabında Şöyle der:
“Kuran evrenin 6 günde değil 6 evrede yaratıldığını beyan eder. Zira ayette geçen yevm kelimesinin Kureyş lehçesinde iki anlamı vardır ki birincisi evre, yani uzun zaman anlamına gelir. Çağdaş bilime uygun olarak İlahi kitap Kur’an evrenin 6 evrede yaratıldığını bildirmiştir.”
Bu cahil zavallılar Marco Bucella’dan daha mı çağdaş bilime malikler acaba?
Kuran Allahın kelamıdır Onda hata var diyen kendi bilgisizliğini izhar eder ve küür bataklığına düşer. İddia ettiklerini de asla kanıtlayamazlar ve de kanıtlayamadılar da…
Onlar Kuranın aslını bilmezler. Yanlış mealleri okurlar onu da Kuran sanırlar çürük iddialarının hepsi o kadar!

DUHA SURESİNE gelince (mealen):
1- (Ve’d-Duhâ) Andolsun kuşluk vaktine, güneşin parlayıp yükselmeye başladığı vakte.
Sizin yazdığınız (duhâha) yanlıştır.
Mezkür surenin ayetindeki Duha kelimesi ile deve kuşu yumurtasının ne alakası var? Duha arapçada kuşluk vaktidir. Deve kuşu yumurtası ise Arapçada şudur:
بيضة النعامة Yani; deve kuşu yumurtası biydatüz-zeâmeh’tir.)

36. TAKINTI:

Soru:
“Hocam aklın merkezi beyin olduğuna göre dinsizlerin Kuran eski insanlar gibi aklın merkezini kalp sanıyor iddialarına ne deriz.
Düşünecek kalpler ne demektir?”
CEVAP:
Allahu teala buyurdu ki(mealen):
– “Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki olanların akledecek kalbleri(ibret alacakları gönülleri), işitecek kulakları(öğüt duyacakları idrakleri) olsun. Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler(hakikate) kör olur.” (Hac/46)Öncelikle şunu doğru ifade edelim ki ayette zikredilen kalp yürek denilen et parçası değil ruhun aynası olan gönüldür.
Beyin gönlün bedende yansıdığı aynadır. Cahiller beyni aklın merkezi sanmaktadır lakin öyle değildir. Tıpkı aynaya bakıp da kişinin kendini aynada sanması gibi. Akıl beyin aynasına yansıdığı için aklın beyinde olduğu sanılır. İnsan öldüğünde ise akıl beyinden çekilir beyin fiziksel olarak her şeyi ile eksiz olmasına karşın onda akıl namına hiçbir şey kalmaz.

TAKINTI 37:

SORU:
Furkan suresi 53. Ayette iki deniz birbirine karışmaz deniliyor. Bilimsel olarak karıştığı açıklanmış tatlı su ve tuzlu su diyor. Tatlı deniz yok ki inci ve mercan da tatlı sudan cikmaz ki.

FURKAN 53. AYETİNİN TEFSİRİ(Taberi Tefsiri):

İnci ve mercanın deltalardan çıkarıldığı barizdir.
Sorulan suruda geçen ayet, mealen:
(İki denizi salıveren O’dur. Bu tatlı mı tatlı, bu ise tuzlu ve acıdır. Bu İkisi arasında da bir perde ve belirli bir sınır kıldık.) (Furkan/53)

Konu tefsirde şöyle geçer:
“İki denizi salıveren O’dur” âyeti ile ihsan olunan nimetler tekrar söz konusu edilmektedir.

“Salıveren” serbest bırakan, birbirine katan ve önündeki engeli kaldıran demektir. Mücahid dedi ki: O, iki denizi serbest bıraktı ve birini diğerinin üzerine saldı. İbn Arafe dedi ki: “İki denizi salıveren” yani onları birbirine katan demektir. Onlar biri diğerine ulaşmaktadır. Bir şeyi katıp karıştırmayı anlatmak üzere; denilir. “Din ve iş birbirine karıştı ve tutarsızlık oldu” demektir. Yüce Allah’ın: “Pek karışık bir iş içinde…”(Kaf, 50/5) âyeti da buradan gelmektedir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın, Abdullah b. Âmr b. el-As’a söylediği şu ifadelerde de bu kökten gelen lâfız kullanılmıştır: “Sen insanların ahitlerinin birbirine karıştığını, emanetlerinin artık hafife alındığını ve şöyle şöyle olduklarını görürsen…” deyip, parmaklarını birbirine geçirdi. Ben kendisine: Peki o sırada ne yapayım? Allah beni senin yolunda feda etsin, diye sordum. Şöyle buyurdu: “Evinde otur, dilini tut, maruf gördüğün şeyi yap, münker gördüğünü bırak ve sadece kendinle ilgilen, ammenin işleriyle uğraşmayı da terket.” Bu hadisi Nesâî, Ebû Dâvûd ve başkaları rivâyet etmişlerdir Ebû Dâvûd, IV, 123, 124; İbn Mâce, III, 1507; Müsned, II, 162, 220, 221.

el-Ezherî dedi ki: “İki denizi salıveren” aralarını serbest bırakan demektir. Atı serbest bırakıp merada yayılmayı terketmeyi anlatmak üzere; Atı meraya saldım, denilir. Sa’leb dedi ki: “Salmak” akıtmak demektir. Buna göre yüce Allah’ın:

“İki denizi salıveren” âyeti, ikisini akıtan anlamındadır. el-Ahfeş dedi ki: Bazıları da “İki denizi salıverdi” ifadesini (hemzesiz olarak): gibi kullanmışlardır. Yani burada vezni ile vezni aynı anlamdadır.

“Bu tatlı mı tatlı” son derece tatlı;

“bu ise tuzlu ve acıdır.” Hem tuzluluğu, hem de acılığı vardır. Talha’dan onun;” Tuzlu” lâfzının “mim” harfini üstün, lâm harfini de esreli okuduğu rivâyet edilmiştir.

“Bu ikisi arasında da bir perde” kendi kudretinden bir engel

“…kıldı.”

Onlardan biri diğerinin aleyhine baskın gelmez. Nitekim er-Rahmân Sûresi’nde:

“O iki denizi birbirine kavuşmak üzere salıverdi, ama aralarında bir engel vardır. Biri diğerine karışmaz.” (er-Rahmân, 55/19-20) diye buyurmaktadır.

“Ve belirli bir sınır kıldı.” Yani birinin diğerine karışmasını önleyecek şekilde görülmeyen bir perde var etti.

“Berzah: Perde” haciz (engel) demektir. Hicr (sınır) ise mani (engel) demektir. el-Hasen dedi ki: Bununla İran denizi (Hint okyanusu, Basra körfezi) ile Rum denizini (Akdeniz’i) kastetmektedir.

BİZİM AÇIKLAMAMIZ:
(FURKAN/53 Meali):
(İki denizi salıveren O’dur. Bu tatlı mı tatlı, bu ise tuzlu ve acıdır. Bu İkisi arasında da bir perde ve belirli bir sınır kıldık.)
İlk etapda delta ile denizin birbirilerine kavuşma yerlerinde sudan bir engel oluşur. (Deniz Bilimcisi Kaptan Custo).
Bu iki suyun hiçbir zaman birbirilerine kavuşmayacağı anlamında değildir. Lakin bu iki denizin suyu başka yerlerde birbirlerine karışır ama delta ile denizin buluştuğu yer hep aynı kalır. Ayette de buna dair bariz delalet vardır.

 

38. TAKINTI 
Selamünaleyküm Hocam.
Birkaç yıldır cevabını bilemediğim bulamadığım bir durum var sizin de ilminizi bildiğimden size sormak istedim.
Şimdi artık günümüzdeki teknoloji sayesinde eski yapıların ne zaman yapildiği kaç yıllık olduğu karbon testi ile belirlenmekte bildiğiniz gibi ve karbon testlerinin doğruluk oranı %95
Resulullah s.a.v Tebuk seferine cikarken medain salih bolgesinden geçiyorlar ve orda sahabilere diyorki Semud kavminin evlerine girmeyin onlarin kuyularından suda içmeyin diyor ve Hz salihin su içtiği kuyusunu gösteriyor orduya.
Bu bahsettiğim olay sahih hadis kaynaklarında geçiyor .
Şuan o bölgede medain salih tarihsel bir bölge ve çok ziyaretcileri var yurtdışından orası korunanda bir bölge ve o yerdeki o evler yapılar üzerinde yapılan karbon testleri sonucu yapıların Milattan sonra (M.S) 30-100 arası yillarda yapılmış ve o dönemde orda yaşıyan nebati halkına ait olduğu yazılı bildiğiniz gibi Hz Salih Semud kavmine gönderilmiştir Hz Salih Hz musadan önce gelmiş ve hz Musada milattan önce(M.Ö) tahmini 20000 yillarinda yaşadığına göre Hz Salihin kavminin yapilari Milatta sonrasina ait olamaz.
Yani burda bir sıkıntı var ve ben bunu yıllardır çözemedim kafirlerde forumlarda bunu dile getirerek müslümanların aklını karistiriyor.
Sizin bu konudaki açıklamanız ne olabilir?
Benim aklıma gelen şuydu Semud kavmi helak oldu Kuran’da da Semud kavminin kalıntılarını görüyorsunuz diyor ayette o zaman Semuddan sonra gelen nebatiler ilgili yapıları duzenlemis veya tekrar yapmıştır Resulullahin hadisi hakkında şunu deriz sonuçta semudlar eskiden orda yaşadı o sebepten evlerine girmeyin den kastı o bölgelere girmeyin bu konuyu böylemi açıklarız sizce?

CEVAP: Bu zamandaki tevrat gerçek Tevrat değil ki itimat edelim. M:Ö. 2800 yıl önce sanılan bir hadise Milattan 100 yıl sonra yazılıyor. Bu ne kadar sağlıklı olabilir.?
Tarihçilerde bu tür israiliyet haberlerine dayanarak Hz Salih’i çok eski yıllarda yaşatmışlardır. İşte bütün yanlışlığın sebebi bu muharref tevrattır.
Oysaki Salih peygamberin mevzusu Kuran’da Ad’ddan sonra Semud diye geçer. Ad kavmi yemende semudtan daha önce yaşamış bir millettir. Ad kavminin azgınları orada helak olduktan sonra iman edip sağ kalanlarına Semud kavmi denilmiştir. Semud orada belli bir süre yaşadıktan sonra Arabistan’ın kuzeyine taşınmış (Hicr bölgesi).. Bu milattan önce 500 veya 1000 yıllar arasında varsayılmaktadır. Mezepotamyalı kral Sargon onlarla savaşıp onları yenmesi de o tarihlere rastlar. Semud’un bakiyesi yani hz. Salih’e iman edip orayı terk edenler ise bazı kaynaklara göre M.S. 400-600 lü yıllarda tamamen tarihten silindiği yazılır.
Hz Salih kesin olmamakla birlikte Hz İsa’dan önce dünyaya gelmiş ve 150 yaşlarında vefat etmiştir. Hz. İsa dünyada 33 yıl kaldıktan sonra göğe kaldırılmıştır. Bu da demektir ki Hz Salih yaklaşık olarak Hz İsadan sonra 100 yıl daha yaşamıştır. Doğru tarih budur.
Sizin Peygamberimizin haberi sandığınız tarih bilgisi ise israiliyattır. Boşuna vesveselenmişsiniz.
—————————————————————————
(Ankebût Suresi Âyet; 38, Elmalı Meali):
– “Ad ve Semud’u da (helak ediverdik). Sizin için, (onların başına nelerin geldiği) oturdukları yerlerden apaçık anlaşılmaktadır. Şeytan onlara yaptıkları işleri güzel gösterip onları doğru yoldan çıkardı. Oysa bakıp görebilecek durumdaydılar.” (Elmalı Hamdi Meali)
Ankebût Suresi 38. ayetin Kurtubî Tefsiri:
Âd ve Semûd kavmini de (helâk ettik.) Onların meskenlerinden bu, size belli olmaktadır. Şeytan onlara amellerini süsledi de onları yoldan alıkoydu. Halbuki onlar akılları ile bunu kavrayacak durumda idiler.

“Âd ve Semûd kavmini de” âyeti hakkında el-Kisaî şöyle demektedir; Bazıları bu sûrenin baş taraflarına râcidir, demektedir. Yani yemin olsun Biz onlardan öncekileri denedik. Âd ve Semûd’u da denedik. el-Kisaî der ki: Benim daha uygun gördüğüm ise bunun

“onları sarsıntı alıp” âyetine atfedilmiş olmasıdır ve Âd ve Semûd’u da sarsıntı aldı, demek olur.

ez-Zeccâc’ın iddiasına göre ifadenin takdiri: Âd ve Semûd’u helâk ettik, şeklindedir. Şöyle de açıklanmıştır: Yani sen Âd’i hatırla, hani biz onlara Hud’u göndermiştik. Onu yalanladılar, biz de onları helâk ettik. Semûd’u da hatırla, hani Biz onlara Salih’i peygamber olarak göndermiş, onlar da onu yalanlamış; bu sebebten biz Âd’i kısır rüzgar ile helâk ettiğimiz gibi bunları da çığlıkla helâk etmiştik.

“Onların” el-Hicr ve el-Ahkaf’da bulunan

“meskenlerinden bu” ey kâfirler topluluğu,

“size belli olmaktadır.” Onların helâk edilişlerinde sizin için apaçık belgeler ortada görülmektedir. Burada böylece

“belli olmaktadır”ın faili hazfedilmiş bulunmaktadır.

“Şeytan onlara amellerini süsledi.” Onların değersiz amellerini süsledi; onlar da amellerini yüksek şeyler zannettiler

“de onları yoldan” hak yoldan

“alıkoydu. Halbuki onlar akılları ile bunu kavrayacak durumda idiler.” Bu âyet ile ilgili olarak da iki görüş vardır:

1- Onlar sapıklık içerisinde görür gibi görünüyorlardı. (Kendilerini hak üzere, basiret üzere zannediyorlardı). Bu açıklamayı Mücahid yapmıştır.

2- Onlar apaçık delillerin ortada olması dolayısıyla hakkı ve batılı birbirinden ayırdedebilecek basirete sahip idiler. Bu görüşün doğru olma ihtimali daha yakındır. Çünkü; ifadesi “filan kişi bu işi gerçeği üzere bildi” anlamında kullanılır. el-Ferrâ” dedi ki: Bunlar akıl ve basiret sahibi kimselerdi. Fakat basiretlerinin kendilerine bir faydası olmadı. Şöyle de denilmiştir: Kendilerine akıbetlerinin azâb olduğu açıkça bildirilmiş ve gösterilmiş olmasına rağmen, yaptıklarını yaptılar.

Tevrat gerçek tevrat değil ki itimat edelim. M:Ö. 2800 yıl önce sanılan bir bir hadise M.Ö. 100 yıl sonra yazılıyor. Bu ne kadar sağlıklı olabilir. ?
Tarihçilerde bu tür israiliyet haberlerine dayanarak Hz Salihi çok eski yıllarda yaşatmışlardır. İşte bütün yanlışlığın sebebi bu muharref tevrattır.
Oysaki Kuranda Ad ve Semud diye geçer Hz Salih nebinin kavmi. Ad kavmi yemende semudtan daha önce yaşamış bir millettir. Ad kavminin azgınları orada helak olduktan sonra iman edip sağ kalanlarına semud kavmi denilmiştir. Semud orada belli bir süre yaşadıktan sonra arabistanın kuzeyine taşınmış (Hicr bölgesi).. Bu milattan önce 500 veya 1000 yıllar arasında varsayılmaktadır. Mezepotamyalı kral sargon onlarla savaşıp onları yenmesi de o tarihlere rastlar. Semud’un bakiyesi yani hz. Salihe iman edip orayı terk edenler ise bazı kaynaklara göre M.S. 400-600 lü yıllarda tamamen tarihten silindiği yazılır.
Hz Salih kesin olmamakla birlikte Hz İsa’dan önce dünyaya gelmiş ve 150 yaşlarında vefat etmiştir.
Sizin Peygamberimizin haberi sandığınız tarih bilgisi ise israiliyattır. Boşuna vesveselenmişsiniz.
**********************
Peygamberimizin helak olmuş kavimlerin yaşadıkları yerler hakkındaki ikazı ise oraları mesken edinmememiz hakkındadır. Kuran ise oralara sadece bakıp ibret almamızı istemektedir oralara yerleşmemizi değil. Bugün deprem bölgeleri fay hattı olduğu için oralrı terk etmemiz istenilmektedir.

TAKINTI 39:

Materyalist zihniyet,
“Neml suresi 1. Ayette: “Kuran’ın apaçık bir kitap” olduğu yazılıdır. O halde kitap apaçık olduğu için ayetleri açıkça, anlaşıldığı şekilde mi inceleyelim; yoksa zaten Kuran’ın, yazılı ayetin aksine, apaçık olmadığı ortaya çıkar ki bu da bir ayetin Kuran’ın geneliyle olan çelişkisini gösterir…? derler.

CEVAP:
Kuran’ın apaçık olması sadece Peygamberimiz içindir. Dikkat edilirse ayette “Tâ, Sîn” denildikten sonra “Bunlar sana Kuran’ın apaçık ve bir kitabın ayetleridir” buyruluyor.
İşte o ayet mealen:
Neml/1:
– Tâ, Sîn. Bunlar sana, Kurân’ın ve apaçık bir kitabın âyetleridir.”
Nahl suresinde de mealen,
– “Ey Peygamberim! Sana da Kurân’ı indirdik ki, insanlara vahy edileni açıklayasın.”
ibaresiyle Kur’an’ın sadece Peygamberimize açıkça bildirildiği beyan edilir. İşte o ayet mealen: 
Nahl/44:
– “Ey Peygamberim! Sana da Kurân’ı indirdik ki, insanlara vahy edileni açıklayasın. Belki onlar da düşünürler.”

Ön yargılı zihniyetler bunları bilmediği için Kuran’ı anladığını sanıp kör gözle iğne arar gibi Kur’an’ı eleştirme dengesizliğinde bulunuyorlar.  Bunlara tavsiyemiz beyinlerindeki ön yargıdan arındıktan sonra ehli sünnete tabi olup salih ameller  işleyerek Kuranı anlamaya çalışmalarıdır.

 

NOT: Ayet meallerimizin kaynağı Elmalılı Hamdi Yazır mealidir.

EK 1:
Misyoner Ateistforum Mustafa!


Bir misyoner Mustafa takma ismiyle dergimize sorular yöneltmiş onlara cevap:

Ateistforum Atıftır:

Sizler Hz İsa’ya bile iftira ettiniz de bir anneden doğan insana tanrı olarak üçün üçüncüsü dediniz. 104 tane birbirini tutmayan bozuk incilden dört tanesini seçtiniz de Allaha iftira ettiniz.
* Şeytanla anlaştınız putperestliği gerçek İseviliğin içine soktunuz.
* Sizin gibi kalbi mühürlenmişler Allah’ın sözü yüce Kuranı ve Allah’ın Rasülü Peygamberimiz Muhammed Mustafa’yı ancak cehennemde anlayabilir. O da bir işe yaramaz.* Ey gizli misyoner! Ne demek, “Merak ediyorum, ARABIN bu yalanlarını nasıl oluyor da bu kadar savuna biliyorsunuz” demek?
* Irkçılık tiynetin kabarıp “Arap” diye aşağıladığın zat, 18 bin alemin efendisi Allah’ın Rasulü Muhammed Mustafa’dır. O’nu lağım çukur olan ağzınıza almaya layık değilsiniz! “Arabın yalanları” dediğin İlahi kelam Kuran-ı Kerim’dir sizin atalarınızın bozduğu bozuk inciller değildir.

* Sizler şeytanlara taparken gerçek Resul Peygamberimizi övmenizi beklemiyoruz tabi ki.
* Necasetten ancak necaset çıkar! Sizler gibi sapkınlardan da ancak iki ayaklı şeytan zuhur eder.

* Diyorsun ki; “Bakın sizin ALLAH ne diyor? Şimdi sizin bu kuran kimin sözüdür?
Muhammedinizin mi, yoksa Allahınızın mı?” diye üfürmüşsün.

* Sizin gibi inançsızlar Kuran gibi şerefli bir İlahi kelamı ağzına almaya layık değildir. O sebeple Onu buraya mealen yazıyorum:
Sure-i Hakk/ 40 – Kuşkusuz Kur’ân, şerefli bir peygamberin Allah’tan getirdiği sözdür.
Sure-i Hakk/41 – O bir şair sözü değildir, siz çok az inanıyorsunuz.
Sure-i Hakk/42 – Bir kâhin sözü de değildir, ne de az düşünüyorsunuz!
Sure-i Hakk/43 – O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir. (Şüphesiz Allah doğru söyledi).

* Ey kalbi kör anlayışı kıt şahıs! Gördüğün gibi O ayetler Allah’ın kelamıdır Peygamberin sözleri değildir.
* Hakka suresi 40. ayette Allahu teala Kuran için, “Kuşkusuz Kur’ân, şerefli bir peygamberin Allah’tan getirdiği sözdür” diyor.
* Sizin gözünüz mü kör, yoksa beyniniz mi sulandı? Mezkür ayette geçen “Peygamberin Allahtan getirdiği söz’dür” ibaresi, Peygamberin sözü mü demek oluyor? Birisi sana “Falan yere git şu şahsa şunları bunları söyle” derse o söz o şahsın sözü müdür, yoksa senin kelamın mıdır?

* Diyorsun ki;
“Bu ayetlar gerçek TANRIYA İFTİRADIR. Bunu yazanlarda TANRININ gerçeğini tanımayanlardır” demektesiniz.
* Bil ki o Kuran ayetleri bizzat Allah katından gelmiştir. Sizler gerçek İlahı tanısaydınız üç ilaha inanmaz bir insan olan Hz İsa’ya Allahın oğlu demezdiniz. Bizler sizin gibi bir birbirine uymayan 4 bozuk incile tabi değiliz.

* Diyorsun ki, “Putperest denen arap şairlerin şiirlerinden kuran’a ayet olarak alınan yüzlerce ayet vardır” demişsin ama öyle bir tek bile uydurulmuş ayet olduğunu kanıtlayamamışsın. Kanıtlayamazsın da zaten sizin gibilerin bildiği bir çirkeflik vardır ağzınızdan necaset saçmaktır. Ama bilmezsiniz ki güneş necasetle sıvanamaz. Ancak ağzınızla attığınız necaset döner yüzünüzü sıvar, yüzünüz şeytan pisliği ile örtülür.

* Diyorsun ki “İsteyen savunmasını yapabilir. Ama yanıtını da alır tabi ki. Dürüst olanlar çıksın karşıma (Tolonbey-Dedeniz) diye üfürmüşsün.

* Karşına çıktık ama yok oldun!

**********************************************************************

DEĞİŞİK SORU ve CEVAPLAR

* SORU: Allâh yer ve zamandan münezzeh olduğu için Allah’a soyut denilebilirmi?
* CEVAP: Allah hakkında soyut ve somut kavramları kullanılamaz. Soyut da somut da akılla kavranılabilen kavramlardır. Allah ki Onu akıllar kavrayamaz. O sebepledir ki Allah hakkında akla gelen her şekil her kavram mahluktur.
Allahu teala buyurmuştur ki(mealen): “Onlar ki gaybe iman ederler” (Bakara/3) Allahın zati ve subuti sıfatlarına inanırız ama bunlar hakkında nasıldır diye düşünmeyiz. Çünkü bunu akıllar kavrayamaz.
* SORU: “Allâh’ın varlığından kuşkulanan “ya yoksa” diye düşünen kâfir olur mu?”
CEVAP: Evet öyle düşünen kafir olur.
* SORU: İslam da felsefe iyi midir tavsiye eder misiniz?
CEVAP: İslam ile felsefe birbirine zıttır. İslam; din hakkındaki felsefeye karşıdır. Dini felsefeye dayandıranlar kafirdir. Din dışındaki felesefeye islam karşı değildir. Yani dünyevi konularda felesefe caizdir hatta elzemdir. Teknolojiyi insanların yararına geliştirmek çok yerindedir.
* SORU: İslamda günahlar harâmlardan daha çok mudur?
CEVAP: Günah ve haram aynı şeydir.
* SORU: Müslümanlar Hak Dinin İslâm olduğuna inanırlar ateistler Dinlere yalan derler Müslümanlar Allâh var derler ateistler Allâh yok derler bu durumda Dinde doğru kişiden kişiye değişmez mi?
CEVAP: İslamda değil, inançsızlarda doğru, kişiden kişiye değişir.
* SORU: Öldükten sonra “ya ibadetlerim hayatım boşa giderse” diye düşünmek küfür müdür? siz ne düşünüyorsunuz?
CEVAP: Evet küfürdür. Ben elhamdülillah şeksiz ve şüphesiz müslümanım.
* SORU: Dini çok araştırmak çok bilgi öğrenmek iyi midir?
CEVAP: Din ehli sünnet alimlerinden öğrenilir. Kendi kendine araştırmakla yanlış yola sapma durumu olabilir..
* SORU: Âhiret hayatı dünyadan insanlar tarafından anlaşılabilir mi? Cennet Cehennem dünyadayken insanlar tarafından görülebilir mi?
CEVAP: Ahiret hayatı dünyadan anlaşılabilir. Bunun için seyir ve süluk yapmak gerek yoksa şüpheye düşmeden inanıp İslama teslim olmak gerek.
* SORU: Şu an Cennette ve Cehennemde insan var mıdır?
CEVAP: Şu an cennet de İdris peygamber vardır. Diğer insanların ruhları cennet bahçelerindedir. Kıyamet günü ise tüm müminler cenete bedenleri ile girecektir.
* SORU: Ya hristiyanlar ateistler haklıysa diye düşünmek küfür olur mu? Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
CEVAP: Ya hıristiyanlar veya ateistler haklıysa diye düşünüp inanan müslüman değildir.
Onların haklı olamaları da imkansızdır. Çünkü insandan tanrı olmaz, bir damlacık sudan yaratıldığını inkar eden ateistten de adam olmaz.
* SORU: Kur’ân ayetlerinin meâllerine ve hadislere “Allâh şöyle buyuruyor, Resulullah şöyle buyuruyor şöyle buyurdu” denilebilir mi? Cuma namazlarında öyle deniliyor.
CEVAP: yazılan veya okunan meallerin veya hadislerin sonuna parantez içinde mealen demek gerekir.
* SORU: Nurettin Yıldız ve M. İslamoğlunun ibadetlerinin boşa gitme ihtimalleri var mıdır?
CEVAP: İhtimal değil kanıtları vardır.
* SORU: Dinin sınırları içinde kalmak özgür hissetmemizi engeller mi?
CEVAP: İslam teslimiyet gerçek özgürlüktür. Aksi halde Allahtan başka her şeye köle olmaktır.

SONUÇ OLARAK DİYORUZ Kİ;

Allahu Teala Buyurmuştur ki (mealen):
– “Sen Kur’ân’ı okuduğun zaman biz, seninle ahirete inanmayanların arasına görünmez bir perde çekeriz.” (İsra/45)

– “Ve kalblerinin üzerine, Kur’ân’ı anlamalarına engel perdeler geçiririz ve kulaklarına bir ağırlık veririz. Rabbini Kur’ân’da bir tek olarak andığın zaman da ürkerek arkalarına döner kaçarlar.”(İsra/46)

İlahi haber Kur’an âyetlerine göre kafirlerin küfür ve sapıklıkta inat etmeleri sürdükçe Kur’an’ı anlamaları asla mümkün olmayacaktır.
Mesajımız inkarda direnen beyinsizlere değil, kalplerini Hakka ve gerçeğe açan doğruyu araştıranlaradır.

Zira Allah inkarda direnen bir toplumu asla hidayete erdirmez iman nasip etmez…

***********************************

K Ü F Ü R   S Ö Z L E R  (Dinden Çıkaran Söz ve İşler) İçin TIKLAYINIZ:
Elfazı Küfür (Dinden Çıkaran Söz ve İşler)

 

 

Rabbimiz hata ve günahlarımızı affet bizi sırat-ı müstekîmden ayrılanların yoluna sapmaktan koru.

Loading

15.972 - 1
DİKKAT: Hakaret, küfür, tehdit içeren mesajlarla ilgili gerekli yasal işlemler yapılır. Tüm gönderilerde IP adresleri ve gönderim tarihi sistem tarafından kaydedilmektedir. Soru veya mesaj göndermeden önce nezaket kurallarına dikkat ediniz.

Aşağıdaki formu doldururken isim kısmında takma ad veya rumuz kullanabilirsiniz. İnternet sitesi kısmını boş bırakınız. Gerekli alanlar * ile işaretlenmiştir. Eposta adresiniz yayımlanmaz.

Merve Öz için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


“Kuran’da Bilimsel Hatalar Var İddiası Çürütüldü” üzerine 22 yorum.

    1. Sen Fransız Araştırmacı Kaptan Custo’dan daha mı araştırmacısın ki o göremedi de sen mi gördün onun göremediğini?
      Siz ateistlerin gözü değil aklı kör. Siz bir zerre sperm ve ovumdan yaratıldığınız halde bunu kör sağır ve şuursuz tabiata atfediyorsunuz? Hiç kör ve sağır ve şuursuz doğa bir araba yapabilir mi? Yapamaz dersiniz ama ondan daha karmaşık yapıda olan arabayı yapan insanın doğa tarafından yaratıldığına inanacak kadar kör ve akılsızsınız!!!
      SENİN GİBİ BEYİNSİZLERE CEVAP YAZMAK TAŞLA KONUŞMAK GİBİDİR.

      *****
      KÖRE NE GEREK KÖRE NE
      GÖRENE GEREK GÖRENE
      GÖZ ODUR Kİ HAKKI GÖRE
      BAKMAK VARDIR EŞEKTE DE

  1. Kusura bakmayın, ben verilen cevapları pek tatmin edici ve inandırıcı bulmadım ; fazla ayrıntıya da girmeye gerek görmüyorum.
    Selamlar , saygılar

    1. Sizin egonuz ve nefsiniz basiretinizi perdelenmiş hak ve gerçeği görmeyecek kadar sağlıklı düşünemiyorsanız yapacak bir şey yoktur. Ebu Cehil ve onun arkasından gidenler de sizin gibi diyorlardı Ebu Cehiller Kuran’ı anlamadılar diye bizler Kuran’dan vazgeçecek değiliz.
      Sizler güneşi göremiyorsunuz diye güneş yok olmaz. Alemleri ve onların Yaratanını de yok sayacak değiliz.

    2. Görmez münkirin gözü göze ne gerek
      Görmek görene gerek, köre ne gerek
      Gündüz de iyi görür anlamasa da eşek
      Eşeğe verilen akl-u öğütten ne gerek
      HAKVEREN DERVİŞ

  2. SORU: “Yazımızda Müslüman olmayanlara bolca hakaret ettik ama eğer bizim sitemize veya yazarımıza bir şeyler diyen olursa İP adresini alırız ve avukatımız da gerekeni yapar. Biz istediğimizi deriz ama siz diyemezsiniz.” Bu tavrınız hiç hoş değil. Umarım bunu yazdığım için yarın bir gün evime bir kağıt gelmez hakaret etmedim sonuçta yani…

    Öncelikle yazınızda bir doğa yasası olan evrimden bahsetmemişsiniz. (Umarım evrimi yalanlamak gibi bir hata yapmazsınız.) Kur’an’ın evrimle çeliştiği bir gerçektir çünkü evrime göre ilk insan diye bir şey yoktur.”

    CEVAP:
    Biz hiçbir şahsa hakaret etmedik bunu siz uydurmaktasınız. Genel anlamda kafire kafir demek hakaret değildir. Çünkü onun anlamı İslamı kabul etmeyen demektir.
    Evrim konusunda çok geri kalmışsınız maalesef. Zira evrim anne rahminde geçirilir. Bir de yetişkin oluncaya dek değişimler devam eder. Yetişkinlikten sonra ise geri dönüşüm başlar. Sizin anladığınız manada evrim komiktir.
    Zira SİZE GÖRE EVRİMDE; balık kaza geçirmiş karaya çıkmış kertenkele olmuş. Uzun bir evreden sonra kertenkele kaza geçirmiş maymun olmuş. Uzun bir başka evreden sonra maymun kaza geçirmiş insansı olmuş. Aslında kaza geçiren her şey bozulur nedense sizin kazalarda her şey daha da olgunlaşmaktadır. Ne kadar hayalci sizin bilim dışı evrimciler! Asıl şaşılacak şey öyle dengesizlere sizlerin nasıl inandığıdır. Sizler aslında akıllı insanlarsınız.
    Bu konu ile ilgili geniş bilgi için bağlantı(link) yazıyorum okuyabilirsiniz.
    https://islamdergisi.com/genel/darwinizm/

  3. Bir yerde tartışma başlamış e biri demiş ki “Allah kelise telaffuz ve gramer bakımından hatalıdır. Mesela “ا” harfi ie başlar ve “A” diye telaffuz edilir, ama elif harfi “A” değil “E, U, İ” sesi veriri.”. Birde demiş ki “Kuran’da bariz hatalar bulunur” bende ona hata bulunmadığını kanıtlamak için bu siteyi bulup okudum ama sitede adamın dediği halatalar hakkında hiç birşey yazmıyor. Demiş ki “Dünyayı 6 günde Yarattık der ama matematik hataları var, şefaatin olup olmadığı belirsiz, Azhap 37 ve 50 baştan hatalıdı, en büyük hata İsra suresinin 1. ve 2. ayetleri. Ayrıca dünyanın şekli için “duhaha” kelimesi kullanılmıştır ve deve kuşu yumurtası anlamına geldiği söylenmiştir. Ama bu kelime 1960-70 arasında deve kuşu yumurtası anlamında kullanılmaya başlandı. Ondan önce deven kuşu yuvası anlamına geliyordu ki dünyanın şekli böyle değil.”
    Bu adama nasıl cevap vereceğimi bilmiyorum, dediklerinin yanlış olduğunu biliyorum ama kanıtlarla ona cevap veremiyorum. Dediklerinin yanlış olduğunu nasıl söyleyebilirim?

    1. Allah lafzı hakkında doğru bilgi için linkimizi tıklayınız:
      https://islamdergisi.com/arapca/allah-lafzinin-okunusu/
      Arapçası olmayanlar dahi Kuran hakkında söz eder oldu. Galiba ahir zamana geldik. Kur’an’da hata var diyenler kafirdir. Kuran’da (HAŞA) imla hata olsaydı KURAN NAZİL OLDUĞUNDA kureyş kafirleri Muhammed arapça bile bilmiyor derlerdi. Oysaki arap edebiyatçıları o kadar uğraşmalarına karşın onun üç ayetini bir araya getiremediler. Şimdiki arapçayı bilmeyen ahmaklar mı onda hata buluyorlarmış! Onlar önce kendi zavallılıklarına baksınlar.
      Fransa eski Bilimler Akademisi başkanı Profesör Marco Bucella le Biblö De Kuran isimli kitabında Şöyle der:
      “Kuran evrenin 6 günde değil 6 evrede yaratıldığını beyan eder. Zira ayette geçen yevm kelimesinin Kureyş lehçesinde iki anlamı vardır ki birincisi evre, yani uzun zaman anlamına gelir. Çağdaş bilime uygun olarak İlahi kitap Kur’an evrenin 6 evrede yaratıldığını bildirmiştir.”
      Bu cahil zavallılar Marco Bucella’dan daha mı çağdaş bilime malikler acaba?
      Kuran Allahın kelamıdır Onda hata var diyen küllen kafirdir. Bunu da asla kanıtlayamazlar ve de kanıtlayamadılar da…
      Onlar Kuranın aslını bilmezler. Yanlış mealleri okurlar onu da Kuran sanırlar çürük iddialarının hepsi o kadar!
      DUHA SURESİNe gelince mealen:
      93-DUHA:

      1 – (Ve’d-Duhâ) Andolsun kuşluk vaktine, güneşin parlayıp yükselmeye başladığı vakte.
      Sizin yazdığınız (duhâha) yanlıştır.
      Mezkür surenin ayetindeki Duha kelimesi ile deve kuşu yumurtasının ne alakası var? Duha arapçada kuşluk vaktidir. Deve kuşu yumurtası ise arapçada şudur:
      بيضة النعامة Yani; deve kuşu yumurtası biydatüz-zeâmeh’tir.)

  4. selam . ben namazkiliyorum.ama son zamanlar acaba diyorum yani deizme meyl var . bazi sorularima cavap aldim. ama yine de şüpheler var aklımda bununla nasıl başa çıka bilirim

    1. Elnure hanım.
      Deizm inancı eski yunan filozoflarının sapkın inancıdır. Onlar bilgileriyle gururlanan kibirli insanlar olduğu için bir peygambere tabi olmayı ar ettiler ve sapkınlıktan kurtulamadılar.
      Bir kimse Allah’ın var olduğuna ve bir olduğuna inanacak ama Onun peygamberlerle kitap gönderdiğine inanmayacak. Bu olur şey değil. Alemleri yoktan var eden İlah kendi varlığını bildirmemesi mümkün mü?
      Kuran diyor ki :
      – “ve mâ halaktül cinne vel inse illâ liya’budûn” Mealen:
      – “Ben cinleri ve insanları beni tanısınlar ve bana kulluk etsinler diye yarattım”
      Kulluk emirler ve yasaklar konulup onlarla sınav yapılarak olur.
      Allaha inanıp da peygamberlere ve kitaplarına inanmayanları Allah müslüman kabul etmiyor onlara kafirlerden olduklarını bildiriyor.
      Deizm modasına meylederek sonsuz azaba ve karanlığa meylediyorsunuz. Henüz hayatta iken elinizde tekrar tövbe etme imkanı varken tövbe edip İslama sarılıp deizme meyletmekten vazgeçin.
      Allah deizm diye bir din de göndermedi ama İslamı Allah gönderdi. İşte ayet:
      – “İnneddîne ındallâhil-islâm” Mealen: “Allah katında kabul gören din sadece İslamdır”.

  5. * Gizli misyoner Ateistforum Çakma Mustafa!
    * Bilmediğimizi mi sanıyorsunuz; sizin gerçek isminiz Mustafa değil. Sizin gibiler gizli hıristiyan misyonerleridir.
    * Sizler Hz İsa’ya bile iftira ettiniz de bir anneden doğan insana tanrı olarak üçün üçüncüsü dediniz. 104 tane birbirini tutmayan bozuk incilden dört tanesini seçtiniz de Allaha iftira ettiniz.
    * Şeytanla anlaştınız putperestliği gerçek İseviliğin içine soktunuz.
    * Sizin gibi kalbi mühürlenmişler Allah’ın sözü yüce Kuranı ve Allah’ın Rasülü Peygamberimiz Muhammed Mustafa’yı ancak cehennemde anlayabilir. O da bir işe yaramaz.

    * Ey gizli misyoner! Ne demek, “Merak ediyorum, ARABIN bu yalanlarını nasıl oluyor da bu kadar savuna biliyorsunuz” demek?
    * Irkçılık tiynetin kabarıp “Arap” diye aşağıladığın zat, 18 bin alemin efendisi Allah’ın Rasulü Muhammed Mustafa’dır. O’nu lağım çukur olan ağzınıza almaya layık değilsiniz! “Arabın yalanları” dediğin İlahi kelam Kuran-ı Kerim’dir sizin atalarınızın bozduğu bozuk inciller değildir.

    * Sizler şeytanlara taparken gerçek Resul Peygamberimizi övmenizi beklemiyoruz tabi ki.
    * Necasetten ancak necaset çıkar! Sizler gibi sapkınlardan da ancak iki ayaklı şeytan zuhur eder.

    * Diyorsun ki; “Bakın sizin ALLAH ne diyor? Şimdi sizin bu kuran kimin sözüdür?
    Muhammedinizin mi, yoksa Allahınızın mı?” diye üfürmüşsün.

    * Sizin gibi inançsızlar Kuran gibi şerefli bir İlahi kelamı ağzına almaya layık değildir. O sebeple Onu buraya mealen yazıyorum:
    Sure-i Hakk/ 40 – Kuşkusuz Kur’ân, şerefli bir peygamberin Allah’tan getirdiği sözdür.
    Sure-i Hakk/41 – O bir şair sözü değildir, siz çok az inanıyorsunuz.
    Sure-i Hakk/42 – Bir kâhin sözü de değildir, ne de az düşünüyorsunuz!
    Sure-i Hakk/43 – O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir. (Şüphesiz Allah doğru söyledi).

    * Ey kalbi kör anlayışı kıt şahıs! Gördüğün gibi O ayetler Allah’ın kelamıdır Peygamberin sözleri değildir.
    * Hakka suresi 40. ayette Allahu teala Kuran için, “Kuşkusuz Kur’ân, şerefli bir peygamberin Allah’tan getirdiği sözdür” diyor.
    * Sizin gözünüz mü kör, yoksa beyniniz mi sulandı? Mezkür ayette geçen “Peygamberin Allahtan getirdiği söz’dür” ibaresi, Peygamberin sözü mü demek oluyor? Birisi sana “Falan yere git şu şahsa şunları bunları söyle” derse o söz o şahsın sözü müdür, yoksa senin kelamın mıdır?

    * Diyorsun ki;
    “Bu ayetlar gerçek TANRIYA İFTİRADIR. Bunu yazanlarda TANRININ gerçeğini tanımayanlardır” demektesiniz.
    * Bil ki o Kuran ayetleri bizzat Allah katından gelmiştir. Sizler gerçek İlahı tanısaydınız üç ilaha inanmaz bir insan olan Hz İsa’ya Allahın oğlu demezdiniz. Bizler sizin gibi bir birbirine uymayan 4 bozuk incile tabi değiliz.

    * Diyorsun ki, “Putperest denen arap şairlerin şiirlerinden kuran’a ayet olarak alınan yüzlerce ayet vardır” demişsin ama öyle bir tek bile uydurulmuş ayet olduğunu kanıtlayamamışsın. Kanıtlayamazsın da zaten sizin gibilerin bildiği bir çirkeflik vardır ağzınızdan necaset saçmaktır. Ama bilmezsiniz ki güneş necasetle sıvanamaz. Ancak ağzınızla attığınız necaset döner yüzünüzü sıvar, yüzünüz şeytan pisliği ile örtülür.

    * Diyorsun ki “İsteyen savunmasını yapabilir. Ama yanıtını da alır tabi ki. Dürüst olanlar çıksın karşıma (Tolonbey-Dedeniz) diye üfürmüşsün.

    * Karşına çıktık ama yok oldun! Neredesin namert?

  6. Gerçekten çok iyi anlatmışsınız, bunu okumadan önce bu takıntıların çoğunun bir araya getirip makale halinde yazan bir ateist siteyi okumuştum. bir an ortada kaldım, özellikle bu güneşle zülkaryneyn olayı ama sonra siteden çıkıp aşağılara doğru gelince sitenizi gördüm ve gerçekten rahatladım. Allah sizden razı olsun.

  7. selamun aleykum bir ateist kuranda haşa hata olduğunu ilk önce kemiğindeğil kemikle etin aynı anda oluştuğunu bunun bir hata oldugunu söylemiş lutfen açıklar mısınız

    1. (Müminun/12,13,14) mealen:
      – Andolsun biz insanı, çamurdan, bir sülâleden (süzülüp çıkarılmış çamurdan yani bitkilerden, veya onları yiyen hayvanların etinden) yarattık. 
      NOT: Bu ayet meni ve yumurtanın yenilen içilen şeylerden yaratıldığına işaret ediyor.
      – Sonra onu emin ve sağlam bir karargahta (rahimde) nutfe (sperma-yumurtanın birleşimi) haline getirdik.
      – Sonra nutfeyi (erkekten alınan sperm ile kadının yumurtası birleştikten sonra çoğalan hücre zigotun dönüşümü) bir alaka (embrioyu) yarattık, derken o alakayı bir mudga (bir çiğnem et parçası halinde) yarattık, derken o mudgayı bir takım kemiklere çevirdik, derken o kemiklere bir et giydirdik, sonra onu diğer bir yaratık olarak teşekkül ettirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah, pek yücedir.”
      ***********************************
      Uzmanların Bildirdiğine Göre Rahimdeki Bebeğin 2. Aydaki Durumu (5-8. Haftalar):

      Bebeğinizin yüz özellikleri gelişmeye devam ediyor. Her bir kulak başın cildinin küçük bir katı şeklinde başlar. Sonunda kollara dönüşen minik tomurcuklar ve bacaklar oluşur. Parmaklar, ayak parmakları ve gözler de oluşuyor.

      Nöral tüp (beyin, omurilik ve merkezi sinir sisteminin diğer sinir dokusu) şekillendirilmiştir. Sindirim sistemi ve duyu organları gelişmeye başlar. Kemik kıkırdak yerini almaya başlar.

      Baş, bebeğin vücudunun geri kalanıyla orantılıdır.

      İkinci ayın sonunda, bebeğiniz yaklaşık 25 mm uzunluğundadır ve yaklaşık 1 / 30’u ağırlığındadır.

      Yaklaşık 6 haftada bebeğinizin kalp atışı genellikle tespit edilebilir. Sekizinci haftadan sonra bebeğinize embriyo yerine fetus adı verilir.

      Uzmanların Bildirdiğine Göre Rahimdeki Bebeğin
      3. Ay (9-12. haftaları):

      Bebeğinizin kolları, elleri, parmakları, ayakları ve ayak parmakları tamamen oluşur. Bebeğiniz yumruklarını ve ağzını açıp kapatabilir. Tırnak ve ayak tırnakları gelişmeye başlıyor ve dış kulaklar oluşuyor. Dişlerin başlangıcı şekilleniyor. Bebeğinizin üreme organları da gelişir, ancak bebeğin cinsiyetini ultrasonda ayırt etmek zordur.
      Üçüncü ayın sonunda bebeğiniz tamamen oluşur.

      Sperm ve yumurta birleşiyor nutfe yani zigot oluyor. Zigot bölünerek çoğalıp mudga(et oluyor. Etten kemiklerle birlikte iç organlar ve sonra kaslar yaratılıyor. Kemik olmadan kaslar ve deri nasıl olabilir? İnkarcının demek istediği iç organlardır. Ayette ise kemiklerden sonra yaratılan kaslar ve deridir. İlk önce kemikler oluşur denilirken kemikler tam olgunlaşma haline gelmeden kaslar ve üzerini örten deri oluşmaktadır. İnkarcı kemikle kasın birlikte yaratıldığını sanması buradan kaynaklanmaktadır.
      Görüldüğü gibi ayetin bildirdiği ile bilim adamlarının müşahedeleri mutabıktır. Ateistin bilgisi yanlıştır.

    1. Linkimizi paylaşabilirsiniz.
      Sayfanızda yayınlamak için facebook adresinizi verirseniz size gönderebilirim.

  8. Rönesans öncesi hıristiyanlar ile şu durumda Amerikada yaşayan bazı yahudi ve hıristiyanlar da sizin gibi “dünya tepsi gibi düzdür” diye inanıyor.
    Acıyorum sana çok yazık.! Türkçeden zayıfın var lügata imtihana gidiyorsun.! Demem odur ki cehaletinin farkında bile değilsin.
    Bu siteye soru soranların içinde senin gibi örümcekleşmiş bir beyine henüz rastlamış değilim. Tabi o başının üstünde taşıdığın kafanın içinde beyin diye bir şey hala varsa…
    Kuran’da dünyanın tepsi gibi düz olduğuna dair bir ayet yoktur ama küre gibi olduğuna işaret eden bir çok ayet mevcuttur.
    21. yüzyılda dünyanın uzaydan küre biçiminde olduğu kameralarla gösterilirken siz daha hala çağdışı kafa ile yaşıyorsunuz. Bu saçmalıklarınızla kimi memnun etmeye çalışıyorsunuz ya da neyi kanıtlamaya çalışıyorsunuz?

  9. İnananların en büyük sorunu inandıkları şeyin mutlak doğru olduğunu düşünmeleridir. bu insanlık tarihinin en büyük yanılgısıdır. Hele hele o kitaplarda yazanların yaratıcı kelamı olduğuna inanmak ancak doğar doğmaz bu bilgiyle haşredilmekle mümkün olabilir. aileniz çevreniz bir din üzerine olduğu için sizde o adet üzeresiniz. bir an bu devasa kafesten başınızı çıkarıp nefes almaya başlayabilseniz inandığınız bu şeylerin binlerce yıl önce üretilmiş ve zamanla bir kısım değişiklilere uğramış deli saçmaları olduğunu farketmeniz içten bile olmayacaktır. sevgiler.

    1. İnananların değil, inanmayanların en büyük sorunu; sarhoşun çift gidiş-gelişli yola tersten girip herkesin tersten geldiğini sanması gibidir.
      ŞİİR:
      Görene gerek görene.
      Köre ne gerek köre ne?
      Adam o ki hakkı göre.
      Gündüz gören gözler,
      Vardır eşekte bile!
      ********************
      Siz onca ayetleri okudunuz ama anlamadınız. Özetle anlamak istemediniz. Çünkü aklınızı şeytanlar işgal etmiş olduğu için insan gibi bakmadınız. Beş on saniye adam gibi baksaydınız iman eder Müslüman olur, onca kanıtları yok saymazdınız.

      Muhammed ismi şerifini senin gibi münafıkların kullanması zulümdür. Sen inkarda bile yalancısın! Gerçekten tam bir inkarcı olsaydın ismini değiştirirdin. Sen çift kişilikli, çift karakterli bir zavallısın.!

      Kendini bilge bizi cahil sanmışsın. Allah’a hamd olsun ki sizin gibileri kırk yıl okutacak ilmimiz var. Sen doğmadan bir yıl önce bir hiçtin. Allah anana babana yaklaşma hissi verdi bu sebeple onlar işin zevkindeyken seni iki pis sudan yarattı insan şekline soktu. Sonra sen dünyaya geldin ateist cahillere karşıtın tertemiz aklını onların örümcekli küflü düşünceleri ile kirlettin ve seni yoktan yaratan Yaratıcıyı yok sayma cahilliğini yaptın. Yaratılmış her şey bütün açıklığı ile sana “Allah var Ondan başka İlah yok” derken, sen kendini ve evreni okuyamadın yada ön yargılı olduğun için şaşı baktın anlayamadın! Bütün bunları göremeyecek kadar kör ve sağır olmana karşın şaşılacak olan şey, sizin gibi aklı ve zihni kör olan şuursuzların sağ duyulu, önünü gören akıl sahiplerine yol göstermeye kalkmasıdır. İşte asıl komik olan şey budur bay şaşkın.!

    1. Allah sizden de razı olsun Fatıma hanım. İnşaallah nasibi olanlar anlar.

Merve Öz için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

error: İçeriği kopyalamak yasaktır.