Şeyhlik Nedir? Mürşide Teslimiyet Nasıl Olmalıdır ?

İmamı Azam resimleriBismillâhirrahmânirrahîm

Mutlak itaat Allah’a ve Rasulü Muhammed aleyhis-selamadır.

– “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan Emir sahibi(manevi terbiyeciniz mürşid-i kâmillere ve vaaz veren alimlere ve ülke idarecisi sultanlara) itaat edin.
Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz(yani bunlar Kuran ve Sünnetin dışına çıkarlarsa); Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne (şeriate) arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.”  (Nisa/59)

Konuyu büyük veli ve mutasavvıf Mevlana Celaleddin Rumî’nin şu veciz sözleri ile açalım:
Teslim olduğun ne ise, Teselli bulduğun da odur. Teslimiyet yalnızca Allahadır.
Allaha teslim ol ki teselli bulasın!…
(Hz. Mevlana)

Şeyh Ne Demektir?
Şeyh kelimesi Arapçada ihtiyar erkek, lider, başkan anlamlarına gelmektedir. Tasavvuf ıstılahında ise, kâmil ve mükemmil mürşid, manen ve ahlaken olgun ve olgunlaştıran irşad vesilesi kimse demektir.

Şeyhler Üç Türlüdür:

1. Sahte şeyhler. Bunlar ne şeriatten ne tarikatten haberi olmayan zındıklardır. Bunlar veya bunların yardakçıları cahilleri yalan kerametlerle kandırıp, okun yaydan çıktığı gibi insanları islamdan uzaklaştırırlar. Bu münafıklar paragöz kimseler olup, müridlerinin malına ve namusuna göz dikecek kadar alçaktır.
2. Samimi fakat nâkıs şeyhlerdir. Bunlar da yolda kalmış, şeytanın aldattığı kimselerdir. Şeytan bunları bazı keşif ve rüyalarla yanıltarak kendilerini olgun insan gösterir. Hatta kendilerini peygamberlerin seviyesinde görenler de vardır. Bunlara tabi olanlar da helak olurlar. Bunları anlamak için şeriati(Kur’an ve Sünneti) iyi bilmek yeterlidir.
3. Gerçek Şeyhler: Bunların sayıları azdan azdır. Bunlar ehli sünnet inancında samimi mü’minlerdir. Bunların tek gayeleri, Allah rızası için Kur’an ve sünneti ve Peygamberimizin ahlakını yaşamak ve yaşatmaktır. Bunlara göre keramet asla ölçü değildir. Ölçü Kur’an ve sünneti yaşamaktır. Kur’an’da ve sünnette olmayan tasavvuf, Hinduizm ve Budizm tasavvufudur. Bir kimse bir şeyhe bağlansın veya bağlanmasın, Kur’an ve sünneti yaşıyorsa, o muvahhidtir. Yani tevhid ehlidir. Din kimsenin tekelinde değildir. Ancak ehil bir rehberle yol daha çabuk kat edilir ve adres daha kolay bulunur.

SORU: Gerçek bir mürşide bağlanmak farz mıdır?

CEVAP: Hayır farz değildir ama, ihlası elde etmek için çok elzemdir. Farz demiyoruz , zira ihlas mürşitsiz de elde edilebilir ama çok zordur. O halde tasavvufa girmenin ve mürşide bağlanmanın yararı; nefsi tezkiye ve ruhu tasfiye ederek gerçek ihlasa ermeyi kolaylaştırmak içindir…

GERÇEK ŞEYHDE ARANACAK VASIFLAR:

Birinci olarak itikatta, Ehli Sünnet İnancında olup, amelde ise dört hak mezhebten biri olan Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli Mezheblerinden birine tabi olmalıdır.
İkinci olarak; aranacak vasıf, Peygamber(s.a.v.) efendimizin ahlakı ile ahlaklanmış olmalıdır.
Üçüncü olarak; Ehli Sünnet İtikadını çok iyi bilmekle birlikte, haramları bilip herkesten daha çok sakınmalı ve farzları yapmakta çok titiz olmalıdır. Vacib ve sünnetleri bilmekte ve uygulamakta herkesten önde olmalıdır. Bid’atleri çok iyi bilmeli ve onlardan, herkesten daha çok sakınmalıdır.
Dördüncü olarak; mürşitler silsilesi Rasulullah (s.a.v.) efendimize kadar uzanan kâmil ve mükemmil bir mürşitten icazet almalıdır. Zira ehliyetsiz bir şöforun arabasına binmekten daha tehlikelidir icazetsiz bir şeyhin manevi otobüsüne binmek. Zira birinci de canından olmak var, öbüründe imanı kaybedip, ebediyen cehennemlik olmak vardır.
Bu konu da daha fazla bilgi için tasavvuf kategorimizdeki “Mürşidlerin Vasıfları” adlı yazımıza bakabilirsiniz.

Yukarıda özet olarak belirttiğimiz mürşitlik vasıflarını taşıdığı sanılan bir kimseye intisab eden bir kimse hiç bir zaman bir peygambere bağlanır gibi bağlanamaz.  Bir mürşit kendisine vahy gelen bir kimse değildir. Mürşidin kendisi dahi, Peygamber (salat ve selam üzerine olsun) Efendimize tabi olduğu için, İslam şeriatine tabi olmak mecburiyetindedir.

Bir kimsenin mürşidine bağlılığı, Kur’an ve Sünnet dairesi içinde olmalıdır. Aksi durumda böyle birinin dünya ve ahireti helak olur. Bir deyim vardır: “Çarşıya pirince giderken evdeki bulgurdan olmakta vardır.” Günümüzde ki şeyhlere bağlılığın bir kısmı bu türdendir. İşi şirke kadar götürüp kendini Müslüman sanan zavallılar hiçte az değildir. Adam evliya olmak için kapıya gelmiş, kapıdaki insan suretinde bulunan şeytanlar bu adamı güya irşad etmek niyeti ile dininden imanından ediyorlar. İstismarcılar bu teslimiyet işinde başarılı olmak için, Musa(a.s.) ile Hızır’ın(a.s.) Kur’an’da geçen kıssalarını kullanarak, güya şeyhlerinin; “her dediğinin doğru olduğu” anlayışı ile bağlı olan taliblerin iradelerini yok etmeye çalışıyorlar. Şeyhin her sözüne ve her dediğine teslim olunması gerektiğini söyleyen bu istismarcılara:
-“ Hızır ve Musa’nın (aleyhimüsselam) sadık birer kul ve Musa’nın bir Rasul olduğunu ve Hızır’a verilen ledünni ilimin Allah(c.c.) tarafından  Kur’an’da teyit edildiğini, halbuki teslim olunan şeyhin sadakati hakkında ise böyle bir İlahi mesajın olmadığı” hususu sorulursa buna cevapları nasıl olacaktır? 

Rasulullah(sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz bir gün, bir gurup sahabeyi (Allah Onlardan razı olsun) bir sefer için görevlendirir. Bunların başlarına da içlerinden birini komutan tayin eder. Bu gurup geceyi çölde geçirirler ve üşüdükleri için de, ateş yakarlar. Başlarındaki komutan tayin edilen şahıs buna karşı çıkar ve;” siz bana itaatsizlik ettiniz, size emrediyorum kendinizi bu ateşe atın!” diye emreder. Onlar bu emre karşı çıkarlar ve: “Biz bu dine kendimizi ateşe atmak için girmedik ” derler. Bu durum Rasulullah’a intikal eder. Rasulullah(s.a.v.):

-” Eğer bu adama itaat edip kendinizi ateşe atsaydınız ebediyen bu ateşten çıkamazdınız.” diye beyan eder.
Rasulullah(s.a.v.) efendimiz:
-“
 Allah’a isyanda kula itaat yokturdiye buyurmaktadır .
Kuran ve Sünnet yolundan ayrılmadan gerçek bir rehbere teslim olmak, dünya ve ahiretin kurtuluş vesilesi olur.  Bir mürşide bağlanmaktaki maksat,  Allah rızası için,  nefsi emmare ve şeytanla mücadele etmek için olmalıdır. Bu mücadele ancak, Kur’an ve sünnet yolundan ayrılmadan olur. Yoksa kendine taptırmak isteyen şeyh müsveddelerine taparak, ebediyyen cehennemlik olmak değildir.

İsmail Hakkı Bursevî hazretleri Ruhu’l-beyan isimli eserinde bu konuyu, şöyle ifade ediyorlar:
-” Peygamberler ve onların varisleri konumunda olan alim ve şeyhler, günahla ilgili bir şeyi asla emretmezler. Peygamberler ma’sum , şeyhler ise mahfuzdur. “Allah’a isyan da, kula itaat yoktur” hadis-i şerifi gereğince,  ma’siyet bulunan bir konuda bîate asla izin yoktur. Bîat ise(intisab etmek, bağlılık sözü), kulun Allah’a kavuşması ve gafletten kurtularak Hakk’ı hatırlaması için gerekli bir husustur. (Ruhul-Beyan) 
Büyük mutasavvıf ve itikatta müctehid İmam-ı Rabbani Ahmed-i Faruki  Serhendî Müceddidi Elfisâni (k.s.) hazretleri, tasavvuf büyüklerinin şeriate uymayan söz ve işlerine uyulmayacağını, onlar, bu tür söz ve davranışlarda bulunduklarında, şuurlarının Allah sevgisi ile örtülmesi sebebi ile onların mazur olduğunu, fakat; onların şeriate uymayan söz ve davranışlarını  körü körüne taklit edenlerin Allah katında sorumlu olabileceklerini şu sözleri  ile belirtmektedir:
     -“Bu tasavvufçular manevi sarhoşluğa girdiklerinde şuursuz oldukları için özürlüdürler. Yanılan müçtehidler gibi hesaba çekilmezlerse de, bunları taklid edenlere bilmem nasıl azab ederler… Keşke bunlara uyanlarıda yanılan müçtehidlere uyanları affettikleri gibi affetseler! Affetmezlerse durumları vahimdir.”
Kıyas ve ictihat, şeriatın dört temelinden biridir. Buna uymakla emr olunduk, evliyanın keşif ve ilhamına değil. Tasvvufçuların bir çoğu keşif ve ilhamla anlaşılan bilgileri inandırmak için insanları zorluyorlar. Keşke inkar etmemelerini tavsiye etselerdi. Bu bilgilere inanmak zaruri değil,  fakat inkar etmektende sakınmalıdır. Ne kadar şaşılırki kendilerinin tasavvufçu olduğunu söyleyen bazı kimseler, “ Allah’ı bu dünyada görüyoruz” demektedirler. Gördükleri bazı nurları,  hiç bir şeye benzemeyen Allahu Teala’ya benzetiyorlar. “Tasavvuf yolunun sonu bu nuru görmekle biter diyorlar.” Allahu teala bu zalimlerin dedikleri şeyden münezzehtir.” (Mektubat 1.C. 272 Mektub)

HZ. HIZIR ve HZ MUSA KISSASI

Kainatı veya içindeki herhangi bir eşyayı veya insanı Allah’ın parçası saymak küfürdür. Allah’ın eşi ve benzeri yoktur. Hiçbir şey Onun dengi olamaz. O ezelidir ebedidir. Herkes her şey Ona muhtaçtır O ise hiçbir kimseye muhtaç değildir. Bunlar Kuran’la sabittir.
C-1: Her şey Odur demek küfürdür. Bunun anlamı panetizmdir. Yani evrenin her bir parçasına İlah demek gibi. Haşa öyle olsaydı Allah kendinden başkasına tapanların müşrik olduğunu beyan eder miydi?
Her şey Ondan demek ise her şeyi Allah yarattı Ondan başka her şey mahluktur demektir ki büyük İmam, İmamı Rabbani hazretleri de buna değinmiş ve bunu savunmuştur..
Hızır’ın (a.s) ledünni ilmi Hz. Musa’dan çok idi. Şeriat ilmi ise Hz. Musa’da daha çok idi. Hz Hızır, Hz Musa’ya ledünni ilimde rehberlik yaptı bu esnada Hz Musa rehbere bazı itirazları oldu. Sonra Hızır ona açıklama yaptı bunun üzerine Hz Musa ilmi ledün rehberine itiraz etmesinin hatasını anladı.
Mürşid konusunun tamamını o mevzu ile misallendirmek hatadır. Çünkü Mürşid hiçbir zaman bir Hızır (a.s.) konumunda değildir. Zira Hızır’ın peygamber olma ihtimali de var.
Mürşidlere ilmi ledün konusunda teslimiyet gerek. Ama mürid mürşidine şeriat dairesi içinde bağlı olmalı. Mürşid şeriatten ayrılırsa mürid onu mürşid olarak tanımaya devam ederse ahirette kurtulamaz. Çünkü mürşidin mürşidliği zannidir vahiy ile kesin değildir ama Hızırın Hz Musa’ya rehberliği Allahın vahyi iledir..
Fetö gibi sahtekarlara bağlı olanlar eğer şeriat dairesi içinde bağlı olsalardı helak olmazlardı.
Hz Musa Hızır’ın bazı işlerini şeriate aykırı gördüğü için Hızıra itiraz etti. Ama Hızır şeriate aykırı bir şey yapmadı o sadece görünüşte öyle idi.. Çocuğu öldürmesi ise Allahın Hz Hızır’a emri olduğu içindi. Gemiyi delmesi ve diğer şeylerin hikmeti de belli idi.
Ama mürşid olduğu sanılan bir kimsenin mürşidliği Kuran ve Hadisle sabit olmadığı hüsnü zan ile olduğu için mürşidler Kuran ve Sünnete aykırı bir iş yapamaz.
Sâdât-ı Kiramın büyüklerinden İmamı Rabbani hazretleri bu sözleri şöyle teyid eder:
“Biz bütün keşif(kalp gözü ile görülenleri) ve kerametlerimizi şeriat ölçüsü ile ölçeriz. Şayet keşif ve kerametimizi şeriate aykırı bulursak onu çöpe atar şeriate bakarız.”
C-2:
İkinci Sorunuz:
“İkincisi ise yine anlayamadığım hiçlik mevzusu. Varlığın öyle büyük bir günah ki onunla başka birşey mukayese bile edilemez diyor. Yani resmin ismin cismin sen dahi günahsın babından mı? Ben günahsam zaruret hariç ismimi resmimi varlığımı dahi geri çekmem gerekir diye düşünüyorum.

CEVAP: Allah alemleri hiç yokken kün(ol) emri ile var etti. Hiçlik mevzusu Allah’ın varlığı karşısında kulun varlığı hiçtir anlamındadır. Aksi halde şirk olur. Bizim varlığımız Allah’ın var etmesi ile vardır. Aksi halde şirk olur. Evliyaullah alemlere zıl(gölge) varlık derler. İşte bundan dolayı kulun varlık günahı günahların en büyüğü sayılmıştır. Gölgenin varlığı asla bağlıdır. Asıl olmasa gölgede olamaz. Yoksa bu varlık etin kemiğin varlığı değildir.
Kendimizi, kuvvetimizi, aklımızı, bilincimizi, hayatımızı bizim dışımızdaki her mahluku Allahın kudretinin birer tecellisi bilmeliyiz. Onun gönderdiklerine inanıp Onun rızasına ermek için gönderdiği şeriate göre amel etmeliyiz. Kurtuluşumuzu buna bağlıdır.
Kıyamet günü tasavvuftan değil ehli sünnet itikadından ve şeriatten sorulacağız.

Eğriler bir yerde çoğaldıysa,
Doğrular yer değiştirmelidir. 

Doğrular eğrilerin arasındaysa,
Eğrinin içindeki doğru da eğrilir.

Vesselam.
Bekir Abdullah

Loading

18.906 - 1
DİKKAT: Hakaret, küfür, tehdit içeren mesajlarla ilgili gerekli yasal işlemler yapılır. Tüm gönderilerde IP adresleri ve gönderim tarihi sistem tarafından kaydedilmektedir. Soru veya mesaj göndermeden önce nezaket kurallarına dikkat ediniz.

Aşağıdaki formu doldururken isim kısmında takma ad veya rumuz kullanabilirsiniz. İnternet sitesi kısmını boş bırakınız. Gerekli alanlar * ile işaretlenmiştir. Eposta adresiniz yayımlanmaz.

Nez. için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


“Şeyhlik Nedir? Mürşide Teslimiyet Nasıl Olmalıdır ?” üzerine 25 yorum.

  1. Rabbani kelime manası ne demektir? İsim veya sıfat olarak kullanılır mı? Şimdiden teşekkür ederim.
    İsim olarak koymayı düşünüyorum. Cevaplarsanız sevinirim

    1. Rabbanî, İlahî, Rahmanî, isim de değil sıfatta değildir İlahi tecellidir. İmamı Rabbani demek Rab Allahın terbiye eden isminin onda tecelli etmesidir. Allahın alim sıfatının kullardaki tecellisi kulların bilgi sahibi olmaları gibi. Allah alim ismiyle tecelli etmeseydi hiç bir kimse bilgi sahibi olmazdı.

  2. Çok güzel bir yazı.
    Muhsin abi’nin bir yazısından okumuştum.
    Nice fena ve bekaya ermemiş hizmet ehli şeriate uyanların şeyhimden ve bazı velilerden üstün olduğunu görünce çok şaşırdım.

    ___

    En büyük keramet Şeriatı Garra’ya uygun yaşamaktır.

    Sulttanil Muslimin Muhammed Raşid hz ks

    1. Bir kimsenin fena ve bekaya erip ermediğini bilemeyiz. İnsanların güzelliği ahlaki olgunluğundan belli olur. Ahlaki olgunluk yoksa bir kimsede onun şeyh olduğunun bir önemi yoktur. Öyle birisinin fena ve bekaya erdiği iddia da bir yalandır.

    2. Zatı şahane diye zannımız vardır sevgili muhsin hocamıza. Ve o kalp keşif yoluyla gördüğünü söylemiştir. Allahu Zülcelal bildirmiş olsa gerek ki kendisi bilmemektedirler. Yazısını tam hatırlayamadım konuyu uzatmayacağım. Ona dilim değil kalbim dua etmektedir. vel hasıl sizde öylesiniz ve bildirdiği kadar bilmektesiniz aslıda. Ellerinizden öperiz. Vesselam

    3. Allahu teala sizi de Muhsin hocayı da ve dahi bizi de razı olduğu kullarından kılsın. Vesselam.

    4. İmam Rabbi ks mektubatta pek çok yerde velayet nispetinden başka nübüvbet nisbetinden bahsediyordu.Bunu bir türlü anlamıyordum. Bu nübüvvet nispetine sahip olanları deryaya velayet nispetini ise bir damlaya benzetiyordu. Yani Allah cc indinde büyüklük Peygamberi asv örnek alıp islam dinine hizmet etmekte geçiyordu. Ben keşfimle manevi dünyada böyle fenaya bekaya erememiş baxı şeyh ve cemaat büyüklerinin sahip oldukları nübüvvet nispeti ile kendi şeyhimden ileri derecede olduklarına daha sonra çeşitli şekillerde şahit oldum ve buna çok şaşırdım. Tabi velayet nispeti ile emmare nefsi dize getirmekde büyük bir iştir…

      Yazı uzundu bu bir kısmı.
      Hata edip mübareğin sözü deyip yanlış söz edip hakka girmeyeyim die buldum aktarıyorum. Vesselam

    5. Nübüvvet yolundan ilerleyen nasipliler ashab-ı güzinden sonra çok azdır. O büyük nasiplilerden birisi de Müceddidi elfi sâni İmam-ı Rabbani hazretleridir. Evliya-i kiramın ilerlediği velayet yolu nübüvvet yolundan ilerleyenlerin yoluna nazaran zıldır. Zıl ise hiçbir zaman asıl gibi değildir. Ehli sünnet yolunda olan büyük alimlerden bazıları kurbu nübüvet yolundan ilerledikleri için onlarda fena ve beka yoktur. Lakin onların bu ahvali fena ve bekayı tamamlayanların ahvalinden daha yücedir Ay ışığı ile gündüz gibi aralarından fark vardır. O nasipliler Kuran ve sünnete tam ittiba ettikleri için diğer velilerden daha yücedir. İmamı Rabbani hazretleri de mektubatın çeşitli yerlerinde buna değinmiştir. Muhsin hoca da bunu dile getirmiştir.
      Vesselam.

    6. Sanırım birazcık anladım… O yüzden olsa gerek ki yazılan kitaplar arasında en keskin ve beni en çok mutmain eden Mektubatı Rabbani’dir… çalgıya haram demesi olsun şu veya bu vs… herşeyi gönlüme uygun düşmektedir.. kim ne fetva verirse versin sen bir gönlüne danış hadisi şerifi gereğince gönlümün şeksiz kabul ettiği tek kitaptır. Elbette çok güzel başka kitaplarda vardır, fakat sekr hali çok bencileyin avamların ayak kaymalarına vesile olabilmektedirler. Allahu Teala razı olsun İman Rabbani ks ve onun yolundan gidenlerden ve sevenlerden.. bizide onların ve onların izinde giden sizlerin hürmetine muhafaza ede af ede inş. Teşekkür ederim. İyi akşamlar. Selamunaleyküm.
      Bu arada konuyu uzatmayacağım dedim ve inşallah demedim unuttum ve uzattım. Bu mevzuda hassasım. Özür dilerim. Ve bu hatamada tövbe ediyorum. Estagfirullah… insan hiç bir söz söylemezki yanında yazmaya hazır bir melek bulunmasın. Rabbul alemin af ede. Büyüklerin duasını hoş nazarını üzerimize celb ede. Amin.

    7. Allahu teala sizden razı olsun Mesut kardeşim.. İmamı Rabbani hazretlerini sevenleri biz de severiz. Mektubatı Rabbani Kuran’ı Kerim ve hadisi şeriflerden sonra en kıymetli kitaplardandır. Tasavvuf yolunda iki büyük kitap vardır. Kurbu velayet yolunun ışığı Mevlana Celaledini Rumi hazretlerinin Mesnevisi, Kurbu nübüvvet yolunun ışığı İmamı Rabbani hazretlerinin Mektubatı Rabbani eseridir.
      İmamı Rabbani hazretlerini müminler sever münafık kafirler sevmezler.
      Vesselam.

  3. Selamun aleykum hocam beni Bı şeyhe goturduler. Boşanmak istiyorum diye seyh bana Bı kıtap actı sana sihir falan yapılmış dedı eger benim dediklerimi yapmazsan kendı bıldıgın yoldan gıdersen cocugunun parcasını bile goremezsın dedı ve ılac muska yapmak ıcın bunun karsılıgında baya yuklu miktar para aldı. Sımdı ben buna inanayım mı na yapmam gerek

    1. Aleykümselam.
      Gerçek bir şeyh yazacağı duadan asla para almaz. Para alıyorsa o sahtekardır ona asla inanma. Onun yazdığını da felak ve nas surelerini okuyarak suya at veya yak.
      Boşanmak geçerli sebeplerin varsa şeyhe değil anne-babana veya aile büyüklerine danış da boşan.
      O sahtekar adamı da şikayet et. Gaybı Allahtan başkası bilemez. Senin başına gelecekleri o düzenci alçak asla bilemez.

  4. Bir tarikatta zikirden önce sanırım Seyhlerin evilyaların Sadatların isimlerinin ezberlenmesi ve okunması şart koşuluyor. Sonra zikir oluyormuş bu isimleri ezberleyip söylemenin zikre faydası nedir bu olmazsa olmaz mıdır.Kuran da ve sahih hadislerde yeri varmıdır.

    1. Tarikat büyükleri yani sadatların ismini ezberlemek adabtır farz değil sünnet değildir. Adabı olmayan yani edebi olmayan farza ve sünnete gereken önemi veremez. Yunus Emre’nin dediği gibi,
      İlim geride kaldı
      İlle edeb ille edeb
      Bunun anlamı ise, ilme gerek yok demek değil, edebe riayet etmeden öğrenilen ilmin kişiye bir faydası olmaz demektir.
      Tarikat bir edeb okuludur. Orada ilim edeb ile birlikte öğretilir.
      Dinde imanın yeri bir binanın temeli gibidir. Farzlar ise o binanın direkleri, tavanı ve duvarları mesabesindedir. Sünnetler ise o binanın sıvası, boyası, badanası mesabesindedir. Adablar ise o binanın sergisi, tezyinatı mesabesindedir.

    1. İslam da kadın isterse kazancını eşine vermeyebilir. Zorla baskı ile almak zulümdür kul hakkıdır.

  5. ne hikmetse şeytan aleyilanenin vesveselerle insanı yönlendirmesi normal görülüyorda ahseni-takvim seviyesine çıkmış bir ALLAH dostunun manevi telkinlerle müridlerini yönlendirebileceği düşüncesi yanlış görülüyor.
    kaldı ki C.ALLAH bütün insanları ahsenitakvim seviyesinde yaratmış daha sonra da bütün bellekleri silinerek esfele safiline indirmiştir. (tiyn suresi) yani kısaca çöpkutusunda bütün bilgiler mevcuttur ama bunlara ulaşmak ise ancak ve ancak ONUN isteği doğrultusunda bir hayat sürmekle mümkündür. kaldı ki bu da yetmez internetin olmadan bu bilgilerden yeteri kadar istifade edemezsin. işte bu istifadeyi sağlayacak internet servis sağlayıcısı ahseni takvim seviyesine çıkmış meleklerin dahi emrine verildiği mürşitlerdir. sürçü lisan ettiysek affola. selam ve dua ile.

  6. Allah Razi olsun hocam. Biz de ayni fikirdeyiz. Gerçek murşitlerden birkaç örnek verebilirmisiniz? Biz yillardir Sydney’de yaşadigimiz için fazla kimseyi tanimiyoruz.Selamlar…..

    1. Allah sizden de razı olsun.
      Bismillâhirrahmânirrahîm
      Konuya büyük veli ve mutasavvıf Mevlana Celaleddin’in şu veciz sözleri ile girelim:
      Teslim olduğun ne ise, Teselli bulduğun da odur. Teslimiyet yalnızca Allahadır.
      Allaha teslim ol ki teselli bulasın!… (Hz. Mevlana)

      Şeyh Ne Demektir?
      Şeyh kelimesi Arapçada ihtiyar erkek, lider, başkan anlamlarına gelmektedir. Tasavvuf ıstılahında ise, kâmil ve mükemmil mürşid, manen ve ahlaken olgun ve olgunlaştıran irşad vesilesi kimse demektir.

      Şeyhler Üç Türlüdür:

      1. Sahte şeyhler. Bunlar ne şeriatten ne tarikatten haberi olmayan zındıklardır. Bunlar veya bunların yardakçıları cahilleri yalan kerametlerle kandırıp, okun yaydan çıktığı gibi insanları islamdan uzaklaştırırlar. Bu münafıklar paragöz kimseler olup, müridlerinin malına ve namusuna göz dikecek kadar alçaktır.
      2. Samimi fakat nâkıs şeyhlerdir. Bunlar da yolda kalmış, şeytanın aldattığı kimselerdir. Şeytan bunları bazı keşif ve rüyalarla yanıltarak kendilerini olgun insan gösterir. Hatta kendilerini peygamberlerin seviyesinde görenler de vardır. Bunlara tabi olanlar da helak olurlar. Bunları anlamak için şeriati(Kur’an ve Sünneti) iyi bilmek yeterlidir.
      3. Gerçek Şeyhler: Bunların sayıları azdan azdır. Bunlar ehli sünnet inancında samimi mü’minlerdir. Bunların tek gayeleri, Allah rızası için Kur’an ve sünneti ve Peygamberimizin ahlakını yaşamak ve yaşatmaktır. Bunlara göre keramet asla ölçü değildir. Ölçü Kur’an ve sünneti yaşamaktır. Kur’an’da ve sünnette olmayan tasavvuf, Hinduizm ve Budizm tasavvufudur. Bir kimse bir şeyhe bağlansın veya bağlanmasın, Kur’an ve sünneti yaşıyorsa, o muvahhidtir. Yani tevhid ehlidir. Din kimsenin tekelinde değildir. Ancak ehil bir rehberle yol daha çabuk kat edilir ve adres daha kolay bulunur.

      SORU: Gerçek bir mürşide bağlanmak farz mıdır?

      CEVAP: Hayır farz değildir ama, ihlası elde etmek için çok elzemdir. Farz demiyoruz , zira ihlas mürşitsiz de elde edilebilir ama çok zordur. O halde tasavvufa girmenin ve mürşide bağlanmanın yararı; nefsi tezkiye ve ruhu tasfiye ederek gerçek ihlasa ermeyi kolaylaştırmak içindir…

      GERÇEK ŞEYHDE ARANACAK VASIFLAR:

      Birinci olarak itikatta, Ehli Sünnet İnancında olup, amelde ise dört hak mezhebten biri olan Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli Mezheblerinden birine tabi olmalıdır.
      İkinci olarak; aranacak vasıf, Peygamber(s.a.v.) efendimizin ahlakı ile ahlaklanmış olmalıdır.
      Üçüncü olarak; Ehli Sünnet İtikadını çok iyi bilmekle birlikte, haramları bilip herkesten daha çok sakınmalı ve farzları yapmakta çok titiz olmalıdır. Vacib ve sünnetleri bilmekte ve uygulamakta herkesten önde olmalıdır. Bid’atleri çok iyi bilmeli ve onlardan, herkesten daha çok sakınmalıdır.
      Dördüncü olarak; mürşitler silsilesi Rasulullah (s.a.v.) efendimize kadar uzanan kâmil ve mükemmil bir mürşitten icazet almalıdır. Zira ehliyetsiz bir şöforun arabasına binmekten daha tehlikelidir icazetsiz bir şeyhin manevi otobüsüne binmek. Zira birinci de canından olmak var, öbüründe imanı kaybedip, ebediyen cehennemlik olmak vardır.
      Bu konu da daha fazla bilgi için tasavvuf kategorimizdeki “Mürşidlerin Vasıfları” adlı yazımıza bakabilirsiniz.

      Yukarıda özet olarak belirttiğimiz mürşitlik vasıflarını taşıdığı sanılan bir kimseye intisab eden bir kimse hiç bir zaman bir peygambere bağlanır gibi bağlanamaz. Bir mürşit kendisine vahy gelen bir kimse değildir. Mürşidin kendisi dahi, Peygamber (salat ve selam üzerine olsun) Efendimize tabi olduğu için, İslam şeriatine tabi olmak mecburiyetindedir.

      Bir kimsenin mürşidine bağlılığı, Kur’an ve Sünnet dairesi içinde olmalıdır. Aksi durumda böyle birinin dünya ve ahireti helak olur. Bir deyim vardır: “Çarşıya pirince giderken evdeki bulgurdan olmakta vardır.” Günümüzde ki şeyhlere bağlılığın bir kısmı bu türdendir. İşi şirke kadar götürüp kendini Müslüman sanan zavallılar hiçte az değildir. Adam evliya olmak için kapıya gelmiş, kapıdaki insan suretinde bulunan şeytanlar bu adamı güya irşad etmek niyeti ile dininden imanından ediyorlar. İstismarcılar bu teslimiyet işinde başarılı olmak için, Musa(a.s.) ile Hızır’ın(a.s.) Kur’an’da geçen kıssalarını kullanarak, güya şeyhlerinin; “her dediğinin doğru olduğu” anlayışı ile bağlı olan taliblerin iradelerini yok etmeye çalışıyorlar. Şeyhin her sözüne ve her dediğine teslim olunması gerektiğini söyleyen bu istismarcılara:
      -” Hızır ve Musa’nın (aleyhimüsselam) sadık birer kul ve Musa’nın bir Rasul olduğunu ve Hızır’a verilen ledünni ilimin Allah(c.c.) tarafından Kur’an’da teyit edildiğini, halbuki teslim olunan şeyhin sadakati hakkında ise böyle bir İlahi mesajın olmadığı” hususu sorulursa buna cevapları nasıl olacaktır?

      Rasulullah(sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz bir gün, bir gurup sahabeyi (Allah Onlardan razı olsun) bir sefer için görevlendirir. Bunların başlarına da içlerinden birini komutan tayin eder. Bu gurup geceyi çölde geçirirler ve üşüdükleri için de, ateş yakarlar. Başlarındaki komutan tayin edilen şahıs buna karşı çıkar ve;” siz bana itaatsizlik ettiniz, size emrediyorum kendinizi bu ateşe atın!” diye emreder. Onlar bu emre karşı çıkarlar ve: “Biz bu dine kendimizi ateşe atmak için girmedik ” derler. Bu durum Rasulullah’a intikal eder. Rasulullah(s.a.v.):

      -” Eğer bu adama itaat edip kendinizi ateşe atsaydınız ebediyen bu ateşten çıkamazdınız.” diye beyan eder.
      Rasulullah(s.a.v.) efendimiz:
      -” Allah’a isyanda kula itaat yoktur “diye buyurmaktadır .
      Kuran ve Sünnet yolundan ayrılmadan gerçek bir rehbere teslim olmak, dünya ve ahiretin kurtuluş vesilesi olur. Bir mürşide bağlanmaktaki maksat, Allah rızası için, nefsi emmare ve şeytanla mücadele etmek için olmalıdır. Bu mücadele ancak, Kur’an ve sünnet yolundan ayrılmadan olur. Yoksa kendine taptırmak isteyen şeyh müsveddelerine taparak, ebediyyen cehennemlik olmak değildir.
      İsmail Hakkı Bursevî hazretleri Ruhu’l-beyan isimli eserinde bu konuyu, şöyle ifade ediyorlar:
      -” Peygamberler ve onların varisleri konumunda olan alim ve şeyhler, günahla ilgili bir şeyi asla emretmezler. Peygamberler ma’sum , şeyhler ise mahfuzdur. “Allah’a isyan da, kula itaat yoktur” hadis-i şerifi gereğince, ma’siyet bulunan bir konuda bîate asla izin yoktur. Bîat ise(intisab etmek, bağlılık sözü), kulun Allah’a kavuşması ve gafletten kurtularak Hakk’ı hatırlaması için gerekli bir husustur. (Ruhul-Beyan)
      Büyük mutasavvıf ve itikatta müctehid İmam-ı Rabbani Ahmed-i Faruki Serhendî Müceddidi Elfisâni (k.s.) hazretleri, tasavvuf büyüklerinin şeriate uymayan söz ve işlerine uyulmayacağını, onlar, bu tür söz ve davranışlarda bulunduklarında, şuurlarının Allah sevgisi ile örtülmesi sebebi ile onların mazur olduğunu, fakat; onların şeriate uymayan söz ve davranışlarını körü körüne taklit edenlerin Allah katında sorumlu olabileceklerini şu sözleri ile belirtmektedir:
      -“Bu tasavvufçular manevi sarhoşluğa girdiklerinde şuursuz oldukları için özürlüdürler. Yanılan müçtehidler gibi hesaba çekilmezlerse de, bunları taklid edenlere bilmem nasıl azab ederler… Keşke bunlara uyanlarıda yanılan müçtehidlere uyanları affettikleri gibi affetseler! Affetmezlerse durumları vahimdir.”
      “Kıyas ve ictihat, şeriatın dört temelinden biridir. Buna uymakla emr olunduk, evliyanın keşif ve ilhamına değil. Tasvvufçuların bir çoğu keşif ve ilhamla anlaşılan bilgileri inandırmak için insanları zorluyorlar. Keşke inkar etmemelerini tavsiye etselerdi. Bu bilgilere inanmak zaruri değil, fakat inkar etmektende sakınmalıdır. Ne kadar şaşılırki kendilerinin tasavvufçu olduğunu söyleyen bazı kimseler, “ Allah’ı bu dünyada görüyoruz” demektedirler. Gördükleri bazı nurları, hiç bir şeye benzemeyen Allahu Teala’ya benzetiyorlar. “Tasavvuf yolunun sonu bu nuru görmekle biter diyorlar.” Allahu teala bu zalimlerin dedikleri şeyden münezzehtir.” (Mektubat 1.C. 272 Mek.)

      Eğriler bir yerde çoğaldıysa,
      Doğrular yer değiştirmelidir.
      Doğrular eğrilerin arasındaysa,
      Eğrinin içindeki doğru da eğrilir.

      Vesselam.

  7. Selam Aleykum hocam. Mürşid muridi ölünce kabirdeki sorulara cevap verdigi dogrumu? Hayattayken her sorulana “şeyhim bilir” diyen murid ölünce guya kabir sorularina da “şeyhim bilir” demiş ve mursidi gelip cevaplamiş.

    1. Aleykümselam Nez hanım.
      O tür söylentilere itibar etmeyiniz. Dinimizi İlmihallerden öğrendikten sonra bildiğinizle amel edip kabir sualinden ve kabir azabından Allaha sığınınız. Allah müminlerin dostudur.
      Peygamberimiz eshabına kabir de ben sizin yerinize o meleklere cevap veririm demiş midir? Tabi ki hayır. Ne yaparsan elinle o gider seninle. Gerçek mürşidlere saygım vardır tasavvufa da inanırım. Ben de tasavvufun içindeyim ama böyle safsatalara da asla pirim verecek değiliz.

  8. Tarıkata bağlı bir kişi verilen vird lerden başka zikirler yapabilirmi?mesala bir yakınımın arkasından Kelimeyi tevhid dağıtılıyor ger çeviremeyip yardımcı oluyorum.Bu durumda vekiller mürşidimizin izin vermediğini 101 000 lafzı celal çıkınca çekebileceğimizi söylüyorlar..Ömrüm yetmiyebilir.LAİLAHE İLLALLAH Diyemeden mi ayrılıcaz bu dünyadan Hadislere de ters düşüyor…Bana gayret et çık diyorlar..nefsi isbat zikriymiş Lailahe İllallah… Aydınlatırsanız sevinirim..

    1. Tarikata bağlılık şeyhin verdiği zikirden başka zikirlere engel değildir. Ancak vird olarak yapmazsınız. Vird dışında salavat da getirebilirsiniz kelime-i tevhid de okuyabilirsiniz. Bunu yasaklamaya kimsenin hakkı yoktur.
      Nefy-i isbat zikri bir aşamadır. Onun yapılış şekli de farklıdır. Ama sizin tarikatınızda zikirleri cehri yapmanız uygun düşmez. Kendiniz duyabileceğiniz kadar bir sesle vird dışında kelimei tevhid okumanız çok faydalı ve sevap olur.
      Cahil sofilere bir şey danışmayınız.

    1. Aleykümselam. İslam Dergisi Facebook sayfamızı beğendikten sonra oraya mesaj yazınız. Cevabınızı orada özel olarak bildiririm. Burada açıktan yazmamız olmaz.

Nez. için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et