Oy Kullanmak Şirk Değildir

hayırda şer şerde hayır- ayetSORU:
Selamünaleyküm
Hocam. Bazı cemaatler, “Seçimlerde oy kullanmak, partilerin Müslümanlığa aykırı icraatlarını onaylamak olacağı için, küfürdür, şirktir. Hiç bir Müslüman kesinlikle oy kullanmamalı” diyorlar. 

CEVAP: O tür sözler mesnetsiz ve art niyetli sözlerdir. Evet, sizin de dediğiniz gibi, maksatlı bir sözdür.
Bu sapkın cemaatler, öyle uydurma bir fetva çıkarıp Müslümanların oy kullanmasını engelleyerek din düşmanlarının iktidara gelmesine çalışıyorlar. 

Oy kullanmak asla küfür değildir. Hattâ iyilerin başa geçmesine çalışmak dinimizin emridir. Bütün partiler kötü olsa da yine oy kullanmalıdır. Çünkü Mecelle’nin 29. maddesinde (Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur) buyuruluyor. İki şerden, iki zararlıdan daha az zararlı olanı tercih edilir. Daha kötüsünü önlemek için, ondan daha az zararlıyı tercih etmek gerekir. En kötünün başa geçmemesi için, elbette zararı az olana oy vermek gerekir. Hattâ kazanamayacağı bilinen faydalı olan parti varsa, ona oy vermek, oyların bölünüp kötülerin iş başına geçmesine sebep olacaksa, daha az zararlı olanın başa geçmesi için, faydalı olana oy vermemek gerekir. Hele bütün şer güçlerin birleşerek İslamiyet’e saldırdığı bir zamanda, Müslümanların haklarını muhafaza edecek partiye oy vermemenin vebali büyüktür. Bir iş, neticesiyle ölçülür. Yani netice önemlidir. Bu inceliği iyi düşünmeli. Ülkeye, dünyaya zarar verecek kötü kimselerin söz sahibi olmasına sebep olmak, veballi bir iştir. Bu vebale girmemek için oy kullanmalı, zarar, gücümüzün yettiği nispette önlenmelidir.

Kanuna uymakla karşı gelmemek ayrıdır. Bir kimse, kanunu beğenmiyor, ama karşı da gelmiyorsa, kanuna aykırı hareket etmiş sayılmaz. Bir de kanunun zorladığı işleri yapmak günah olmaz. İkrah, bir insanı, istemediği bir şeyi yapması için, haksız olarak zorlamak demektir. Bu durumda, zorlanan işi yapmak zaruret olur. Hapis, dayak, nafakayı kazanmaya ve çalışmaya mâni olmak gibi hususlar birer ikrahtır. Sultanın [kanunların] emirleri de ikrah demektir. (Redd-ül-muhtar, Dürer-ül-hükkam)

(Müminin başına iki bela gelirse, hafifini seçsin!) hadis-i şerifine benzeyen Mecelle maddeleri de şöyledir:

(Şiddetli zarar, en az, en hafif zarar ile önlenir.)[m. 27]

(Birbirine zıt iki zarardan büyük olanınkinden kurtulmak için az zararlı olanını tercih etmek gerekir.) [m. 28]

Önümüze çıkan şer iki de, beş de olabilir. Bizi ölüme mahkûm edebilirler. (Ölümlerden ölüm beğen) diyebilirler. Yahut işkenceye tâbi tutabilirler. Elbette bunlardan bize tercih imkânı verilirse, en hafifini kabul etmek gerekir.

Şer grubunun içinden iyi niyetli biri de çıkabilir. Fakat kuvvetliler mevcut iken, iyi niyetlinin yanına gitmek, hem bizim, hem de iyi niyetlinin felaketine sebep olur. Şerri, kötüyü yok etmek, hayrı yapmaktan önce gelir. Mecelle’de buyuruluyor ki:

(Def-i mefâsid, celb-i menafiden evladır.) [m. 30]

Yani mevcut zarardan korunmak, bozgunculuğu yok etmek, menfaat sağlamaktan önce gelir. Yani önce zarar yok edilir. Zarar yok edilmeden fayda temin edilemez. Farzla haram, sünnetle mekruh çakışınca, haram işlememek için farz tehir edilir. Mekruha düşmemek için sünnet de tehir veya terk edilir.

Dünya sevgisini kalbden çıkarmadan Allah sevgisini koymak mümkün olmaz. Kalbine Allah sevgisini koymak isteyenin, haramlardan kaçarak dünya sevgisini kalbinden çıkarması gerekir. Kalbden dünya sevgisi çıkınca, Allah sevgisi kendiliğinden girer.

İmanla küfür birbirinin zıddıdır. İki zıt bir arada bulunamaz. Yani hem Allah sevgisi, hem de Ebu Cehil’in sevgisi bir kalbde bulunamaz. (Ben hayrın tâ kendisiyim) dediği hâlde, şerle ittifak kurup harâmîlerin bağlanmış ellerini açan, hayrı da, şerri de bilmeyen gâfil kimsedir. Küfre hizmet etmek, gafletin ötesinde hainliktir.

Önemli bir husus da şudur: Sevdiğimiz birkaç kişinin hatırı, menfaati için birçok kimseye zarar vermek veya zarara razı olmak asla doğru olmaz. Aksine bu birkaç sevdiğimizi feda etmek yerinde olur. Çünkü Mecelle’de buyruluyor ki:

(Çok kimseyi zarardan kurtarmak için bir veya birkaç kimseye zarar yapılabilir.) [m.26]

Birkaç kişi zarar görecek diye, bütün milletin zararına razı olmak akıl kârı değildir. Geçmiş tecrübelerden ibret almak, zararı en hafife indirmek lazımdır.

SORU:
Peki o zaman Peygamberimiz SAV zamanında müslümanlar acı çekerken işkence görürken niye ona edilen teklifi kabul etmedi niye liderlik teklifini kabul etmedi?
Lider olup da sonra gücü kuvveti eline geçirdikten sonra tevhidi İslami getirebilirdi. Niye yapmadı o zaman? Demek ki tevhidi konularda asla taviz vermedi. Onun için İslam’da asla oy verme olayı yoktur. Bu İslam’a zıt olan demokrasi sistemini destekleme demektir ve şirktir.
CEVAP:
Bu fikriniz yanlış ve gerçekten eğri ile doğruyu karıştıracak kadar kafanız karışıktır. Peygamberimize yapılan teklif şartlı idi. Onların şartlarını kabul etmek demek Allaha karşı çıkmak olur. O müşriklerin şartları peygamberliği terk etmek puta tapıcılığın devam etmesi idi. Bir peygamber için asla kabulü mümkün olmayan bir teklif idi.
Bugünkü şartlarda oy vermek ise o ülkenin iç ve dış huzurunu sağlamak ve ekonomiyi iyi yöneteceğine inanılan kimseyi seçmek demektir. Dine müdahale edenlere zaten oy vermek haramdır. İslam’da asla oy vermek yok demeniz esnetsiz bir iddia olup Müslümanlara iftiradır, cehaletinizin kötü tezahürüdür.. Zira dört halifenin dördü de ashabın oyunu alarak oy halife olmuş ve seçilmiştir.
Ehli Sünnet inancını iyi öğren de ondan sonra neyin şirk, neyin iman olduğunu bil ve kısa aklınla hüküm çıkarmaya kalkma yoksa imanın elden giderse ahiretteki pişmanlık işe yaramaz.

Bekir Abdullah

 

Loading

8.880 - 1
DİKKAT: Hakaret, küfür, tehdit içeren mesajlarla ilgili gerekli yasal işlemler yapılır. Tüm gönderilerde IP adresleri ve gönderim tarihi sistem tarafından kaydedilmektedir. Soru veya mesaj göndermeden önce nezaket kurallarına dikkat ediniz.

Aşağıdaki formu doldururken isim kısmında takma ad veya rumuz kullanabilirsiniz. İnternet sitesi kısmını boş bırakınız. Gerekli alanlar * ile işaretlenmiştir. Eposta adresiniz yayımlanmaz.

Rifat çakır için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


“Oy Kullanmak Şirk Değildir” üzerine 18 yorum.

  1. Selamun Aleyküm, ehvenişer konusunda iki kötüden daha az kötüyü seçmemiz lazım. Fakat ikisi de sonuçta kötü olmuyor mu? Kur’an’da yarı şer yarı hayr diye bir şey geçtiğini görmedim. Daha az kötüyü seçme konusunda iki taraf da kötüyse o zaman ne yapmalıyız? Hem İslam’a hizmet etmiş gibi görünüp hem de asıl zararı veriyorlarsa ne yapmamız gerekir? İki tarafın da İslam’a zarar verdiğini düşünürsek oy vermeme gibi bir hakkımız var mıdır?

    1. Aleykümselam.
      İbn-i Abbas gibi sahabeden büyük alimler gibi Kuranda her şeyi herkes göremez. Öyle olmasaydı müçtehid alimlerle ne farkımız olurdu?
      Kuran’da zaruret halinde haramların helal olacağı belirtilir. O zaruret durumunda ise haramdan olan şeyin az olanı tercih edileceği beyan edilir. Kıyası fukaha bu ayete dayanarak konuyu içtihat etmiştir ki iki şerden daha az şerli olan tercih edilmelidir. Hiç oy kullanmazsan daha kötüye yardım etmiş olursun ki sorumlu olursun.
      Şu durumda Cumhura vermezsen İslam düşmanı Zilleti desteklemiş olursun. Cumhurun yöneticisi ise bir çok selefiyeciden daha müslümandır.

    2. Bay Muhannet ön yargılısın! Yazımızı bile doğru okumadan basmışsın iftirayı. Çünkü senin aklında sapkın fikirler var onlar senin doğru görmeni ve işitmeni engelliyor. Şeytan ve şeytanın köleleri seni ve senin gibileri esir almış köle yapmış, zehrinizle çevre kirliliği yapıyorsunuz. Sen ve senin gibiler bilerek veya bilmeyerek chp’nin gizli ajanlığını yapmaktadır.
      Oy kullanmak haramdır diye çığlık atıp bilerek veya bilmeyerek İslam düşmanlarının iktidar olmasını, geçmişte olduğu gibi camilerin kapanmasını Kuranın okunmasını yasaklatmaya çalışıyorsunuz.!!!

  2. Sorunuzun cevabı buradadır.
    SORU:
    Selamünaleyküm
    Hocam. Bazı cemaatler, “Seçimlerde oy kullanmak, partilerin Müslümanlığa aykırı icraatlarını onaylamak olacağı için, küfürdür, şirktir. Hiç bir Müslüman kesinlikle oy kullanmamalı” diyorlar. 

    CEVAP: O tür sözler mesnetsiz ve art niyetli sözlerdir. Evet, sizin de dediğiniz gibi, maksatlı bir sözdür.
    Bu sapkın cemaatler, öyle uydurma bir fetva çıkarıp Müslümanların oy kullanmasını engelleyerek din düşmanlarının iktidara gelmesine çalışıyorlar. 

    Oy kullanmak asla küfür değildir. Hattâ iyilerin başa geçmesine çalışmak dinimizin emridir. Bütün partiler kötü olsa da yine oy kullanmalıdır. Çünkü Mecelle’nin 29. maddesinde (Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur) buyuruluyor. İki şerden, iki zararlıdan daha az zararlı olanı tercih edilir. Daha kötüsünü önlemek için, ondan daha az zararlıyı tercih etmek gerekir. En kötünün başa geçmemesi için, elbette zararı az olana oy vermek gerekir. Hattâ kazanamayacağı bilinen faydalı olan parti varsa, ona oy vermek, oyların bölünüp kötülerin iş başına geçmesine sebep olacaksa, daha az zararlı olanın başa geçmesi için, faydalı olana oy vermemek gerekir. Hele bütün şer güçlerin birleşerek İslamiyet’e saldırdığı bir zamanda, Müslümanların haklarını muhafaza edecek partiye oy vermemenin vebali büyüktür. Bir iş, neticesiyle ölçülür. Yani netice önemlidir. Bu inceliği iyi düşünmeli. Ülkeye, dünyaya zarar verecek kötü kimselerin söz sahibi olmasına sebep olmak, veballi bir iştir. Bu vebale girmemek için oy kullanmalı, zarar, gücümüzün yettiği nispette önlenmelidir.

    Kanuna uymakla karşı gelmemek ayrıdır. Bir kimse, kanunu beğenmiyor, ama karşı da gelmiyorsa, kanuna aykırı hareket etmiş sayılmaz. Bir de kanunun zorladığı işleri yapmak günah olmaz. İkrah, bir insanı, istemediği bir şeyi yapması için, haksız olarak zorlamak demektir. Bu durumda, zorlanan işi yapmak zaruret olur. Hapis, dayak, nafakayı kazanmaya ve çalışmaya mâni olmak gibi hususlar birer ikrahtır. Sultanın [kanunların] emirleri de ikrah demektir. (Redd-ül-muhtar, Dürer-ül-hükkam)

    (Müminin başına iki bela gelirse, hafifini seçsin!) hadis-i şerifine benzeyen Mecelle maddeleri de şöyledir:

    (Şiddetli zarar, en az, en hafif zarar ile önlenir.)[m. 27]

    (Birbirine zıt iki zarardan büyük olanınkinden kurtulmak için az zararlı olanını tercih etmek gerekir.) [m. 28]

    Önümüze çıkan şer iki de, beş de olabilir. Bizi ölüme mahkûm edebilirler. (Ölümlerden ölüm beğen) diyebilirler. Yahut işkenceye tâbi tutabilirler. Elbette bunlardan bize tercih imkânı verilirse, en hafifini kabul etmek gerekir.

    Şer grubunun içinden iyi niyetli biri de çıkabilir. Fakat kuvvetliler mevcut iken, iyi niyetlinin yanına gitmek, hem bizim, hem de iyi niyetlinin felaketine sebep olur. Şerri, kötüyü yok etmek, hayrı yapmaktan önce gelir. Mecelle’de buyuruluyor ki:

    (Def-i mefâsid, celb-i menafiden evladır.) [m. 30]

    Yani mevcut zarardan korunmak, bozgunculuğu yok etmek, menfaat sağlamaktan önce gelir. Yani önce zarar yok edilir. Zarar yok edilmeden fayda temin edilemez. Farzla haram, sünnetle mekruh çakışınca, haram işlememek için farz tehir edilir. Mekruha düşmemek için sünnet de tehir veya terk edilir.

    Dünya sevgisini kalbden çıkarmadan Allah sevgisini koymak mümkün olmaz. Kalbine Allah sevgisini koymak isteyenin, haramlardan kaçarak dünya sevgisini kalbinden çıkarması gerekir. Kalbden dünya sevgisi çıkınca, Allah sevgisi kendiliğinden girer.

    İmanla küfür birbirinin zıddıdır. İki zıt bir arada bulunamaz. Yani hem Allah sevgisi, hem de Ebu Cehil’in sevgisi bir kalbde bulunamaz. (Ben hayrın tâ kendisiyim) dediği hâlde, şerle ittifak kurup harâmîlerin bağlanmış ellerini açan, hayrı da, şerri de bilmeyen gâfil kimsedir. Küfre hizmet etmek, gafletin ötesinde hainliktir.

    Önemli bir husus da şudur: Sevdiğimiz birkaç kişinin hatırı, menfaati için birçok kimseye zarar vermek veya zarara razı olmak asla doğru olmaz. Aksine bu birkaç sevdiğimizi feda etmek yerinde olur. Çünkü Mecelle’de buyruluyor ki:

    (Çok kimseyi zarardan kurtarmak için bir veya birkaç kimseye zarar yapılabilir.) [m.26]

    Birkaç kişi zarar görecek diye, bütün milletin zararına razı olmak akıl kârı değildir. Geçmiş tecrübelerden ibret almak, zararı en hafife indirmek lazımdır.

  3. Bu devlet küfür devleti Allah in indirdiği kanunlarla hükmetmeyen kafirlerin ta kendileridir
    Allah zinayi yasaklamış burda serbest.Allah lgbt eşcinselligi yasaklamis bunlar serbest bırakmış otoban kenarları fuhuş yeri olmuş rezidanslar zina yeri olmuş alkol genel evinden vergi alınıyor bunlar serbest domuz eti yasal olarak satılıyor Allah’ın hükümlerine karşı hüküm koymuşlar bunlar kâfir ve müşrik tır bunu biz demiyoruz Allah söylüyor laik bir devlettir laikliğin anlamı Allah bizim devlet işimize karışmasın demektir ve ülkenin yöneticisi olmak üzere tbmmdeki bütün yöneticiler laik devlete Atatürk ilke ve inkılâplarina bağlı kalacağına yemin etmiştir YouTube de xxxxxx’ın videosu bile var bakabilirsiniz ve en önemli kısım küfür un olduğu yerde ehveni şer geçerli olmaz müslümanlar yapmayın Allah’a yönelin batıldan uzak durun Allah yolunda yürüyün la ilahe illallah Allah’tan başka ilah yoktur tagut devleti dir bu devlet tagutu red edelim Allah’a iman edelim tövbe edip(küfür un olduğu yerde ehveni şer geçerli değildir oyuna gelmeyin)

    1. LGBT serbest demişsiniz amma velakin sandığınız gibi değil şu anda yasaktır.
      TÜRKİYE ŞERİATLE İDARE EDİLEN BİR ÜLKE DEĞİLDİR ONDA HEMFİKİRİZ. Bunun mimarı da şu durumdaki hükümet değil.
      BİZ MÜSLÜMANLAR HİÇ OY KULLANMAZSAK İSLAM DÜŞMANI CHP İKTİDAR OLUR CAMİYE GİTMEYİ BİLE YASAK EDER GEÇMİŞTE OLDUĞU GİBİ… SİZin oy verenler hakkında yaptığınız ifadeleri SİYONİST Amerikan AJANLARI YAPILMAKTADIR Siz acaba ne yapmaya çalışıyorsunuz???
      Nasıl ki silahın, arabanın kafiri müslümanı yoksa Devletin de kafiri veya müslümanı olmaz. Onu küfre veya İslama hizmet ettiren insandır.
      Devlet bir silah gibidir. Kimin eline geçerse onun lehine hizmet eder.. Demokratik seçim dışında devletin gücüne karşı koyup istediğin nizamı getirmeye kalkmak ise elinde bomba olan bir adama silahsız karşı koymak gibi kuru kabadayılık ve ahmaklıktır. Devlete silahla karşı koymaya kalkmak İhvanı Müsliminin yaptığı gibi beyinsizliktir sonu hüsrandır idamdır veya hapisliktir. Devlete silahla karşı koymak treni elleriyle durdurmaya çalışan beyinsiz adamın durumu gibidir. Tren KENDİNİ ELİYLE DURDURMAYA ÇALIŞANI silindir gibi ezer geçer. Müslümanlar şeriat hükümlerinin yürürlükte olmadığı bir memlekette oylarıyla ehven-i şerr kimseyi seçmezse İslam düşmanları iktidar ve muktedir olurlar onlar da ülkeni işgal ederler sana dünyayı dar eder karını kızını cariye yaparlar.
      Şu durumda inananlar ve vatanseverler Marksist pkk destekçilerine oy verirlerse Allaha ve Onun dinine ihanet etmiş olurlar. Çünkü sizin gibi aklını kiraya vermiş kimselerin sözüne inanıp da hiç oy kullanılmasa İslam düşmanlığı ile tescilli chp iktidar ve muktedir olur o da Müslümanları ya hapse ya da başka türlü sindirmeyle asimile ederek İslamı bu coğrafyadan silerler.

  4. Hocam benim ailem kullandı ama bunda Allahın hükümlerini değiştirmek için değil daha iyi bi hayat daha iyi bir gelecek ve imkanlar için. Biz şirke mi düştük

    1. Ehveni şerre, yani şerri en az olan bir partiye İslam düşmanlığı yapmıyorsa ona oy vermek elzemdir. Oy veren şirke düşer diyen ahmak ve cahildir onun sözünü çöpe atınız.

  5. Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih’i Rabler edindiler. Oysa kendilerine sadece tek ilâh olan Allah’a kulluk yapmaları emredilmişti. O’ndan başka ilâh yoktur. Allah koştukları eşlerden münezzehtir.” (Tevbe, 9/31)

    1. Kur’an’ı Kerime herkes kendi anlayışına göre anlam verirse bugünkü sapkın selefiyecilerin durumuna düşer.
      Neyin şirk olduğunu ayet mealine bakarak hüküm verenler müslümanlara da müşrik demeye başlamış ve kendileri okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkmaktadırlar. Söz konusu Tevbe Suresi 31. ayeti kerimenin mealini ve tefsirini gözden geçirelim:
      Allahu Teala buyurmuştur ki(mealen):
      – “Onlar, Allah’dan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler, Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah’dan başka hiçbir ilâh yoktur. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden de münezzehtir.” (Tevbe/31)
      Mezkür ayeti kerimenin tefsirine bakalım:
      – “Allah’dan başka bir de hahamlarını (yahudiler) ve rahiplerini (hıristiyanlar) kendilerine rab edindiler”. Allah’ın emrine, hakkın hükmüne değil, onların hükümlerine, onların iradelerine tabi oldular. Onlara Allah’a tapar gibi taptılar, hatta Allah’ı bırakıp onlara taptılar, Allah’ın emirlerini bırakıp, açıkça Allah’ın emirlerine ters düşen keyfî arzularına itaat eylediler. Allah’ın haram kıldığı şeyleri onların emriyle helâl gördüler. Allah’ın “yapmayın” dediği şeyleri yaptılar, “yapın” dediklerini de yapmadılar. Allah’ın emir ve yasaklarını değil de onların emir ve yasaklarını dinlediler. Onlara, Allah’ın emirlerini uygulayan, O’nun dininin hükümlerini anlayıp anlatan kimseler gözüyle değil de, dinde sanki Allah gibi hükümler vermeye ve kurallar koymaya yetkili imişler gibi baktılar. Doğrudan doğruya kendi yanlarından şeriat vaz’etmeye, dini hükümler koymaya hakları varmış, sanki birer müdebbir rabmış gibi baktılar. Onların iradelerine heva ve heveslerine uydular. Nitekim bu âyetin mânâsı hakkında meşhur Hatim-i Tâî’nin oğlu Adiy demiştir ki: “Resulullah’a geldim, boynumda altından bir haç vardı, ki Adiy o zaman henüz müslüman olmamıştı ve hıristiyandı, Resulullah Berâetün Sûresi’ni okuyordu, bana “ya Adiy şu boynundaki veseni at” buyurdu. Ben de çıkardım attım. “Allah’tan başka hahamlarını ve rahiplerini de rab edindiler.” anlamına olan âyetine geldi, ben, ya Resulallah, onlara ibadet etmezlerdi, dedim. Resulullah buyurdu ki: “Allah’ın helal kıldığına haram derler, siz de haram tanımaz mıydınız? Allah’ın haram kıldığına helâl derler, sizde helâl saymaz mıydınız?” Ben de “evet” dedim. “İşte bu onlara ibadettir.” buyurdu.

      Rebi’ demiştir ki, “Bu rablık İsrailoğulları’nda nasıl idi?” diye Abdul’âli-ye’ye sordum. O da “Genellikle Allah’ın kitabında hahamların sözlerine aykırı olan âyetler bulurlar, bununla beraber kitabın hükmünü bırakırlar da hahamların sözlerini tutarlardı.” dedi.

      Bu rivayetler şunu gösterir ki, herhangi birini rab edinmiş olmak için behemahal ona “rab” adını vermiş olmak şart değildir. Allah’ın emrine uygun olup olmadığını hesaba katmayarak, onun emrine uymak ve özellikle de dinin hükümlerine ait olan hususlarda onu kural koymaya yetkili sanıp ne söylerse, ne emrederse doğru farzetmek, ona uyduğu zaman Allah’ın emrine ters düşeceğini düşünmeden hareket etmek, onun emirlerini taparcasına yerine getirmek onu rab edinmek ve ona tapmak demektir. Şu halde burada din âlimlerine, ulul’emr adı verilen devlet başkanlarına itaat etmek, Allah’ın emri olan bir farz değil midir? O halde yahudilerle hıristiyanların kendi âlimleri ve yöneticileri demek olan “ahbar” ve “ruhban”a itaat etmeleri niçin muaheze olunuyor? Şeklinde düşünmeye gerek yoktur. Çünkü burada sözü edilen şey, Allah için itaat ve teslimiyet değil, “min dunillah” olan, yani Allah’ın emrine ters düşen itaattir. Gerçekten de ilmî hakikatleri kabul ve âlimlere itaat etmek ve saygı göstermek Allah’ın emridir. Ve Allah’ın emrine itaat de Allah’a itaattır. Fakat bu doğrudan doğruya değil “Allah’a, Resule ve sizden olan emir sahiplerine itaat ediniz.” (Nisa 4/59) âyetinde de işaret buyurulduğu üzere Allah’a ve Resulü’ne itaatın bir bölümü olarak ve ona bağlanarak yapılacak olan bir itaattır, Allah’a ve emirlerine rağmen bir itaat değildir. Allah için bir itaat demek, Allah’ın emirleri doğrultusunda olan, en azından mahluka itaatte yaratıcıya isyan bulunmayan bir itaat demektir. Böyle bir itaat halıka isyan bulunmamak şartıyla meşru olur. İlmin hükmünün hak, emrin de maruf olması şartına bağlıdır. İlmin hakkı, hak ve hakikatı izlemesinde, gerçekle olan ilişkisinde, hakkın emrine uygun düşmesinde ve daima Allahın rızasını araştırmasında, hakkın ahkâmını tanıyıp kavramasında, hasılı Allah için olmasındadır. Yoksa gerçekle uyum sağlamayan, hak temeli üzerinde yürümeyen Allah’ın hukukuna aykırı olan, Allah’ın koyduğu kanun ve kurallara karşı gelmek isteyen kuruntular ne kadar süslenirse süslensin ilim değildir. Ve âlimlerin değeri, ilim zihniyetine ve haysiyetine bağlılıkları ile ölçülür. Ulu’l-emr olmaları sırf bilgileri ve ilmî haysiyetleri bakımındandır. Yani emredilen marufu tanımaları, uyulacak âyetin hükmünü iyi bilmeleri ve ondan elde edilecek mânâyı iyi kavramaları sebebiyledir: “Bunların hüküm çıkarmaya gücü yetenleri elbette onu anlarlardı.” (Nisâ, 4/83), “Allah’ın kulları içinde O’ndan en çok korkanlar âlimlerdir.” (Fâtır, 35/28) özelliklerini taşımaları ve “Eğer bilmiyorsanız, ilim ve hikmet ehline danışınız.” (Nahl 16/43) buyurulduğu üzere, âlimlerin ehl-i zikir olmaları bakımındandır. Âlim, bilgi sahibi olması bakımından hiçbir şeyin değil, ancak hakkın kuludur. Delillerin ve hakkın âyetlerinin emrindedir. Lâkin delilin şerefi bizzat kendinden değil, medlulü olan hakka delalet etmesi ve hakkın açığa çıkmasına yardımcı olması yüzündendir. Hakkı batıl, batılı hak yapmaya çalışanlar ise ilmî haysiyetten mahrum birer tağutturlar. İlme ve ilmin ortaya koyduğu verilere, Hak Teâlâ tarafından yaratılmış gerçekler olduğu bakımından itaat, Allah’ın emrine itaat ve hakkın farizasını yerine getirmektir. Hakka bağlı olduğu müddetçe ilme ve âlime uymamak ilim ve ulema düşmanlığıdır. Ancak Allah’ın emirlerini gözardı ederek âlimlerde velev cüz’î bir hüküm vazetme yetkisi bulunduğunu, hatta bir zerrenin bile hükmünün yerini değiştirmeye yetkili olduklarını kabul ve teslim eylemek Allah’dan başkasına bir rablık hissesi vermektir, onları “min dunillah” (Allah’ın gerisinde) rab edinmektir. Şeytanlara, Tağutlara, Nemrudlara, Firavunlara, putlara ve evsana tapmak nasıl bir şirk ve küfür ise âlimlere de haddinden fazla kıymet vermek öyledir. Mesela; doğruyu yanlışı, hakkı batılı ayırmaksızın hak ilminin gereği olmayan fikirlerini, sözlerini, hakkın emrine dayanmayan, ondan kaynaklanmayan şahsi görüşlerini, istek ve arzuya dayanan keyfi fetvalarını ve iradelerini üstün tutmak, sanki onlarda Allah’ın haram kıldığını helâl, helâl kıldığını da haram kılma yetkisi varmış gibi, hakkı değiştirebilecek bir hakları varmış gibi, kasıtlı sapıklıklar şöyle dursun, Allah’ın emrine aykırı olduğu açık olan hatalarına bile itaatı caiz görmek, hasılı Allah bu konuda ne buyuruyor, diye düşünmeden, Allah’ın emrine uymak gerektiğini hesaba katmadan, onlara itaat dahi öyle bir şirk ve küfürdür. Allah’ı bırakıp başkalarına tapmak demektir. Maalesef yahudiler ve hıristiyanlar işte böyle yapmışlardır: Ahbar ve Ruhbanlarını Rab edinmişlerdir. Onlara gerçekten Rab dememişlerse bile Rab yerine koymuşlardır. Dinde hüküm koyabilme haklarının olduğuna inanmışlardır. Hele Hıristiyanlık tarihinde ruhban sınıfının kutsal tanınması ve papaların hata etmez sayılması daha fazla resmiyet kazanmış olan çok açık bir durumdur. Bunların din işlerinde yetkili ve dinde her türlü tasarrufa salahiyetli olduklarını, ruhani meclislerin kararlarıyla ve papanın emriyle dinin ahkâmının ve kitabın kesin emirlerinin değiştirilecek derecede te’vil ve tebdil, hatta tahrif olunabileceğini, namaz ve oruç gibi temel ibadetlerin, haram ve helâl ile ilgili bütün kuralların ve meselelerin istenilen şekle konulabileceğini, her türlü günahın affedilebileceğini, hatta cennet ve cehennem anahtarlarının papazların elinde olup, bunların isteyene satılabileceğini ve bütün bunlara hiç kimsenin itiraza hakkı bulunmadığını iddia ve kabul edecek kadar imtiyazlar tanımışlardı ki, bu âyet işte bütün bunları hatırlatmakta, muaheze etmektedir. Adiy ile ilgili olan hadisi şerif de bunun asgari ölçüde bir bakıma tefsiridir. Hıristiyanlıkta ruhban sınıfının böyle bir imtiyaz ve hakimiyetle “min dunillah” (Allah’ın gerisinde) Rab edinilmelerine “klerikalizm” adı verilir. Daha sonra bundan şikayetle Protestanlık zuhur etmiştir. Mâide Sûresi (âyet 64, 65)’ne bakınız. Daha sonra bu Rablık imtiyazı, ruhban sınıfının elinden çıkmış, parlamenterlere geçmiştir. Bundan başka protestanlar da dahil olduğu halde, ilk devir hıristiyanları içindeki muvahhidlerden ilgisiz olarak, genelde hıristiyanlar arasında yaygın hâl almış bir şirk vardır ki, bütün diğer şirk çeşitlerinin temelini teşkil eder. Şöyle ki:

      Meryem oğlu Mesih’i de Rab edindiler. Hıristiyanlar rahiplerini Rab yerine koyduktan ve onların lafıyla “İsa Mesih Allah’ın oğludur.” dedikten başka bir de “Meryem oğlu Mesih Rab’dır.” diye tutturdular. Ona böyle üçüzlü bir inançla mabud ve ilâh diye taptılar. Rab kabul edip, Rablığı onda topladılar. Oysa onlar, hakikatte bir tek ilâha tapmak ve ancak ona ubudiyet etmekle emrolunmuş idiler ki O’ndan başka ilâh yoktur. Onların hepsi; yahudisi, hıristiyanı, hahamları ve papazları, akıl delilleriyle ve Allah kitaplarının ortaya koyduğu naslarla, ilâhî hükümlerle başkasına değil, sadece ve sadece Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Mesih aleyhisselamın diliyle Allah’a ibadet ediniz ve O’na aykırılıktan sakınınız. Benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibadet ediniz. Kim Allaha şirk koşarsa, Allah ona cenneti haram kılacak ve yeri cehennem olacaktır.(Mâide, 5/72) buyurulmuştu. Bakara Sûresi’ne (âyet 87 ve 253) bakınız. Böyle iken bunlar bu hak emrinin aksine hareket ederek bir olan Allah’dan başka Rablar da edindiler. Allah’a ve emirlerine karşı geldiler. Kendi nezahet-i sübhaniyyesiyle tenzih O’na, o şirk koşanların şirkinden. Yani, onlar müşriklere benzemekle kalmıyorlar, bilfiil müşriklik de ediyorlar ve Allah’a şirk koşuyorlar. Allah Teâlâ’nın uluhiyetinin şanı ise gerek gizli, gerek açık her türlü şirk şaibesinden uzaktır. O, kendi ezeli nezaheti ile münezzehtir. O’nun zat-ı sübhanisi hiç kimsenin tenzihine muhtaç olmadan, O kendisini, onların açık ve gizli şirk koşmalarından tenzih eyler. Şu halde Allah Teâlâ, onlardan da “berî”dir, onların şirklerinden de.”
      (Kaynak: (Elmalı Hamdi Tefsiri (Tevbe/31)

      İ Z A H A T :
      Âyeti kerimede değinilen şirk mevzusu, Musevi ve İsevilerin Allah’ın emirlerini değilde papazların ve hahamların o zamanki tahrif edilmemiş Tevrat ve İncile ters düşen emirlerine itaat edip vahyi hiçe saymalarıdır.
      Bu zamanda ise; hıristiyanların, yahudilerin, budistlerin, hinduların, ateist ve diğer uyduruk dinlere mensup olanların Kuran’a inanmamaları da şirktir.
      Bu zamanın Müslümanlarından bazılarınında İslam’a ters düşen şeyhlerin, hocaların veya liderlerin emirlerine itaat edip İlahi vahyi önemsememeleri de şirktir ki mezkür ayeti kerimenin mana kapsamına girer…
      Herhangi bir kimseye itaat etmeksizin sırf nefsinin hevasına uyarak Allahu Tealanın emir ve yasaklarına uymadığı için üzülmemek de bu kapsama girer.

  6. Ehven-i şer’in Kurandan ve hadisten olmadığını nereden uydurdun?
    İyi araştır yarım yamalak okuma, Kur’an ve Sünnette bulacaksın. Kafandan atma.

  7. yani seçimlere şeriat eklense ve şeriatın kazanamayacağı bilinse, siz yine kötü başa gelmesin diye iyi varken kötünün iyisini seçeceksiniz demek, yazık

    1. Biz sizin anladığınız gibi demedik siz kendi kafanızdan uyduruyorsunuz. Yazımızı dikkatli okumadığınız ön yargılı ve art niyetli olmanızdan dolayı kabak gibi ortada sırıtıyor. Gözünüz kör olmadığına göre kötü niyetli olmanızdan dolayı anlayışınız kör olmuş sizin.!
      Seçim seçenekleri içinde şeriat yoksa, o takdirde kötünün içinde şerri az olan seçilir demek istedik.
      Seçeneklere şeriat de eklense şeriati seçmeyen elbette küfre girer. Sen neden söz ediyorsun? Daha senin küfürden şirkten haberin yok bir de kalkmışsın bize İslamı öğretmeye kalkıyorsun. Seninkisi Türkçeden zayıfı olanın lügatten sınava girmesi gibi..

  8. S O R U :
    Furkan
    [email protected]

    Selamun aleykum.Youtube de selefiler çok mantıklı videolar çekip oykullanmanin şirk olacağını ve islama aykırı bir şeyle islama hizmet edilemeyeceğini söylüyorlar yani ben oy veriyorum çünkü islama faydası var demek olmazmış.Ornegin pavyon açıp onun parasıyla cami yapıyorum demek gibiymiş.Sonucta demokrasi seriat degil.Oy kullanmak şirk mi?

    C E V A P :
    Bekir
    [email protected]

    Furkan yorumuna yanıt olarak.
    Aleykümselam Furkan kardeşim. Selefiler şirkin ne olduğunu bilmeyecek kadar cahil kimselerdir. Allah onlara basiret versin.
    Şirk, Allah’tan başka ezeli ve ebedi bir varlığın olduğuna inanmaktır. Oysaki her şey Allahın mahlukudur. Yani O, yaratmasaydı Ondan başka hiç bir varlık olmazdı. Onun içindir ki, mahluklara mecazi varlıklar denir. Mecazi varlık demek ise, varlığı bir başkasına muhtaç olmadan var olan kimse tarafından yaratılanlara denir.
    Oy vermek, biat etmek demektir. Ebu Bekir ve diğer üç halife dahil seçilerek hükümdar olmuşlardır. Eğer oy vermek şirk olsaydı cennetle müjdelenen bu yüce sahabeler bunu yaparlar mıydı.?
    Bizler mevcut düzenden razı olduğumuz için oy vermiyoruz. Ehveni şerre veriyoruz yani, daha kötüsüne engel olmak için oy kullanıyoruz.
    Oy vermemek ise, din düşmanı partilerin ekmeğine yağ sürmektir. Müminler hiç oy kullanmasalar, din düşmanı partiler İslamiyeti yok ederler. Bu selefiyeciler İngilizlerin piyonları oldukları için bilerek veya bilmeyere İslamiyetin yok olmasına çalışmaktalar.
    Vesselam.

    1. Ehveni şer yani daha az zararlı olanı tercih etmek TEHVİD de ancak ve ancak İKRAH halinde yani ÖLÜM ile burun buruna kaldığınızda mazur görülebilir ancak işte o zaman oy kullanabilir bir müslüman yani kafanıza silah dayanmış olması lazım.

    2. Allah sizin gibi anlayış yoksullarına hidayet eylesin. Mısırda cihat yaptınız da ne yaptınız? Kiminizi öldürdüler, kiminizi de hapse atıp işini bitirdiler. İslamı Mısır’a hakim mi kıldınız? İngilizin oyununa geldiniz. Kiminiz layıkçı oldu kiminiz sözde tevhitçi oldu. Birbirinizi kırdınız sizin zayıflınızdan ABD ve Yahudi faydalandı. Bütün Arap ülkeleri bir araya geldiniz beş milyonluk israile gücünüz yetmedi. Bu mu sizin cihatçılığınız?

Rifat çakır için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et