Rabıta ile İlgili Bazı Sorular ve Onlara Verilen Cevaplar

Yazan Bekir Abdullah
SORU: lafzai celal ışıltılı

1 Şeyhi olmayanın şeyhi şeytan mıdır?
2 Rabıtanın sünnette yeri var mı?
3 Geçmiş velilerin tasarrufu ya da dünya işlerinde görevleri var mı?
4 Şeyhten ya da geçmiş velilerden bir şey istenir mi?
5 İslam dininde Rasulullahın s.a.v. sünnetine uymak yeterli değil mi?
6 Tarikatta şirke düşme tehlikesi artar mı.?
7 Yüksek sayılarda vird çekmenin zararı olur mu.?

CEVAP:
Bu soruları sormadan önce Tasavvuf nedir onu bilmeniz gerekir.
Tasavvuf; ruhun tasfiyesi nefsin tezkiyesidir. Yani, gönlün Allah sevgisinden başka sevgilerden arınması, nefsin her türlü kötülüklerden arınıp temizlenmesi işidir. Buna da tasavvuf dilinde seyri süluk denilir..
Ruhun tasfiyesi ve nefsin tezkiyesi yapılmadan gerçek tevhid inancına kavuşmak çok zordur. En azından bunlara ilmen vakıf olmak gerekir.
Yani yemek için, cinsel zevk için evlat için yaşamak gizli şirktir. Allah için yaşamak gerekir. Yani, yemek yemeyi Allahın emirlerini yapma gücü bulmak için yemek, harama düşmemek için evlenmek ve cinsellikten alınan hazzı Onun nimeti olduğunu bilip Ona şükretmek niyeti ile nikahlı eş vesilesi ile tatmak, çocuk edinmeyi Onun dinine uygun çocuk yetiştirmek ve Allahı ve sevdiklerini sevdirmek için eğitmek, Allahı sevdikleri için çocuklarını ve diğer insanları sevmek tasavvuftur.
Gelelim sorulara:
1) Şeyhi olmayanın şeyhi şeytan mıdır? Gerçek bir rehber bulmadan tasavvuf yolunda seyir süluk yapmaya kalkışmak şeytanın tuzağına düşme riski olacağı için “şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır ” sözü söylenmiştir. Sen bu tuzağa düşmeyeceksen şeyhe gerek yoktur.
2) Rabıta, birisini hayal edip hatırlamaktır. İnsan kötü şeyleri de hatırla iyi şeyleri de. Kimisi seks hatırlar, kimisi namaz kılmayı. Kişi sekse yada o kadın veya erkeğe tapmadıkça kafir olmaz. Bir kimse üstadını iyi anıları ile hatırlaması da küfür olmaz. Ama ona tapıyorsa onu rabıta etmese de kafirdir zaten.
3) Rabıtanın sünnette yeri var mı? Sevdiklerinizi hatırlamak sünnette varsa o da vardır. Eshap Peygamberimizi ve üstadlarını hep sevgi ile hatırlarlar idi.
4) Geçmiş velilerin tasarrufu ya da dünya işlerinde görevleri var mı?
Onların kimisinin bu alemle işleri bitmiştir. Kimisine ise Rabbul Alemin bazı görevler vermiştir. Hızır aleyhisselam gibi. Ama zinhar ne onlarda ne de yaşayan insanlar da bir güç olduğu saplantısına kapılmamak lazımdır. Zira “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” (Güç ve kudret sadece Allahtandır). Onlar sebeptir. Yani üzümün tadını tatmak için üzümü yemeyi sebep bilmek gibi. Zira üzümü de üzümün tadını da yaratan Allahu tealadır.
5) Allah’tan başkasından yardım istememek, şeyhten ya da geçmiş velilerden bir şey istenir mi?
Onlardan sadece dua istenir. Kabirlerine varıp selam verdiğinde Allah onların ruhlarını orada yaratır. Seni duyarlar selamını alırlar seni görürler ama sen onları göremezsin çünkü kalp gözün kapalıdır. İşte o anda onlara “Benim ıslah olmam için Rabbine dua et” dersin. Bundan başka bir şey istenmez.
Şeyhlerde de sadece dua(himmet) istenir. Himmet; ruhun Rabbine sessiz, kelimesiz ve harfsiz yalvarışıdır.
“Ne istersen Allahtan iste” sözünün anlamı nedir?.
Gerek vefat etmiş bir kimseden dua, veya yaşayan bir kimseden bir şey isterken onları sebep bilip istekleri yaratacak ve onu karşılayacak olanın Allah olduğunu bilmeyen gerçek tevhide ermemiştir.
6) İslam dininde Rasulullah aleyhisselamın sünnetine uymak yeterli değil mi?
İslam dinin de sadece sünnetlere değil, Allahın emirlerine uymak ve haramlardan kaçmak kurtuluş reçetemizdir. Tasavvuf ise Kuran ve sünneti yaşamaktır. Kuran ve sünnetin dışında kalan tasavvuf şeytanın yoludur.
7) Tarikatta şirke düşme tehlikesi artar mı? Bir de yüksek sayılarda vird çekmenin zararı olur mu.?
Gerek tarikatta ve gerekse tarikat dışında her zaman şirke ve küfre düşme durumu vardır. Bunun için bir Müslüman önce Kuran ve Sünnete göre itikadı düzeltecek sonra mühlikatı öğrenip küfürden ve şirkten sakınacaktır..
Fazla mal can çıkarır mı derler? Fazla zikir de zarar değil, ruha gıdadır. Ama yolunca yapılmazsa bugün susuzluğunu gideren su, aynı zaman da boğulmana da sebep olabilir.

Feriks Samedov’un Soruları:
  • Conversation started today Feriks Samedov 13.10.2013 :05 em Feriks Samedov

    SORULAR:
    Merhaba benim tasavvufla daha doqrusu rabite ile ilgili sorularim var, cevaplarsaniz sevinirim
    tewekkureler.

    S O R U  ve  C E V A P L A R :

    Sayın Feriks Samedov merhaba. Sorularınızın cevabını sunuyorum:
    Soru1: Rabita sirk midir?
    CEVAP 1: Rabıta birini düşünmektir. Allah’tan başkasını düşünmek şirk olsaydı, kim imanlı kalabilirdi?
    Soru2: Peygamberimizin vaktinde rabite varmidir? kendileri rabita yapmayi buyurmuşlar midir?
    CEVAP 2: Peygamberimizin zamanında da rabıta vardı. Ebu Bekir, İbn-i Abbas gibi sahabeler rabıta yapmışlardır. Tabiinden Yemenli Üveysi Karani hazretleri Peygamberimize rabıta yaparak o yüksek manevi dereceye ve Peygamberimizin övgüsüne ermiştir. Peygamberimizin rabıta ilgili sözlerinden: -“Salihleri düşünmek (rabıta etmek) Allah’ın rahmetine sebeptir” buyurmuşlardır.
    Soru3: Rabita ibadet midir?
    CEVAP 3: Rabıta ibadet değil Allah’a manevi yakınlık kazanmak sebebidir.
    S-4 rabitasiz tasavvuf olur mu?
    CEVAP 4: Rabıta, tasavvufun şartı değildir. Rabıtasızda tasavvuf olabilir.
    Soru5: Peygamberimiz öldükten sonra sufizm yayılana kadar 3 asır müddetin de zikir çeken ibadet eden herkes nefsini temizlemeden mi dünyadan göçmüştür?
    CEVAP 5: Sufizm Peygamberimizle başlamıştır. Ondan sonra hiç boşluk olmamıştır. Her asırda nefsini temizleyenler ve nefsine tapanlar olmuştur.
    Soru-6: Tasavvufculara göre tasavvuf yolunda olmayanan kimseler zikir cekemez doğrudur mu? aksini yapanlar delirir seytan musallat olurmus? o zaman dediğim zaman dilimdeki zikir ceken her kesin mursidi şeytan olmuş oyle mi?
    CEVAP 6: Zikir çekmek için tasavvuf yoluna girmek şart değildir. Ancak; zikrin daha yararlı olabilmesi için tasavvuf yoluna girilir. Tasavvuf yoluna girmeden zikir çekenler değil, Allah’ın zatını düşünenler delirir. Çünkü Allah’ın zatı hakkında akla ve hayale gelen her şey mahluktur. Allah’ın zatı düşünüldüğünde akla ve hayale çeşitli şekiller gelir. Kişi bilmeden bu şekillere tapmış olur. Böyle kimseler ya o tür düşünceleri bırakırlar veya bırakmazlarsa delirmekle karşı karşıya kalırlar. İşte o zaman şeytanlar aklı bozulan kimselere askıntı olurlar. O kimselere artık şeytanlar mürşitlik (rehberlik) yaparlar.
     Soru-7: Muhammed peygamber hic bir zaman resim cektirmeyi sevmezmiş, ben oldukten sonra insan hurafata suruklenir, benim resmime bakip ibadet eder diye,
    CEVAP 7: Muhammed aleyhisselam Efendimiz zamanında fotoğraf yoktu ki O’nun resim çektirmeyi sevmediği söylenebilsin. Ancak; putperestlikten yeni kurtulmuş bir toplumun tekrar putlara tapmaması için belli bir süre resim yapmak yasaklanmıştır. Daha sonraki yıllarda İslam alimleri resim çektirmenin caiz olduğuna dair fetva vermişlerdir.
    Soru-8: Ayni hristiyanlardaki gibi ölümunden sonraki halifeyi bile tayin edemeyen Muhammed peygamber, nasil olur da ölumunden yıllar sonra bile şeyhlere icazet verebiliyor? Teşekkurler.
    CEVAP 8: Peygamber Efendimizin kendinden sonra gelecek halifeyi tayin etmemesi, o işi yapamadığından değil, halife seçim işini sahabelerin (o gün ki  Müslümanların) oyları ile yapılmasını daha doğru bulmasındandır… Halifelik işi devlet yönetimidir. Halifelik ile mürşitlere icazet verilmesi işi birbirinden farklı şeylerdir. Kaldı ki Peygamber(s.a.v.) Efendimizin, kendinden yıllar sonra yaşayan mürşitlere  icazet vermesi olayı o işin bütününü kapsamaz. O işin yalnızca manevi boyutudur. Zahiri(maddi) boyutunda ise, kendisine icazet verilecek mürşit adayının mürşidi vardır.

    NOT: Kadınlar şeyhin suretini hayal etmezler. Onlar gözlerini yumar, iki kaşlarının arasından sadece İlahi bir nur tahayyül eder ve ona odaklanırlar ve o nurun Cenabı Hakkın isminin kendisi olmadığını sadece O’nun isminin nurunun bir tecellisi(yansıması) olduğunu  düşünürler..

    Yazan: Bekir Abdullah

 

 


Yazan: muhsin iyi

03 Temmuz 2012 – 19:36 tarihli yorum: Edit
https://www.facebook.com/muhsin.iyiliksever

‘Rabıtanın hak olduğuna inanıyoruz. Ama rabıtadan zevk alamıyoruz. Bunun için ne yapmalıyız?’ ‘Rabıtadan yeteri derecede yararlanmak nasıl olur?’ ‘Rabıtanın yarar sağlaması için ne yapmalıyız?’ ‘Rabıtayı sevmek için neler yapmalıyız? ‘Şeyhe muhabbeti nasıl duyabiliriz, artırabiliriz?’ Bu sorular, benzer mahiyettedir. Yanıtları aynı caddeye çıkar.

Tasavvuf ve tarikat yolunun amacı nefsi fenaya (yokluğa) ulaştırmaktır. Nefsi yok kılıp Allah’a vasıl olmaktır. Fenafillâhın bir şartı vardır. Bu da önce fenafişşeyhe ulaşmaktır. Fenafişşeyh, müridin nefsini şeyhinde yok kılmasıdır. Yani mürit kendisini o kadar yok kılar ki, hayal dünyasında kendisini arasa ancak şeyhini bulur. Şeyhinin karşısında erimiştir. Nefsi ortadan kalkıp şeyhi var olmuştur. İşte fenafişşeyh makamı budur. Fenafişşeyh makamına insan durup durduğu yerde veya sanıldığı gibi sadece zikirle ulaşamaz. Rabıta ile ancak fenafişşeyh makamına varılabilir.

Rabıta karşısında nefis önce isyan eder. Ben bu cümle ile rabıtayı kabul etmeyenleri kastetmedim. Hayır, rabıtasını düzenli olarak yapan kişilerden söz ediyorum. İnsanoğlu işte böyle garip bir yaratıktır. Düşünce boyutunda rabıtanın hak olduğunu bilir, rabıta ile ilgili pek çok keramete de tanık olur, ayrıca düzenli olarak rabıtasını da yapar ama nefsi rabıtaya karşı çıkar. Çünkü nefis özgürlüğüne çok tutkundur. Başka birisinin boyunduruğuna girmek istemez. Hele başka bir insan, bu bir veli için de olsa, yok olmayı hiç istemez. Şeytanla işbirliğine de çok yatkındır. Rabıta ile günden güne özgürlüğünün elinden alındığını, eridiğini bilir, şeyhin nurundan rahatsız olur. Çünkü bu nurlar onun varlığını gün be gün yok etmektedir. Rabıta fenafişşeyh yolunda müridi gün geçtikçe olgunlaştırmaktadır. Bu yüzden nefis de ilkbaharın yaklaşması ile yerlerdeki karların yavaş yavaş erimesi gibi bir durum yaşamaktadır. Bundan büyük bir hoşnutsuzluk duymaya başlamaktadır. Çünkü nefsin kar kadar Allah’a (c.c.) soğuk olan bir tabiatı bulunmaktadır. Nefsin bu hoşnutsuzluğu ile insan rabıtadan zevk almamaya başlar. Rabıta ona çok sıkıcı bir iş olarak gözükür. Vesveseye girer. Kabz (depresyon) hali etkisi altına alır. Hatta rabıtada zamanını boşa harcadığı, kandırıldığı vehimlerini yaşamaya başlar. Oysa sadatların bildirdiği üzere rabıta tek başına insanı maksadına (fenafillâha) ulaştırmaya yeter. Zikir ise böyle değildir. Çünkü rabıta ile nefis katı yağın ısıda erimesi misali bir hal yaşar. Zikir ise genellikle nefsi katılaştırır. Çünkü zikreden insan genellikle farkına varmadan nefsanî bir kendini beğenmişlik çukuruna ister istemez düşebilir. Bu da onun manevi terakkisini durdurur. Ama rabıtanın nefsi hor hakir kılan, yok eden özelliği ile bu kişi böyle bir çukura düşmekten kurtulur. Elbette bu yolda zikir de gereklidir. Önemini küçümsemiyoruz. Rabıta yemekse, zikir su gibidir. Birbirinden ayrı düşünmek doğru değildir. Ama tasavvuf ve tarikat yolunun olmazsa olmaz koşulu rabıtadır. Rabıta olmadan fenafişşeyh gerçekleşmez, fenafişşeyh olmadan da fenafillâh olmaz. Bunlar birbirine bağlı çarklardır. Bunların işlemesi rabıtanın edebine ve usulüne uygun olarak yapılmasına bağlıdır.

Rabıtadan azami derecede yararlanmak, zevk almak, rabıtayı sevmek istiyorsak rabıta sırasında kendimizi daha doğrusu nefsimizi şeyhin karşısında yok bilmek gerekir. Tabii bunu yapmak başlangıçta biraz zor olabilir. Ama zamanla bu meleke gelişecektir. Şeyhin suretini canlandırırken veya şeyhin karşısında var olduğumuzu düşünürken kendimizin anasır-ı erbasını (toprak, su, hava, ateş) dağıtmalı; toprağını toprağa, suyunu suya, havasını havaya, ateşini ateşe katıp tamamen yok etmeliyiz. Bunu yaparken nefsimizi küçük görmeli, onun şeyhin karşısında bir varlığa sahip olmasını bile düşünmemeliyiz. Peygamberimizin (s.a.s) şu hadis-i şerifini de daima tefekkür etmeliyiz: ‘Varlığın (nefsin) öyle büyük bir günah ki, onunla başka bir günah mukayese bile edilemez.’ Rabıta sırasında insan bu şekilde hareket ederse, yani nefsini hor ve hakir kılarak yok farz ederse hemen rabıtadan yararlanmaya, şeyhin nurundan ve feyzinden istifade etmeye başlar.

Rabıta sırasında nefsi ezmek, hor hakir kılmak, yok farz etmek yanında başka bir şeye de dikkat etmek gerekir: Şeyhi gönüller sultanı olarak telakki etmek. Onu Allah dostu olduğu için yüceltmek. Bunun için onun görkemli bir tahta oturduğunu düşünmek ve kabul etmek güzel bir sonuç verir.

Siz bunları tatbik ettiğinizde nefis ve şeytanların hemen bu oldubittiyi kabul edip teslim olacaklarını mı sanıyorsunuz? Böylece rabıtada karşılaştığınız problemler bu şekildeki bir uygulama ile son mu bulacaktır? İnsanoğlu nefis ve şeytanları tanımadığı için böyle safça şeyler düşünebilir. Gerçekte nefis de şeytanlar da çok inatçılardır. Davalarından öyle kolay kolay pes etmezler. Aldığınız bu kararları uygulama yolunda daima size sinsice yaklaşırlar, çaktırmadan çeşitli engelleme girişimlerinde bulunurlar. Öyle ki bir bakmışsınız birkaç ay sonra rabıta olgusu ‘eski tas, eski hamam’ deyiminde olduğu gibi bir hal almış olabilir. Aldığınız kararları da unutmuş olursunuz. Sanki içinizden silinmiş gibi. Nefis kendisini yokluğa (fenafişşeyhe, fenafillâha) götüren bu rabıtanın en azılı düşmanıdır. Ondan kurtulmak tamamen mümkün olmadığı zaman ‘bari öylesine yapılsın’ diye bir politikaya başvurur: Rabıta sırasında benlik davası ile şeyhi kafasında canlandırır veya şeyhin karşısında durur. Tabii o zaman da rabıta feyizsiz, nursuz geçeceğinden bin çeşit vesveseye de kapı açacaktır. Onun için rabıtada bir gevşeklik olduğu, rabıta verimli geçmediği zaman hemen onu masaya yatırmalı, değerlendirmeli; nefsin rabıta sırasındaki benliğini ezmeli, onu yok kılma yoluna gidilmelidir. Nasıl okullarda derslerdeki konular belli bir periyotla sınavlarla yoklanıyorsa biz de rabıtalarımızı ara sıra ölçüp değerlendirmeli, onların nefis ve şeytanların etkileri ile yavaş yavaş nereye doğru kaydırıldıklarını görmeli, hemen gerekli önlemleri almalıyız. Hatta bu ölçüp değerlendirmeyi her rabıtadan sonra alışkanlık yapmak, nefse ve şeytanlara bu hususta göz açtırmamak anlamına gelecektir.

Rabıtada kendimizi şeyhin karşında yok farz edersek bu durum insana büyük bir zevk verir dedik ama nefis neden bu zevkten hoşlanmıyor? Kendimizi şeyhin karşısında ezmek, küçük görmek, yok kılmak sırasında duyulan zevk ruhanidir. Nefsanî değildir. Nefs bundan sıkılır. Ruh Allah’tan geldiği için bir Allah dostunun huzurunda bu şekilde oluştan dolayı büyük bir zevk alır. Bu zevk günden güne de artar. Ruh rabıtayı sever. Nefis ise günden güne bunalımlara (kabz haline) girer. Kişi, rabıtada biraz ilerleyince bu maceranın söylediğimiz gibi olduğunu, geliştiğini anlayabilir. Hem sıkıntıyı hem de hazzı algılar. Sıkıntının nefisten, hazzın da ruhtan kaynaklandığını bilir.

İnsan rabıtada kendisini yok kıldığı zaman boş bir şişenin suya konulduğunda içerisinin dolması gibi bir hal yaşamaktadır. Nur ve feyz ile temasa geçtiğini hissetmektedir. Bu his zamanla da güçlenmektedir. Aynelyakin, hakkalyakin düzeye gelmektedir. Benliği ile rabıta yaptığı zaman ise, hiçbir manevi hal yaşamamaktadır. Rabıta ona çok sıkıcı gelmektedir. Hem nefsi hem ruhu rabıtadan zevk alamamaktadır.

Rabıtanın mahiyetini anlamayanlar genellikle ruh hakkında hiçbir şey bilmeyenlerdir. Ruhu haksızca, cahilce bu evrenin kanunları ile sıkı sıkıya bağlayanlardır. Ruh için zaman, mekân gibi kayıtları kabul edenlerdir. Ruhun özellikleri, bağlı olduğu kanunlar, elbette bu evrenin ve içerisindekilerin kanunlarından farklı olacaktır. Çünkü evren ve içerisindekiler, Allah’ın (c.c.) ‘Ol!’ ilahi emriyle yoktan yaratılmıştır. Ruhun kaynağı yokluk değil, yüce Allah’tır. Hâşâ ruh Allah’tan bir parça değildir. Çünkü Allah (c.c.) bölünemez ve parçalanamaz. Kuran-ı Kerim’in ifadesiyle ruh insana Allah’tan (c.c.) gelmiş bir ilahi soluktur (bk. Hicr suresi 29). Onun için ruh, hak olan rüyalarda kayıtlardan kurtulunca her yere gidebilmekte, önceden bilmediği yerleri ve kişileri görebilmektedir. Rabıta sırasında insan şeyhini hayal edince veya kendisini şeyhin karşısında düşününce gerçekten ruhu şeyhini algılamaktadır. Ama bunu o kişi bilmemektedir. Bunun farkına varamamaktadır. Bu algılama ruhsal düzeyde (bilinçdışında) gerçekleşmektedir. Şayet sofi edebine ve usulüne uygun olarak rabıtaya devam ederse şeyhin manevi hallerinden yararlanmaya başlayacaktır. Şeyh, ruhunun manevi organlarını (letaiflerini) yüksek makamlara ulaştırmış birisidir. Kişi rabıta sırasında sanki iki kablonun birleşmesi gibi bir durum yaşamakta, şeyhinin yüksek hallerini kendi üzerine almaktadır. Letaiflerini onun letaiflerine bağlamaktadır. İşte rabıtanın Allah’a (c.c.) ulaştırıcı yollardan en kısa ve ne çabuk olmasının sırrı budur.

İleri hallere ulaşan kişiler, rabıta sırasında şeyhlerini görebiliyorlar mı ve onlarla konuşabiliyorlar mı? Evet, bu da çokça karşılaştığımız bir soru. Nedense cevaplamak da hoşuma gitmiyor. Çünkü bu sefer de insanlar rabıtada şeyhlerini görmeyi, onunla konuşmayı istemek gibi bir amaç güdüyorlar ve bunu takıntı yapıyorlar. Tabii o zaman da rabıtaları verimsiz geçmektedir. Çünkü rabıtada nefsi yok kılmadıkça, şeyhin karşısında hiç olmadıkça istenilen derecede yararlanmak mümkün değildir. İnsanların meraklarını gidermek için söylüyorum ki, bunlar doğrudur. Yani ileri hallerde nurlar görüldükten epey bir zaman sonra rabıta sırasında şeyh ve onun maiyetindekiler (sadatlar) görülebildiği gibi onunla konuşmak da mümkündür. Ama şunu da belirteyim ki, bu maksatlarla rabıta yapılırsa rabıtadan da zerre kadar yararlanılamaz. Yani sofi rabıtada şeyhini görmek, onunla konuşmak gibi bir amaç gütmemeli; nefsini ezmeye, yok kılmaya çalışmalıdır. Üstüne vazife olmayan işlere karışmamalı, ‘Her şeyin bir vakti vardır.’ diyerek işine gücüne bakmalıdır. Kaldı ki bu nimetler (yani şeyhi rabıtada görme ve onunla konuşma) bir ömürde bile insana nasip olamazsa da rabıtanın amacı bunlar değildir. Tasavvuf ve tarikat yolunun amacı ‘Allah rızasına’ ulaşmaktır. Bu tür nimetlerin nasip olması, Allah rızasına işaret değildir. Allah’ın mekrine (hilesine) akıllar sırlar ermez. Kaldı ki İmam-ı Rabbani Hazretlerinin (k.s.) dediği gibi yüce Allah (c.c.) bizleri ahrette tasavvufi hal ve makamlarla değil ilahi kurallara (şeriate) uyup uymamakla sorguya çekecektir. Onun için bu konularda vesveseye girmemek gerekir.

Rabıta sırasında görülenler şeytanlar olamaz mı? Zaten bu yoldaki kişiler önce şeytanları görürler. Bu yolda iyice bir pişerler. Onların her türlü marifetlerine de tanık olurlar. Ondan çok sonra rabıta ile şeyhini ve sadatları görme şerefine nail olurlar.

Kaldı ki sofi her halini mutlaka mürşidine söylemelidir. Şeyhler daha önce bu yollardan yürüdükleri için tecrübelerinden hallerin, görülen şeylerin şeytani mi yoksa Rahmani mi olduklarını hemen anlarlar. Ama bazen sofiler, nefsin ve şeytanların etkisi ile hallerini ve gördükleri şeyleri şeyhlerinden gizlerler. Yalancı bir âlemde yaşayarak kendilerini kandırırlar. Şeytanlar kendilerini alaya alıp dalga geçtikleri halde yüksek halleri ve gördükleri ile (!) kendilerinin veli, kutup, mehdi vs. olduklarını düşünürler, sanırlar. Bundan ayılıp kendilerine gelmeleri uzun sürebilir. Bazıları benlik davasından bu bataklıktan bir türlü kutulamazlar.

Ben bu soruyu, yani ‘Rabıta sırasında görülen şeyler şeytanlar olamaz mı?’ sorusunu soran kişiye dedim ki, sen babanı bir keçiyle karıştırır mısın? Elbette hayır. Ama uzaktan babanı başka bir insanla karıştırabilirsin. Çünkü ataların da dediği gibi ‘Adam adama benzer’. Ama babasını keçiyle karıştıran olabilir mi? Olamaz, çünkü keçi ile adam ayrı varlıklardır. Türleri farklı. İşte bunun gibi her ne kadar şeytanlar aynı formlarla, ayırt edilemeyecek nitelikte insanların kılığına girseler de ilahi nurlar karşısında dayanma güçlerine göre hemen kendilerini belli ederler ve keçi ile adamın karışmaması gibi birbirlerinden ayrılırlar. Şeytanlar ayrı birer varlıktır, şeyhin ve sadatların ruhları ise bambaşkadır. Nurlar şeyhin ve sadatların bembeyaz sarıklarına vurunca onlar ışıldarlar, ama aynı nurların ucuna bucağına şeytanlar yaklaşamaz bile. Şeytanlar ancak kalbin (ve ruhun) letaif nurlarına zar zor dayanırlar ve bu nurlar sayesinde insan suretinde görünürler. Medyumlar asla şeytanları bu halleri ile göremezler. Kalp gözüm açık diyenleri bile ancak şeytanları insan görünümüne girmeye çalışan bir duman, sis yığını olarak görebilirler. Tabii kendi vücutları üzerinde tesirlerini algılarlar ve onlarla konuşabilirler.

Rabıta olmadan fenafillâha ulaşamaz mıyız? Rabıta olmadan fenafillâha ulaşmak mümkün değildir. Sadece üveysiler buna nail olmuşlarsa da onlar da genellikle ölmüş olan bir velinin ruhundan veya Hz. Hızır’dan (a.s.) yararlanmışlardır. Yine bunlardan yararlanma yolları da onlara rabıtayla olmuştur. Ölmüş bir kişiye -eğer sureti bilinmiyorsa- rabıta yapmak, bu rabıtanın da verimli olması ise çok zordur.

Ölmüş şeyhe rabıta fayda sağlar mı? Şeyh öldüğü zaman ruhu kınından çıkmış kılıç gibidir. Yani şeyh yaşarken nefsi o kılıca engeldi, bir kındı. Öldüğü zaman daha bir ruhu güçlenmiş olacaktır. Bu ileriki zamanlarda daha yüksek derecelere varacaktır. Çünkü veli öldüğü zaman manevi seyri durmamakta, devam etmektedir. Ölüm olayı bu manevi seyri kat be kat artırmaktadır. Çünkü velinin ayağına artık nefis, dünya ve şeytanlar dolanmamaktadır. Ama ölmüş şeyh ancak olgun müride, yani rabıtada az çok feyzin, nurun varlığını hissedebilen sofiye yarar sağlar. Yeni müritlere canlı şeyh kadar iyi gelmez. Fayda sağlamaz. Bunun en başlıca sebebi nefsin ölmüş şeyhe fazla muhabbet duyamamasıdır. Hâlbuki rabıtada nefsi ezmek, yok kılmak yanında şeyhe muhabbet duymak da çok önemlidir. Çünkü nefis ölmüş şeyh ile daima ölümü hatırlar, ölüm de nefse hoş gelmez. Bu yüzden ölmüş bir şeyh ne kadar yüce bir makamda olsa da canlı şeyh kadar müride yararlı olmaz. Tabii bir de sofinin yaşadığı hallerini anlatması ve sıkıntılarında ona yardımcı olması, yol göstermesi açısından canlı bir şeyh mutlaka gereklidir. Allah cümlemize gereği şekilde rabıta nimetinden yararlanmayı nasip eylesin. Âmin.
Yazan: Muhsin İyi

Loading

31.993 - 1
DİKKAT: Hakaret, küfür, tehdit içeren mesajlarla ilgili gerekli yasal işlemler yapılır. Tüm gönderilerde IP adresleri ve gönderim tarihi sistem tarafından kaydedilmektedir. Soru veya mesaj göndermeden önce nezaket kurallarına dikkat ediniz.

Aşağıdaki formu doldururken isim kısmında takma ad veya rumuz kullanabilirsiniz. İnternet sitesi kısmını boş bırakınız. Gerekli alanlar * ile işaretlenmiştir. Eposta adresiniz yayımlanmaz.

Lale için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


“Rabıta ile İlgili Bazı Sorular ve Onlara Verilen Cevaplar” üzerine 144 yorum.

    1. TEVERRÜK OTURUŞUYLA RABITADA UYURSANIZ ABDEST BOZULUR. YETERLİ SÜRE RABITADA KALMIŞSANIZ ESTAĞFİRULLAH ÇEKER RABITADAN KALKARSINIZ. ANCAK YENİ OTURUPTA HEMEN UYUMUŞSANIZ ABDEST YENİLEYİP DEVAM ETMENİZ GEREKİR.

  1. Selamünaleyküm efendim 20 gündür tarikat dersi almaktayım ve rabıta yapmaktayım.Geçenlerde sabah namazını kıldım ve daha sonra yarım saat bekledim ve tekrar yattım çok yorgundum o gece rabıtamıda yapmıştım.ve çok ilginç bir rüya gördüm.Bir ses Rabbin seni bekliyor ve efendilerin seni bekliyor diye .çok korktum tam can verme durumuna gelmiştim canım da acımaya başlamıştı ölmek istiyordum ama çokta korkuyordum etrafında iki kişi vardı çok kötü can verdiler o şekilde soluk soluğa uyandım gerçekten canım çok acıyordu.Hayırlısı diyelim sizinle paylaşıyım dedim düşüncelerinizi almak istedim.o gece Rabıtam çok güzel geçmişti bunun etkisi olabilir mi yada şeytanın bir oyunu mu acaba? Allah’a emanet olun efendim.

    1. Aleykümselam.
      Allah mübarek kılsın ehli sünnet yolundan yani dört hak mezhepten ayırmasın.
      Bir tarikata mensup olan bu dört hak mezhepten birine göre inanmak ve amel etmek zorundadır. Aksi halde yolu sapkınların yolu olur.
      Bu gördüğünüz rüya şeytanın bir oyunudur. İnsana her hayır Allah’tandır. Mürşit hidayet yolunda vesiledir.

    1. Hayızlı iken rabıta yapabilirsiniz ancak namaz kılamaz vird zikri çekemezsiniz. Çünkü virdten önce sadatların ruhlarına fatiha okunur.

  2. Selam Aleyküm hocam
    Ben rabıta yaparken benim
    Gözüm de ağrı yanma oluyor
    Bu ne anlama geliyor
    Bana yardımcı olabilir misiniz

    1. Aleykümselam.
      Sadece rabıta yaparken mi yanmalar oluyor yoksa başka zaman da yanmalar oluyor mu?

  3. Selamın aleyküm hocam.Rabıta yaparken ve virdimizi çekerken kalbin kabede tavaf eder misali dönmesi,bazen rüzgar esiyor gibi olmasi bazen sanki iki taş birbirine carpıyor gibi olmasi şeytandan mıdır dogru yaşanması gereken hisler midir hocan

    1. Aleykümselam Deniz.
      Vird veya rabıtada o tür görüntüler haldir. Bir halin şeytani mi yoksa Rahmani mi olduğunu anlamak için şeriate yani Kuran ve hadislere uygun olup olmadığına bakılır. Sizin halinizde şimdilik sıkıntı yoktur.

  4. Hocam selamün aleyküm
    Ben rabıta yaparken her zaman olmasada belli aralıklarla kendimi çok odakladığım da zihnimin vücudumun kalp ve gönlümün genişlediğini hissediyorum bu halde iken vücudumun havaya kalktığını veya bazen yan olarak havada kaldığımı hissediyorum bu hal şeytandan mıdır? Ders alalı çok fazla olmadı 5 ay gibi bir süre.

    2. Sorum bu süre içinde bir süreliğine gaflete düşüp dersleri ihmal ettim seyrimde geri düşmüş olmak beni üzüyor ne yapmamı önerirsiniz?

    1. Aleykümselam sofi.
      Bu gibi hallere kalbin genişlemesi denilir. Doğru yoldasın Hallere bağlanma maksadın ve maksudun Cenabı Hakk’ın rızasına ermek olsun.
      O üzüntün dersi gafletle yapmandan daha yararlıdır.

  5. Selamün aleyküm hocam ben daha 15 günlük rabitaliyim hocam rabitamı yaparken dünyevi şeyler aklıma geliyor ve kendimi tam anlamıyla yapabildiğimi düşünemiyorum feyz almak birde bakıyorum istiyorum günlük yaşadıklarım geliyor aklıma nasıl yapacağım hakkında tam bilgi alamadığım icinmi böyle oluyor

    1. Aleykümselam kardeşim.
      İlk okula kayıt olunan bir öğrenci nasıl ki ilk zamanlar bocalarsa Tasavvufa ilk giren mürid de öyledir. Sana gereken öncelikle Bir islam İlmihali (Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İsla İlmihali gibi) al ve onu oku. İslama nasıl inanman gerekiyorsa öyle iman et. Sonra da o ilmihale göre amel et. İslam İlmihalleri Kuran ve Hadisi şeriflerin açıklanmış tefsiridir unutma.
      Bunları bilip yapmadan yapılan rabıta fayda değil zarar getirir.

Lale için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et