Teslimiyet ve Tasavvuf Yolundaki Tehlikeler

Beyazıdı BestamiDinde en çok istismar edilen konu ne yazık ki, Tasavvuf yolunda teslimiyettir. Eğer doğru bir Mürşid kapısı bulunamadı ise, çarşıya pirinç alamaya giderken evdeki bulguru kaybeden kimsenin durumuna düşenden daha beter bir duruma düşülür. Zira, bulgurunu kaybeden kimse, bulgursuz kaldığında helak olmaz ama, Allah korusun, beriki hidayeti bulduğuna inandırılarak dinini imanını kaybedip ebedi hüsrana düçar olur. Doğru tarikat, doğru mürşid bulunduktan sonra da tehlikeler bitmez. Zira şeytan hiç bir zaman hilesiz durmaz. Her zaman, her kapıda kötülerin yanında olduğu gibi, doğru kimselerin de yanında da şeytanların adamları bulunur. Bu hususta bir çok cahil kimseleri rüya ve efsane hikayelerle kendi yoluna bağlar. Bu durum, ya tabii oldukları mürşidi tabulaştırmak yolu ile olur, veya cahil sofilerin aklını çelerek; “sen olgunlaştın, sen farklısın” gibi vesveselerle kendine bağlar. Bunlara kendi kendine hükümler verdirip, bir çok insanın ayaklarını sırat-ı müstekîmden kaydırıverir. Bu tür cahil kimseler : “Şeriate kabuk, tasavvufa ise dinin özüdür “ diyerek, şeriate uymanın ancak avam insanlara mahsus olduğunu savunurlar.
ASLINDA BUNLAR DEĞİL DİNİN ÖZÜNÜ BULMUŞ OLABİLMELERİ, KABUĞU SAYDIKLARI ŞERİATİ BİLE TANIMAKTAN YANA ÇOK UZAK  HAM SOFTA VE DİN YOBAZLARIDIR.
Bunlardan bazıları daha da ileri giderek sanki söyleyecekleri önemli bir sırmış gibi, gizliden  gizliye;”seyrü sülükü tamamlayana ibadet gerekmez “diyerek “ibadet etmenin avam müslümanların işi olduğunu” söylerler ve kendilerini Allah’a kavuşmuş kimseler olarak göstermeye çalışırlar. Bu kimseler şeytanları işsiz bırakacak kadar tehlikeli kimselerdir.
Bunların halkın içinde oruç tutar görünüp, çokca nafile ibadet yapar görünmeleri, kendilerine takva ehl-i görüntüsü vererek halkı kandırmak içindir. “Bu kimseler nerelerde bulunur?” denilirse; bunlar doğru mürşitlerin kapısında da, sahte şeyhlerin kapılarında da bulunmaktadır. Zira, bunlar sofiyane kisvelerin içinde kamufile olurlar. Bunlar şeyhlerine teslim olmayanların cehenneme gireceğini, teslim olanların ise, sonsuz kurtuluşa ereceğini söyler dururlar. Vuslata ermek için de, ilk önce fenafiş-şeyhe ulaşmanın yolunun, fena fil-mürit olduğunu söyleyerek, sofileri kendilerine bağlamaya çalışırlar.

Büyük mutasavvıf ve itikatta müctehid İmam-ı Rabbani Ahmed-i Faruki  Serhendî Müceddidi Elfisâni (k.s.) hazretleri;
Tasavvuf büyüklerinin şeriate uymayan söz ve işlerine uyulmayacağını, onlar, bu tür söz ve davranışlarda bulunduklarında, şuurlarının Allah sevgisi ile örtülmesi sebebi ile onların mazur olduğunu, fakat; onların şeriate uymayan söz ve davranışlarını  körü körüne taklit edenlerin Allah katında sorumlu olabileceklerini şu sözleri  ile belirtmektedir:

     -“Bu tasavvufçular manevi sarhoşluğa girdiklerinde şuursuz oldukları için özürlüdürler. Yanılan müçtehidler gibi hesaba çekilmezlerse de, bunları taklid edenlere bilmem nasıl azab ederler… Keşke bunlara uyanlarıda yanılan müçtehidlere uyanları affettikleri gibi affetseler! Affetmezlerse durumları vahimdir.” (1.cild 272 Mektub.)
Gerçek mürşidler asla günah olan bir şeyi müritlerine, sufilerine emretmezler. Seyyid Abdulhakim Hüseyin Hazretleri;”Sofiler bizim yaptığımızı değil, bizim emrettiğimizi yapsınlar.”demekle, “Bizim vereceğimiz emirler şeriate uygun şeylerdir ama, hal gereği yaptığımız ve yapacağımız bazı şeyler şeriate uygun olmayabilir. Zira, bizim aklımız o anda ilahi muhabbet sebebi ile örtülü olacağı için, biz muaf oluruz ama, sizler akil ve ayık olarak bizleri taklid ederseniz  sorumlu olursunuz “demek istemişlerdir.
Gerçek ve büyük mutasavvıf İmam-ı Rabbani hazretleri, sırat-ı müstekimin şeriat olduğunu ve müslümanların bundan sorumlu olacağını, keşif ve ilhamların ise, şeriate uygunluğu ile değerli ve faydalı olacağını, aksi durumda bunların zararlı olacağını şu ifadeleri ile haber vermektedir:

       “Kıyas ve ictihat, şeriatın dört temelinden biridir. Buna uymakla emr olunduk, evliyanın keşif ve ilhamına değil. Tasvvufçuların bir çoğu keşif ve ilhamla anlaşılan bilgileri inandırmak için insanları zorluyorlar. Keşke inkar etmemelerini tavsiye etselerdi. Bu bilgilere inanmak zaruri değil,  fakat inkar etmektende sakınmalıdır. Ne kadar şaşılır ki, kendilerinin tasavvufçu olduğunu söyleyen bazı kimseler, “ Allah’ı bu dünyada görüyoruz” demektedirler. Gördükleri bazı nurları,  hiç bir şeye benzemeyen Allahu Teala’ya benzetiyorlar. “Tasavvuf yolunun sonu bu nuru görmekle biter diyorlar.” Allahu teala bu zalimlerin dedikleri şeyden münezzehtir.” (1.cild 272 Mektub.)

İmam-ı Rabbani (kuddise sirruh) hazretleri : “Kıyas ve ictihat, şeriatın dört temelinden biridir. Buna uymakla emr olunduk, evliyanın keşif ve ilhamına değil.”  diyerek onların söylediklerinin tersini söylemektedir. Gerçek sufiliği ve tasavvufu öğrenmek istiyorsak, böyle dinini iyi bilen ve inandığı gibi yaşamış ehl-i sünnet alimlerinden veya onların eserlerinden öğrenmeliyiz. Bu yolun gerçek alimlerinin bilgilerine “kabuk”, kendi uydurmalarına “dinin özü” diyerek hem kendilerini hem de iyi niyetli sufileri kandırmaya çalışan bu din hırsızlarından asla doğru tasavvuf öğrenilemez.

SORU: Ahiretteki kurtuluşumuz şeriate uymakla mümkün olduğuna göre, tasavvufa ve mürşide ne ihtiyaç vardır?
        Şeriat ölçüleri içinde olan bir mürşide, yine şeriat ölçüleri içinde tabii olunursa, taklidi imandan kurtulup hakiki imana kavuşulur. Şeriate uymakta sıkıntı çıkaran içimizdeki nefs-i emmare terbiye olup, şeriate uymamıza yardımcı olur. Teslimiyet Allah’ın şeriatine olmalı, kendisini mürşid sayan din cahillerinin şeriate aykırı söz ve davranışlarına değil.
Teslimiyet adına tasavvufî bir eser de, şöyle bir hikaye nakledilir: “Birgün şeyhin birisi, mürtlerinden birini yanına çağırarak şöyle söyler:
-” Evladım git evinize babanın başını kes bana getir”
Mürit bu emri alır almaz evlerine gider ve anasının yanında yatan babasının başını hiç düşünmeden keser getirir ve şeyhinin önüne kesik başı atar. Şeyh bu müride:
-” Evladım bak o başa, kiminmiş? “der.
Mürit o başın kendi babasına ait olmadığını, mahalledeki bir yahudiye ait olduğunu görür ve anası ile zina yapan bir yahudinin başını kopardığı için sevinir. ” Güya, böylece şeyhin kerameti ve müridin teslimiyeti onaylanır.
Böyle sakat uyduruk bir hikayeyi, Müzekkin Nüfusun yazarı Eşrefzade Rumi hazretleri gibi bir zat, kitabına koymayacağı kesindir ama; bunu onun yazdığını yutturmaya çalışan istismarcı hain, kimdir? Yıllarca, Kur’an’a ve sünnete ters olan bu ve bunun benzeri kıssalar, islami bir teslimiyetmiş gibi bu temiz müslümanlara yutturulmaya çalışılmıştır. Bu kıssanın, islam şeriatine bir çok yönden aykırılığı şunlardır:
Birincisi, bir hocanın, bir şeyhin talebesine “git babanın başını kes ve getir “demek hakkı ve yetkisi yoktur. Eğer o müridin babası bir suç işlemişse, onu kanunlara göre hakimler yargılayabilir ve cezasınıda ilgili merciler verebilir. Bu iş, o meçhul uyduruk şeyhin yetkisinde değildir.
İkincisi ise, müridin babası sanıp başını kestiği yahudinin başını kesmesidir. O yahudiyi ve müridin annesini zina suçu ile suçlayabilmesi için 4 adil şahidle, olayı şahitlendirmeleri gerekirdi. Şahidleri bulsa da, onun cezasını kendisi veremez, o kimse yargılandıktan sonra ilgili mercilerce onun cezası verilmesi gerekirdi. Bu olayın yalan olduğu, sadece erkeğin cezalandırılıp müridin annesinin cezasız kalmasıdır. Şeriat mahkemeleri böyle bir olayda yalnız erkeği değil, her ikisini de cezalandırırdı. O şeyh o müridi haram olan bir işle imtihan etmeside ayrı bir haramdır.
Bir başka sapıklıkta, eski, kıdemli bir müridin yeni gelen müritlere şeyhinin bir akrabasının haram olan bazı işlerini yapmanın hizmet olduğunu ve bu işi kendisinin yapmasından sonra çok feyizlendiğini, bu olayı cahil müritlere özendirmek amacı
ile anlatmasıdır. Müslümanların bir çokları, bu şeytan yardımcılarını yakinen tanımadıkları için bunları evliya, vuslata ermiş kimseler olarak görmektedirler. Bazı şeyh ve müritlerin arasında bu ve bunun benzeri yanlış şeylerin olması, tasavvufçuların bütününü asla kapsamaz. Bu tür şeytani işler, ne yazık ki sahte bir şeyhin müritleri arasında da olabildiği gibi, gerçek bir şeyhin müritleri arasında da bulunabilmektedir. Bu durumda bazı iyi niyetli, fakat şeyhler hakkında yanlış bilgilendirilmiş kimseler vartaya düşerek şöyle bir inanca saplanırlar: “Eğer bu şeyh gerçek bir eren(evliya) olsaydı bu kötü niyetli kimselerden haberdar olmaz mıydı?”diye bir saplantıya düşerler.
Peygamber(s.a.v.) Efendimiz dahi gaybi bilemezken bir şeyhin gaybi bileceğine inanmak ahmaklığın en barizdir. Onlar ancak Allah’ın kendilerine bu gibi kimseleri bildirmesi ile bileceğini unutmamalıdır. Aksi durumda şirke düşmek tehlikesi vardır.
Gerçek bir mürşit bu tür olaylardan haberdar olduğunda derhal bunlara karşı tavrını gösterirken, sahte şeyhler ise, kendi çıkarlarının gereğine göre hareket ederler.
SORU: Bazı şeyhlerin sofileri: “Bizim şeyhimiz müridinin bir gecede kaç defa sağa veya sola döneceğini bilmiyorsa gitsin dağlarda eşkıyalık yapsın”derler. Mademki bu sofilerin şeyhleri müritlerinin her işlerini görebilmek yeteneğine sahip iseler sizin sözünü ettiğiniz yanlış şeyler bunların dergahlarında nasıl olabilir?
CEVAP:
Bu tür sözler bazı değerli mürşidlere atfedilen iftiralardır. Allahın Rasulünün devesini münafıklar saklarlar ve Rasul aleyhisselam devesini arattırır fakat bulamazlar. Daha sonra Cebrail aleyhisselam Allah’ın izniyle Rasul-i Ekrem’e devesinin yerini haber verince Peygamberimiz şöyle buyurdular:
-” Allah yemin olsun ki, ben dahi gaybı bilemem, gaybı ancak Allahu Teala bilir ve bana bildirdiği kadar bilirim.”
Rasulullah dahi onların iddia ettiği şeyleri söylemezken, onlar kim oluyorda böyle şeyler üzerine yalan uydurabiliyorlar? Eğer iddiaları doğru olsaydı tasavvuf yollarında o tür sapkınlıklar yapılabilir miydi? 

       Mürşitlik vasıflarını taşıdığı sanılan bir kimseye intisab eden bir kimse hiç bir zaman bir peygambere bağlanır gibi bağlanmamalıdır.  Velevki onda bazı keramete benzeyen hallerde görülse de bu böyle olmalıdır. Zira, şeriate uymayan kimselerde görülen haller şeytanidir. Sihirdir. Bir mürşit kendisine vahy gelen bir kimse değildir. Mürşidin kendisi dahi, Peygamber (salat ve selam üzerine olsun) Efendimize tabi olduğu için, İslam şeriatine tabi olmak mecburiyetindedir.
Bir kimsenin mürşidine bağlılığı, Kur’an ve Sünnet ölçüsü içinde olmalıdır.
Aksi durumda böyle birinin dünya ve ahireti helak olur.  Günümüzde ki şeyhlere bağlılığın bir çoğu körü körünedir.. İşi şirke kadar götürüp kendini müslüman sanan zavallılar hiçte az değildir. Adam evliya olmak için kapıya gelmiş, kapıdaki insan suretinde bulunan şeytanlar bu adamı güya irşad etmek niyeti ile dininden imanından ediyorlar. İstismarcılar bu teslimiyet işinde başarılı olmak için, Musa(a.s.) ile Hızır’ın(a.s.) Kur’an’da geçen kıssalarını kullanarak, güya şeyhlerinin; “her dediğinin doğru olduğu” anlayışı ile bağlı olan taliblerin iradelerini yok etmeye çalışıyorlar. Şeyhin her sözüne ve her dediğine teslim olunması gerektiğini söyleyen bu istismarcılara:

 Hızır ve Musa’nın (aleyhes-selâm) sadık birer kul ve Musa’nın bir Rasul olduğunu ve Hızır’a verilen ledünni ilimin Allah(c.c.) tarafından  Kur’an’da teyit edildiğini, halbuki teslim olunan şeyhin sadakati hakkında ise böyle bir İlahi mesajın olmadığıhususu sorulursa, buna cevapları nasıl olacaktır?
Körü körüne bu yol kesicilere bağlanan bu zavallılar; “Benim kayıtsız şartsız kendisine bağlanmamı istediğiniz zat hakkında  Kur’an’da,  bu şeyhe itaat etmemi emreden bir ayet mi var ki, bunu benden istiyorsunuz? ” diyecek bilgi ve duruma sahip olmadığından, evliya olmak için kendilerini bu geri dönülmesi çok zor bir girdaba kaptırarak dünya ve ahiretlerini helak ederler.

Rasulullah(sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz bir gün, bir gurup sahabeyi (Allah Onlardan razı olsun) bir sefer için görevlendirir. Bunların başlarına da içlerinden birini komutan tayin eder. Bu gurup geceyi çölde geçirirler ve üşüdükleri için de, ateş yakarlar. Başlarındaki komutan tayin edilen şahıs buna karşı çıkar ve;
-” Siz bana itaatsizlik ettiniz, size emrediyorum kendinizi bu ateşe atın!” diye emreder.
Onlar bu emre karşı çıkarlar ve:
“Biz bu dine kendimizi ateşe atmak için girmedik ” derler.
Bu durum Rasulullah’a intikal eder. Rasulullah(s.a.v.):   

-” Eğer bu adama itaat edip kendinizi ateşe atsaydınız ebediyen bu ateşten çıkamazdınız.”diye onları uyarır.
       Rasulullah(s.a.v.) efendimiz: “ Allah’a isyanda kula itaat yokturdiye buyurmaktadır . Kuran ve Sünnet yolundan ayrılmadan gerçek bir rehbere teslim olmak, dünya ve ahiretin kurtuluş vesilesi olur.  Bir mürşide bağlanmaktaki maksat,  Allah rızası için,  nefsi emmare ve şeytanla mücadele etmek için şeriate uygun olarak hareket etmektir. Bu mücadele ancak, Kur’an ve sünnet yolundan ayrılmadan olur. Yoksa kendine taptırmak isteyen cahil, şeyh müsvettelerine taparak, ebdiyyen cehennemlik olmak değildir.
       İsmail Hakkı Bursevî hazretleri Ruhu’l-beyan isimli eserinde bu konuyu, şöyle ifade ediyorlar:
  -” Peygamberler ve onların varisleri konumunda olan alim ve şeyhler, günahla ilgili bir şeyi asla emretmezler. Peygamberler ma’sum , şeyhler ise mahfuzdur. “Allah’a isyan da, kula itaat yoktur” hadis-i şerifi gereğince,  ma’siyet bulunan bir konuda iaate asla izin yoktur. Bîat ise(intisab etmek, bağlılık sözü), kulun Allah’a kavuşması ve gafletten kurtularak Hakk’ı hatırlaması için gerekli bir husustur. (Ruhul-Beyan) 
       Bir tasavvuf yolcusu, ehl-i sünnet inancını iyi bilmeli, şeriatten ayrılmamalıdır. Kurtuluş yolu budur. Niyyeti sadece Allah’ın rızasını taleb etmek olmaldır. Hatta tasavvuf yolundaki zevkler ve kalb gözü ile görülen nurani güzellikler dahi saliki yolundan alıkoymamalıdır. Bu hususta yapılan manevi imtihanı büyük mutasavvıf İmam-ı Rabbani hazretleri, henüz fenafillah mertebesine ulaşmadan önceki seyir ve sülûk hallerini mektubatın 1.cild, 1. mektubunda mürşidi Muhammed Bâkıbillah hazretlerine yazdığı mektubunda konuyu, çok güzel bir anlatımla izah etmiştir:
      “Bu yolda (ruhani) ileleyişte,  Allahu Teala’nın zahir ismi o kadar tecelli etti ki, her şeyde ayrı ayrı göründü. Hatta nisa şeklinde. Alem-i emrdeki (ruhlar alemindeki) latifelerin halleri ve acaib güzellikler bu şekilde görüldüğü kadar başka hiç bir şeyde görülmüyordu. Bunun gibi her yiyecekte ve içecekte ve her cisimde ayrı ayrı tecelliler oldu. Kısaca her tatlı şeyde başka başka kemal vardı. Bu tecellilerin hepsi karşısında (Refîk-ı a’lâ) yı istiyordum . Bu tecellilere bakmamağa çalışıyordum.” ve ” Birdenbire bu tecellilerin o zamansız ve mekansız,  hiç bir şeye benzemeyen varlığa bağlılığı değiştirmediğini anladım. Batınım, yani kalb ve ruhum hep O’na bağlı idi. Bir zaman sonra, bu tecelliler görünmez oldu. Tecelliler yok oldu. Bundan sonra fena(kendi varlığından geçme hali) hasıl oldu. Bu zaman(nefs-i emmarede)  islam-i hakiki başlamağa ve gizli şirkin alametleri yok olmağa başladı. İbadetleri kusurlu, niyetleri bozuk görmek,  kulluk ve yokluk allametleri görünmeye başladı.”   (Mektubatı İ.Rabbani 1.Cid 1.Mek.)
        Görüldüğü gibi bu yolda sufi bir takım hallerle, kalb gözü ile görülen keşiflerle imtihan edilir. Bidayette dünyevi şeylerle sınav edilir. Bu sınavlar; kadın, define, para ve sair şeylerle olur. Daha sonraları basiret gözü ile gösterilen şeylerde bu sınav devam eder. Her ne olursa olsun kalb, asla Allah’ın rızasından başka şeylere meyletmemelidir.
Vesselam.

        Bir yerde eğriler çoğaldıysa, oradaki doğrular yer değiştirmeli. 
        Aksi durumda, doğrularda eğrilmek durumunda kalacaktır.

Loading

2.855 - 1
DİKKAT: Hakaret, küfür, tehdit içeren mesajlarla ilgili gerekli yasal işlemler yapılır. Tüm gönderilerde IP adresleri ve gönderim tarihi sistem tarafından kaydedilmektedir. Soru veya mesaj göndermeden önce nezaket kurallarına dikkat ediniz.

Aşağıdaki formu doldururken isim kısmında takma ad veya rumuz kullanabilirsiniz. İnternet sitesi kısmını boş bırakınız. Gerekli alanlar * ile işaretlenmiştir. Eposta adresiniz yayımlanmaz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


“Teslimiyet ve Tasavvuf Yolundaki Tehlikeler” üzerine 7 yorum.

  1. kurban haddim olmayarak hacı bayram veli (ks) hazretlerinin müridlerini imtihan için çadır kurup sizi allah rızası için kurban edecem imtihanını nereye oturtuyorsunuz. mürşidlerin müridlerini imtihanı vetaslimiyetlerini anlamak yaptıkları bu tür uygulamaları nereye oturtuyorsunuz. ki bunlar vakadır. başını kes getir demesine yanlış diye yazmışsınız da ondan sordum selam ve dua ile

    1. O tür hikayeler gerçek tasavvufu yansıtmıyor. Ne Rasulullah eshabını o şekilde imtihan etmiştir. Ne de sadatı kiram hazeratları. Bir mürşid müridine şertiatsiz bir emri vermekten imtina eder. Müridine git babanın başını kes demek mürşitlere iftiradır. Bu gibi haberler tasavvuf kitaplarının arasına sokuşturulmuş yalanlardır.
      Hiç bir Allah dostu avam mertebesindeki müritlerine bugün sizi kurban edeceğim demez. Böyle bir şey fitne olur. Hacı Bayram adına uydurulmuş bir hikayedir.

    2. kurban peki bu hacı bayram veli (ks) hz.lerinin bu kıssası yalanmı?
      selam ve dua ile.
      peki hikayenin aslı nedir acaba halk arasında çok yaygın bir şekilde söyleniyor ve inanılıyor. selam ve dua ile

    3. Hikayenin aslı halk söylencesidir. Bir mürşidin benim bir buçuk müridim var demesi, bir velinin kadını sırf şahitlik meselesinden dolayı buçuk sayması bir veliye iftiradır. Halbuki kadın da Allah katında erkekle aynı sorumluğu taşımaktadır. Yani erkeğe farz olan şey kadına da farz. Bir hasene işlendiğinde kadına 5 sevap erkeğe 10 sevap yazılmıyor.

Bir yanıt yazın