Tasavvuf

Yazan: Bekir Abdullah
BismillâhirrâhmânirrahîmMescidi Nebi-4
Her hayrın ve şerrin yegane yaratıcısı kendisinden başka İlah olmayan Allahu Tealadır. O’nun eşi ve benzeri ve dengi yoktur. Herkese kuvvet ve hayat veren O’dur.  

Tasavvuf Nedir?

Allah’ın(celle celâlühü) rızası için nefsi her türlü kötü huylardan temizleyip kalbi, Allah’ın zikri ile cilalayarak nurlandırmak ve bu vesile ile taklidi imandan kurtulup tahkiki imana ulaşmaktır.. Bu duruma ulaşmak için farzları vacipleri ve sünnetleri Allah’a minnet duygusu ile uygulayıp haramlardan ve şüphelilerden titizlilik ile sakınmak en elzem iştir.
Büyük mutasavvıf ve İslam alimi  İmam-ı Gazali hazretleri tasavvufu şu sözlerle ifade eder:
” Tasavvuf, Muhammed aleyhisselamın bâtınıdır. Kim tasavvufu inkar ederse, o kimse Muhammed aleyhisselamın batınını inkar etmiş olur.
İmam-ı Gazali hazretlerinin bu sözleri şu anlama gelmektedir:
Tasavvufu inkar edenler; Allahu Tealanın Evliyasına verdiği İlahi ilhamı, Keşfi, yani; kalb gözünün açılması halinde melekût aleminin seyrini,  kevni veya ilmi kerametleri ve ruhani zevkleri de kavrayamayıp inkâr ederler. Peygamberlere gelen vahyi, peygamberlerin meleklerle görüşmesini, hariçten hiçbir ilim öğrenmeden herkesten daha çok alim olmalarını ve onlara verilen mu’cizeleri de kavrayamazlar.


İmam-ı Gazali hazretleri bu hadis-i şerifi şöyle izah ediyor:
Bir kimse, tasavvuf yolunun başlangıcında, kötü duygularından arınır ve uzaklaşırsa, ahiret hallerini zevkle müşahede etmeye başlar. Başkalarına ölümden sonra görünen haller, o kimseye ölmeden önce yaşarken gösterilir. Bu halleri gören kimse, şehadet alemine(görünen alem) dönünce, gördüklerini başkalarına anlatması caizdir.” (Kimyai Saadet 1.cilt shf. 116)

 Tasavvuf: Allahu Tealanın;
Ey, Rabbine, itaat edip huzura eren nefis!”(Fecr/27),
“Rabbinden razı olup, Rabbinin rızasına ermiş olarak dön Rabbine.”(Fecr/ 28),
“(
rızaya ermiş)Kullarımın arasına gir.”(Fecr/ 29),
Cennetime gir.”(Fecr/ 30) 
meallerindeki ayetlerin gereğince, kötülüğü emreden nefsi terbiye edip, Allah’ın rızasını kazanma yoludur.
Tasavvuf; Allahu Teala’nın; “Ey iman edenler Allahı çok zikrediniz” (Ahzab/41) mealindeki ayeti gereğince, Allah’ı çok zikir ediş yoludur. Eğer “Namaz da, Allah’ı zikirdir” denilirse, namaz gün de beş vakit farzdır, halbuki ayette çokluktan söz edilmektedir. Namaz da zikir olmakla birlikte Kur’an’ı kerimde namaza ayrıca; “essalâh” denilmiştir. Zikir ise ayrıca zikredilmiştir.

Tasavvuf: Allahu Teala’nın : “Kalbler ancak Allah’ın zikri ile huzura erer.” (Ra’d/28) mealindeki ayetinin gereğince, kalbleri itminan edip iç alemde barış ve huzuru bulma yoludur.

Tasavvuf :
Peygamber Efendimizin
Ölmeden önce, ölüm ötesinin sırrına erişiniz hadis-i şerifinin sırrınca haber verdiği ölüm ötesinin sırlarını ve İlahi isimlerin ve sıfatların nurlarını kalb gözü ile görme ve zevken tadarak yakin imanı elde etme yoludur.

Tasavvuf: Yakin iman ile ihlaslı bir mü’min olma yoludur.

Tasavvuf: Peygamber(s.a.v.) Efendimizin“tehallaku bi ahlâkıllâh” hadislerinin gereğince Allah’ın ahlakını yaşama yoludur.

Tasavvuf:  Peygamber(s.a.v.) Efendimizin ; “Essalâtü mi’râcü’l mü’minîn” (Namaz müminin mi’racıdır) hadisi şerfinin sırrına erip, ruhani mi’rac yapan evliyaların yoludur.  

Tasavvufta Dört Kapı Vardır
1) Şeriat kapısı, 2) Tarikat Kapısı, 3) Ma’rifet Kapısı, 4) Hakikat Kapısı.

Her Kapının On Makamı Vardır. 

1) Seriat kapısının makamları:
1. Iman etmek,
2. Ilim ögrenmek,
3. Ibadet etmek,
4. Haramdan uzaklasmak,
5. Ailesine faydali olmak,
6. Cevreye zarar vermemek,
7. Peygamberin emirlerine uymak,
8. Sefkatli olmak,
9. Temiz olmak ve
10.Yaramaz islerden sakinmak.

2) Tarikat kapisinin makamlari 
1. Tövbe etmek,
2. Mürsidin ögütlerine uymak,
3. Temiz giyinmek,
4. Iyilik yolunda savasmak,
5. Hizmet etmeyi sevmek,
6. Haksizliktan korkmak,
7. Ümitsizlige düsmemek,
8. Ibret almak,
9. Nimet dagitmak ve
10.Özünü fakir görmek

3) Marifet kapisinin makamlari
1. Edepli olmak,
2. Bencillik, kin ve garezden uzak olmak,
3. Perhizkarlik,
4. Sabir ve kanaat,
5. Haya,
6. Cömertlik,
7. Ilim,
8. Hosgörü,
9. Özünü bilmek ve
10.Ariflik.

4) Hakikat kapısının makamları
1. Alçak gönüllü olmak,
2. Kimsenin ayibini görmemek,
3. Yapabilecegin hicbir iyiligi esirgememek,
4. Allah’in her yarattığına merhamet etmek,
5. Tüm insanları Allah’ın mahluku görmek,
6. Birlige yönelmek ve yöneltmek,
7. Gerçeği gizlememek,
8. Manayı bilmek,
9. İlahi sırrı öğrenmek
10.İlahi tecelliyata ulaşmak

KURAN’DA TASAVVUF

Büyük alim ve mutassavvıf velî İkinci Binin Müceddidi İmam Rabbânî (kaddes allahu sirrahul-akdes) hazretleri buyurdular ki:
“Tasavvuf ve tarikattan maksat, şeriat ilimlerinde ilerleyip burhandan kurtularak keşfe geçmektir. İlme’l-yakîn: delilleri görmek;  ayne’l-yakîn: Hakk’ın delil ile bilindiğini bildikten sonra müşahede, yani fenâ-fillah’dır. Hakkâ’l-yakîn ise, yakîn derecesinde yükselip yakîne erenin (mürşidin) aradan çıkmasından sonra Hakk’ın müşahedesidir. Buna beka-billah denir. Cenab-ı Hak bunu,
“Böyle bir kulum benimle işitir, benimle görür…”  kudsi hadisiyle beyan buyurmuştur.

SORU: Bazı kimseler Kur’an’da tasavvuf’a dair bir ayet olmadığını iddia etmektedirler. Bu iddia yanlış değil midir?

CEVAP:
Kur’an’da;
Ey mutmeinne olmuş nefis, dön Rabbine!”(Fecr/27) ayeti ile tasavvuftaki nefsi mutmeinneyi,
  Rabbinden razı olup, Rabbinin rızasına ermiş olarak dön Rabbine.” (Fecr/ 28) ayeti ile tasavvuf da ki nefsi razıye ve merzıyeyi
“(rızaya ermiş)Kullarımın arasına gir.”(Fecr/ 29), ayeti ile de, Tasavvuf da ki en üstün mertebe olan kulluk makamını haber vermektedir.

Tasavvuf; Allahu Teala’nın;
“Ey iman edenler Allahı çok zikrediniz” (Ahzab/41) mealindeki ayeti gereğince, Allah’ı çok zikir ediş yoludur.
Eğer “Namaz da, Allah’ı zikirdir” denilirse, namaz günde beş vakit farzdır, halbuki ayette çokluktan söz edilmektedir. Namazda zikir olmakla birlikte Kur’an’da namaza ayrıca; “essalâh” denilmiştir. Zikir ise ayrıca zikredilmiştir.

 Tasavvuf: Allahu Teala’nın :
“Kalbler ancak Allah’ın zikri ile huzura erer.” (Ra’d/28) mealindeki ayetinin gereğince, kalbleri itminan edip iç alemde barış ve huzuru bulmak yoludur.


Tasavvuf :
Peygamber Efendimizin;
“Mûtû Kable En Temûtû.”
yani;
Ölmeden önce, ölüm ötesinin sırrına erişiniz hadis-i şerifinin sırrınca haber verdiği ölüm ötesinin sırlarını ve İlahi isimlerin ve sıfatların nurlarını kalb gözü ile görmek ve zevken tadarak yakin imanı elde ediş yoludur.

Tasavvuf: Yakin imanı ile ihlaslı bir mü’min oluş yoludur.

Tasavvuf: Peygamber(s.a.v.) Efendimizin:
“tehallaku bi ahlâkıllâh” hadislerinin gereğince Allah’ın ahlakını yaşayış yoludur.

Tasavvuf:  Peygamber(s.a.v.) Efendimizin ;
“Essalâtü mi’râcü’l mü’minîn“(Namaz müminin mi’racıdır) hadisi şerfinin sırrınca ruhani mi’rac yapmanın yoludur.

Tasavvuf: Büyük mutasavvıf ve İslam alimi  İmam-ı Gazali hazretleri tasavvufu şu sözlerle ifade eder:
“ Tasavvuf, Muhammed aleyhisselamın bâtınıdır. Kim tasavvufu inkar ederse, o kimse Muhammed aleyhisselamın batınını inkar etmiş olur.“
İmam-ı Gazali hazretlerinin bu sözleri şu anlamdadır:
Bir kimse Allahu Tealanın velilerine verdiği ilhamı, kalb gözünün açılması halinde melekût aleminin keşfini, kevni veya ilmi kerametleri ve ruhani zevkleri anlamak istemeyip inkâr ediyorsa, Peygamberlere gelen vahyi, peygamberlerin meleklerle görüşmesini, zahiri tahsil görmeden herkesten daha çok alim olmalarını ve onlara verilen mu’cizeleri de anlayamaz ve inkâr bataklığına saplanır demektir.
İmam-ı Gazali Kimya’nın 1.c.116. shf.de bu hadis-i şerifi şöyle izah ediyor:

“Bir kimse, tasavvuf yolunun başlangıcında, kötü duygularından arınır ve uzaklaşırsa, ahiret hallerini zevkle müşahede etmeye başlar. Başkalarına ölümden sonra görünen haller, o kimselere ölmeden önce yaşarken gösterilir. Bu halleri gören kimse, şehadet alemine(görünen alem) dönünce, gördüklerini başkalarına anlatması caizdir.”

Herkese hidayet Allahu Tealadandır.

GERÇEK VE SAHTE TASAVVUFÇULAR

İmamı Rabbani Hazretleri
Eshabı Kiram’dan sonramürşidi kamil
gelmiş geçmiş en büyük alim ve velilerdendir.
Onu tanıyıp da onu sevmeyenler ancak münafıklar ve ehli küfür olan zümredir..
Kişinin aynası yaptığı işler ve bıraktığı eserlerdir. Bir çok ayeti kerimenin ve hadisi şeriflerin tefsiri mahiyeti konumundaki Mektubat-ı Rabbani isimli eseri bir şah eser olup, Kur’an ve Hadisi şeriflerden sonra bir benzeri yazılmamış bir irfan ilmi hazinesidir.
286.  mektup, gerçek ve sahte mutasavvıfları anlamamız da net bir ifade içermektedir. Büyük veli ve İkinci binin Müceddidi İmamı Rabbani Hazretleri şöyle buyurmaktadır:
“Ehli sünnet vel-cema’at alimlerinin bildirdikleri manalara uymayan her şey akla, fikre, hayale iyi gelse de, tasavvuf yolunda keşif ve ilham ile anlaşılsa da, hiç kıymet vermemelidir. Ehli sünnete uymayan bilgilerden ve ilhamlardan ve keşiflerden(gönül gözü ile görülenler), Allahu Teala’ya sığınmak lazımdır. Mesela bazı ayet ve hadislerden (Tevhid-i Vücudi ) anlaşılmaktadır. Bazılarından da ihata(kuşatma), sereyan (yayılma), kurb (yakınlık), ve ma’ıyyet (beraberlik) manaları çıkmaktadır. Fakat ehli sünnet uleması bu ayet ve hadis-i şeriflerden böyle anlamlar anlamadı. Yani Allahu tealanın bu alem içinde olmasını, mahlukları kapladığını bunlarla birleşik olduğunu, kendisinin yakın olduğunu beraber olduğunu anlamadılar. Böyle anlayışın yanlış olduğunu söylediler. Şu halde tasavvuf yolunda ilerleyen birine böyle bilgiler hasıl olursa, her varlığı bir varlık olarak görürse(VAHDET-İ VÜCÛD) veya,  her şeyi bir varlığın kapladığını,  Allah’ın(c.c.) zatının mahluklara yakın olduğunu anlarsa, bu bilgi ve keşfin yanlış ve tehlikeli olduğunu anlamalıdır. Böyle bilgi ve keşiflerden Allah’a sığınmalı ve çok dua etmelidir.”
” İyi biliniz ki tasavvuf yolunun  sonuna varanlara hasıl olan itikat,  Ehli sünnet ulemasının bildirdiklerine tam uymaktadır. Bu doğru bilgilere Ehli sünnet uleması,  Kur’an ve hadis-i şeriflerden ve Eshab-ı Kiramdan alarak,  tasavvuf büyükleri ise keşif ve ilhamlar ile ulaşmışlardır…”  (286. Mektup)
193. mektubta şöyle beyan ediyor: “ Kıyamette cehennem azabından kurtuluş Ehli Sünnet İnancına bağlıdır.”
Buradan anlaşılan odur ki, Sadatlar hiç bir şeyhin Kur’an ve Sünnete uymayan keşif ve kerametine değer vermemişlerdir.. O halde bazı cahiller, şeyhlerini gözlerinde büyüterek şeyhlerinin manevi sarhoşluk içinde söylemiş oldukları Kur’an ve Sünnete uymayan keşif ve sözlerini ölçü almamalıdır. Zaten gerçek bir mürşid Kur’an ve Sünnete uymayan kendi hal ve keşiflerine her daim pişman olup tövbe eder.

MENKIBE:

Evliyanın büyüklerinden Zinnuni Mısri hazretleri zamanında tasavvuf münkiri bir zat varmış. Bir gün bu adamın yolu Zinnuni Mısri hazretlerinin dergahına düşer. Zinnuni Mısri hazretleri adama ne için geldiğini sorar . Adam bir miktar ödünç paraya ihtiyacı olduğunu söyler. Zinnuni Mısri hazretleri adamın eline iri bir pırlanta verip:

– “Evlat! Bunu al, bir fırıncıya bunu göster! Kaç para verdiklerini sor! Daha sonra bir kasaba, ondan sonra da bir kuyumcuya göster. Satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren ve bana gel.” der.

Adam, doğruca bir fırıncıya gider ve sorar:
– “Şuna kaç para verirsiniz?”

Fırıncı parlak bir boncuğa benzettiği mücevheri alır; evirir çevirir; sonra da:
-“Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın.” der.

Adam teşekkür edip çıkar ve bir kasaba uğrar. Kasap o mücevhere 10 lira verir. Adam oradan çıkıp bir kuyumcuya sorar. Kuyumcu mücevheri görünce yerinden fırlar ve şaşkınlıkla der ki:
– Bu kadar büyük pırlantayı nereden buldun? Buna kaç lira istiyorsun?
– “Siz ne veriyorsunuz?”
– “1000 altın veririm.” der.
– “Hayır veremem.” der.
Adam Zinnuni Mısrı hazretlerine elinde mücevher olarak geri döner. Zinnuni Mısri sorar:
-“Anlat bakalım ne oldu.”
Adam olanları bir bir anlatır ve :

-” Efendim bu işten bir şey anlayamadım. Aynı mücevhere kasap ve fırıncı çok az bir para verirken kuyumcu bin altın verdi.” der.
Zinuni Mısri tasavvuf münkiri adama şöyle der:
-“Evlat, mücevherin kıymetini gördüğün gibi ancak kuyumcu bilebildi. Tasavvufun değerini de ancak ehli bilir.” der.
Bunun üzerine hatasını anlayan adam yaptıklarına tövbe edip pişman olur.

TASAVVUFTA FAKR(Yokluk)

Allahu Teala buyurdu ki, mealen:
“O’nun (ebedî) Zâtı’ndan başka her şey, herkes, yok olmaya mahkûmdur; Hüküm (ve mutlak hâkimiyet) sadece O’nundur ve siz ancak O’na döndürüleceksiniz.” [Kasas, 88]

Bu “fakr” ki Hakkın varlığıyla var olma ve fani varlıktan sıyrılmadır ki tam ihtiyaçsızlıktır. Bu “fakr” ile  sıfatlanabilmek için bütün dünya ve dünyayla ilgili şeyleri terketmiş, cennet  arzusundan sıyrılçiçek ve yolmış olan bir Hak dostuna, hüsn-ü zannından dolayı BİR KESE ALTIN  sunmak isteyen cömert bir zengin şu irfanlı cevapla karşılaşmıştır: Ben gınanın (zenginliğin, ihtiyaçsızlığın) aynı olan bu fakrı; dünyayı, ukbâyı ve kıymet  biçilmez pek çok mal ve mülkten geçmekle satın alabildim. İnsaf et, şu bir kese  dirhemine mukâbil onu nasıl satabilirim?

Allah’ım beni sana karşı muhtaç (fakir) kılarak müstağni eyle, kendinden başkasına muhtaç (fakîr) etme! [Hadis-i Şerif]

– Cümle işlerde olduğu gibi “fakr ve fena” bahsinde de zirve, numune-i imtisalimiz olan Hz. Peygamber…

– “Fakr” makamında da zirve ancak O’dur. Resulu Kibriya Efendimiz’in ne dünya nimetlerinde ne de ukba süslerinde gözü yoktu. Bu da ayet ile sabittir.

Gözü ne şaştı, ne haddinden aştı. And olsun ki Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü. [Necm, 17-18]

– Bu demektir ki Hz. Peygamber’in (sav) miracında kendisine melekut ve ceberut aleminin hazineleri gösterilmiş fakat o gönlüyle de baş gözüyle de hiçbirine iltifat etmemiştir. Yedi  kat göklerdeki ruhlar onu görmek için koşmuşlar hurilerle birlikte semaları  doldurmuşlardı. O baksın, görsün ve beğensin diye bütün güzelliklerini önüne  sermişlerdi. Fakat O, tek bir dosttan başkasına bakacak halde değildi. Gönlü Hakk’ın  azameti ve celaliyle dolu idi.

– Bir insan olarak bizler bu yakınlığa nasıl ulaşabiliriz?

– “Fenâfillah” makamında… Sen de mirac’dan hisseyâb olmak dilersen Hazret-i Peygamber’in şahsında aşk ile eri, O’nun şahsiyetinde fenâ bul! Hz. Peygamber’e duyulan muhabbet, ilâhî aşkın hem başı, hem de sonudur. Bu da başta Hz. Peygamber modeline uyma şeklinde ortaya çıkar. Sonunda bu sevgide istiğraka erip Allah’da fanî olmak şeklinde gerçekleşir. İlâhî aşk, sabır ve sebat ile Hz. Peygamberin davranışlarını taklide bağlıdır. Rasulullah’ın sıfat ve ahlakını benimseyip taklid ile başlayan bu iletişim ilahi sırların kapılarını açar. Ardından taklid, tahkîk vadisine erer. Kalbi fenâ bulmuş kimse, ilahi fiillerin tecellilerine mazhar olur. Vahdet denizine garkolan sâlik, o denizden başka birşey göremez, kendisini bu denizin damlası olarak görür. Yâni ibadet, aşk ve birlik haline gelince de Allah’ı sevmekle Rasulü sevmenin aynı şey olduğu ortaya çıkar.

Zâtıma mir’ât edindim zâtını Bile yazdım adım ile adını

– Varlık bahsinde riâyet etmemiz gereken ölçü yine Rasulullahın dilinden;
– “Dünyaya gönül bağlama ki Hak seni sevsin; insanların eline bakma ki halk seni sevsin“. [Hadis-i Şerif]

– Eğer ilâhi güzelliğin hele ilahi varlığın senin yüz ve gönül aynanda da tecellisini istiyorsan yokluğu seç. Varlıkta yok olmanın sırlarını ara bul ki o güzellik (hüsn-i mutlak) senin de saf aynanda tecelli zevki bulsun.

– Her şeyin kendi zıddı ile meydana çıkması bir hakikattir. Acı olmasa tadın, çokluk olmasa birliğin manası, kıymeti elbette bilinmez. Varlık da ancak yoklukta görünür.

VAHDET-İ VÜCÛD VE VAHDETİ ŞÜHÛD

Yazan: Bekir Abdullah………
Elhamdulillâhi Rabbil âlemin Vessalâtü vesselâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve eshâbihi ecmeîn.
Bismillâhirrâhmânirrahîm
Her hayrın ve şerrin yegane yaratıcısı kendisinden başka İlah olmayan Allahu Tealadır. O’nun eşi ve benzeri ve dengi yoktur. Herkese kuvvet ve hayat veren O’dur.  

Soru: Tasavvufta Vahdet-i Vücûd İnancı Şirk midir?

Cevap: Vahdeti Vucutun kelime anlamı Varlığın Birliği anlamına gelmektedir.  Bu inancı savunan felsefeciler bu hususta yanılmaktalar. Aslında varlığın birliği fikri bir yanılmadır. Büyük Mutasavvıf İkinci Binin Müceddidi İmam-ı Rabbani hazretlerine göre varlık ikidir. Birincisi gerçek varlık Allahu tealanın varlığı, ikincisi ise mecazi varlıklar olan yaratılmışların varlıklarıdır. Mecazi varlık olan yaratılmışların varlığı her an Allahu tealanın varlığına muhtaçtırlar. O’nun El Kayyûm isminin tecelisi ile her an varlıkta durabilmektedirler.  Büyük imam, İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elf-i Sâni (k.s.) hazretleri, bu hususu şöyle izah etmektedirler:
– “Allahu Teala bu alemi; mahlukatı, hayal ve his mertebesinde yarattı.”
Bu ifade çok derin bir manadır. Yani; bu alem,  Allahu tealanın varlığına göre yok hükmündedir ama,  Allahu tealanın kudreti ile yarattığı his ve hayal mertebesinde ki varlık alemide O’nun var kılması ile vardır… O sapık felsefeciler yaratıkların varlıklarını da, Yaratanın kadîm varlığı  saymakla küfre girmiştirler. Hiç, yaratılanlarla Yaratan bir ve aynı olabilir mi? Elbette olamaz. Onun içindir ki, mahlukları yani alemi, ezeli ve ebedi sıfatla vasıflandırmak, çok çirkin ve küfre batıran bir yanılgıdır.
İmamı Rabbani (kaddes Allahu sirrahul-akdes)hazretleri buyurdular ki:
-“Küçük alem(insan) ve büyük alem (insanın dışındaki yaratıklar),  Allahu Tealanın isimlerinin ve sıfatlarının aynalarıdır. O’nun zatında bulunan şü’ûn (şe’nler, tecelliler) ve kemallerin görünüşleridir. Bu alemler kapalı bir hazine idi, bunları icmalden(toplu halden) tafsile(ayrıntılı hale) çıkarttı. Kendisine ve sıfatlarına alamet olacak şekilde yarattı. Alemin hiçbir parçasının Allahu teala ile hiçbir nisbeti yoktur. Yalnız O’nun yaratıklarıdır. İsimlerini şü’ûnlarını göstermektedir. Alemin Allahu teala ile birleşmiş olduğunu, O’nun benzeri olduğunu, alemi ihata etmiş olduğunu, aleme sirayet edip her zerreye girmiş olduğunu, her şeyle beraber olduğunu zan etmek, O’na olan sevginin tasavvufi sarhoşluğundandır. Halleri bunların üstünde olan veliler,  Allahu tealanın hiçbir bakımdan bu aleme benzemediğini,  bu alemin sadece  O’nun yaratıkları olduklarını söylerler.  Zat-ı ilahinin bu alemle hiç bir bağlılığı ve benzerliği yoktur. Varlık ikidir: Birisi hakikatta var olan Hak tealadır. İkincisi zıl, gölge gibi olan mahluklardır. ”   (1.c.125. mktb.)

          Vahdeti Vücutcular iki kısma ayrılırlar:
          Bunların birinci kısmı Hal ehli kimseler olup, bulundukları halden dolayı özürlü  kimselerdir. Çünkü, İslam şeriatında bulüğa ermemiş kimselerle,  aklî dengesi olmayanlar mükellef değildir. Bu meczublar  cezbe halinden ayılıncaya kadar  akılları örtülmüş Allah delileridir(aşıklarıdır).  İkinci kısımda olan kimselere gelince bunlar sırf taklitçiler olup,  küfürleri barizdir. Bir örnek: Şemsi Tebrizi hazretleri Makalat’ta şöyle zikrediyor :
-” İki mukallit birbirleri ile övünerek tartışıyorlardı. Ariflerin marifetlerinden bahsederlerken biri ötekine dedi ki:” Şu eşeğe binmiş adam tanrıdır.”Öteki  ona :” Bana göre o adamın eşeği tanrıdır.” diyordu. Bu adamlar bu inanç ve görüşleri ile Cebriye bataklığına düşmüş kâfirlerdi.”

          İmam-ı Rabbani Ahmed-i Faruki  Müceddidi Elfisani(k.s.) hazretleri şöyle buyurdular:
-“Sakın tasavvufçuların boş sözlerine aldanmayınız! Hak olmayanı hak sanmayınız. Bu tasavvufçular şuursuz oldukları için özürlü sayılırlar. Yanılan müçtehidler gibi hesaba çekilmezlerse de , bunları taklid edenlere bilmem nasıl azab ederler… Keşke bunlara uyanları da, yanılan müçtehidlere uyanları affettikleri gibi affetselerdi!( yani; bunlara tövbe nasib olsa da , bu hallerine tövbe etseler.) Affetmezlerse durumları vahimdir.
Kıyas ve ictihat , şeriatın dört temelinden biridir. Buna uymakla emr olunduk, evliyanın keşif ve ilhamına değil. Tasvvufçuların bir çoğu keşif ve ilhamla anlaşılan bilgileri inandırmak için insanları zorluyorlar. Keşke inkâr etmemelerini tavsiye etselerdi. Bu bilgilere inanmak zaruri değil , fakat inkar etmektende sakınmalıdır. Ne kadar şaşılır ki, kendilerinin tasavvufçu olduğunu söyleyen bazı kimseler, ” Allah’ı bu dünyada görüyoruz .” demektedirler. Gördükleri bazı nurları,  hiç bir şeye benzemeyen Allahu Teala’ya benzetiyorlar. “Tasavvuf yolunun sonu, bu nuru görmekle biter diyorlar.” Allahu Teala bu zalimlerin dedikleri şeyden münezzehtir.”

         Burada Yüce İmam(k.s.) dinen uyulması şart olan Edille-i Şer’iyeye vurgu yapmaktadır. Edille-i Şer’iye dörttür: Kur’an,  Sünnet, İcamai ümmet(Eshabın icması), Kıyas-ı fukahadır.  Bir başka mektubunda da “Nassa uyulmalı, Fussa değil” Yani Edille-i Şer’iyeye uyulmalı, tasvvufçuların şeriata aykırı söz ve fiillerine değil.  Ahirette kurtuluşumuz buna bağlıdır.” diye uyarıda bulunmaktadır.

           Güneş balçıkla sıvanmaz. İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elfisani hazretleri Rasulullah’ın “Sıla”(Birleştirici) ünvanı ile ümmetine müjdelediği kimsedir. O’nun eserlerini tam olarak okuyup anlamadan, İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretlerini, sekre girmiş meczub Vahdeti Vücutçular ve taklitçi sahte Vahdeti Vücutçularla  karıştıran, kötü maksatlı art niyetli,  mezhebsiz,  reformcu  zalimlere Allahu teala hidayet ihsan etsin.

           Gerçek Vahdeti Vücutçular, haramlardan sakınarak, farz vacip ve sünnet ibadetlerle birlikte  zikir, rabıta ve sohbetler sonucunda gönül gözleri açılır ve kalbleri İlahi nurlarla dolar. Güneşin ışığı dünyayı kaplayınca yıldızların gözden kaybolması gibi, bu kimselerinde kalbleri ilahi nurlarla dolunca her eşyada tecelli eden İlahi nurlardan başka bir şey göremez olurlar.  Bu durumda olan veliler, o İlahi nurların üstün zevklerinden sarhoş olunca, “Hem ost” derler. Yani” Her şey O’dur” derler. Bu ve bunun gibi sözleri ayık olan biri taklidle, veya bilinçli olarak söylerse, küfürleri kaçınılmazdır.  Bu meczublar Allahu Teala lutfederde  sekrden sahva geçtiklerinde, bu sözlerine tövbe ederler. Muhyiddin-i Arabi hazretleri bu velilerdendir. Sahva yani ayıklık halıne geçildiğinde ise ” Hem ez ost ” derler. Yani, “Herşey O’dandır” derler. Buna da “Vahdeti şuhut” denilir ki   İmam-ı Rabbani hazretleri de bu velilerin önde gelenlerindendir. Vahdet-i Şuhut hali: Kalb İlahi nurları her eşyada temaşa etmeye başladığında kalbin, her tecelliyi  Allahu tealadan bilmesi durumuna denir. Yani:  ”Görülen , işitilen ve hissedilen her şey Allahu tealadandır. Yani O’nun isimlerinin tecellisi ve kudreti ile oluşmaktadır.” anlamına gelen “Hem ez ost” inancına sahib bulunan velilerin bu ahvallerine Vahdet-i Şuhut denir.

           Sekre girmeden, İlahi nurların üstün zevkleri bunların akıllarını örtmeden, ”Herşey O’dur” diyen Vahdet-i Vücütcular ma’zur değillerdir. Bu kimseler o inançlara tövbe etmezlerse imansız ölmelerinden korkulur.  Bu kimseler tecellilere  ”O’dur”  demekle,  Allah’ın mahluklarını,  alemlerin  Rabbi Allah (c.c.) olarak  addetmiş bulunuyorlar… Bu kimselere göre; en aşağı mahluktan al da,  en ulvi mahluka kadar hepsine: ” O’ndandır” demeleri yerine, “O’dur” demeleri sebebi ile, inandıkları halde imansız olmaktalar.. Allah(c.c.) buyurdu ki: “Kulhu vallâhu eHad(1), Allahus-samed(2), Lem yelid ve lem yûled (3),  “Ve lem yekun lehû kufuven eHad.(4)” 
Mealen:
De ki O Allah, Zatında ve sıfatlarında bölünmeyen ve parçalanmayan tektir.(1),  Allah Samedtir. Her şey O’na muhtaç, O ise hiç bir şeye muhtaç değildir.(2),  O doğurmamış ve doğrulmamıştır. (3) Ve hiçbir mahluk O’na denk, olmadı ve olamaz da. (4)” (İhlas Suresi)

Vesselam.

TASAVVUFİ SAPKINLIKLAR

ŞEYHİMİN BİR BİLDİĞİ VARDIR’ DİYEREK, ŞER’İ ŞERÎFE UYMAYAN DAVRANIŞLARI GÖRMEZDEN GELMEK UYGUN MUDUR?

Ülkemizde Müslümanların içerisine düştüğü ve İslâmî terakkîye mâni olan en önemli hastalıklardan bir tanesi de Müslümanların peşlerinden gittikleri liderleri ve şeyhleri için Benim şeyhim ve liderim ne yaparsa doğrudur, o yanlış yapmaz, onun bir bildiği vardır. anlayışıdır. Bu yanlış anlayışa karşı Muhterem Ömer Muhammed Öztürk bir sohbetinde şunları söylemiştir:

“Eğer peşinden gittiğin zâtın söylediği söz, fiil ve davranışları; Resûlullah (s.a.v)’a uyuyorsa doğru, uymuyorsa yanlıştır.
‘Benim şeyhim, önderim, ağabeyim çok büyük bir zâttır. Bir bildiği vardır. Ma’nen çok büyüktür, şöyle kerâmetleri görülmüştür, işte şunun için yapmıştır.’
gibi zorlama yorumlara girmeden söylenecek tek söz: “Bizim için tek bir ölçü ve dünya-âhiret kurtuluş reçetesi vardır; o da Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in Şerîat-ı Garrâ-i Muhammediyesi’dir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in sünnetine uyan her şey doğrudur, haktır, gerçektir. O (s.a.v.)’na uymayan her şey de her ne sebeple yapılırsa yapılsın yanlıştır, bâtıldır. Müslüman, karşısına gelen hâdiseyi, sünnet aynasına tutacak. Eğer orada yer buluyor, o aynaya uyuyor ise alacak, uymuyorsa kabûl etmeyecek, reddedecektir.”

Bu konuda Ahmed er-Rufai (k.s.) de şöyle buyurmuştur: Efendiler! Mânevî derece ve mertebeleri iyi belleyiniz, öğreniniz. Aşırılıktan, taşkınlıktan kaçınınız. Herkesi kendi makamında tutunuz; insanların en faziletlisi, şereflisi peygamberlerdir. Salat-ü selam onlara olsun. Peygamberlerin de en üstünü, Nebîmiz Hz. Muhammed sallallahualleyhi ve sellemdir. (Peygamberlerden) sonra da yaratıkların en meziyyetlileri onun yakınları ve sahâbeleridir. Sonra da, çağların en hayırlılarından birinde yaşamış olan tâbiînlerdir. Bu hususta özet (olarak bileceğiniz) budur. Kur’ân ve sünnete sarılınız. Kendi görüşünüze itibar etmeyiniz. Helak olanlar, perişan olanlar, kendi görüşlerine uymaları sebebiyle helak olmuşlardır.

(Hak Dinin Batıl Yorumlarına Cevaplar)

TASAVVUF SARHOŞLUĞU İLE İÇKİ SARHOŞLUĞU AYNI DEĞİLDİR

SORUTasavvuf sarhoşu sekr haline girdiğinde ne söz söylerlerse söylesin affedileceği sözü doğru mudur? Bunun Kur’an ve sünnetten delili var mı? Hz Peygambere (SAS) böyle haller olmuş mudur?

CEVAP: Tasavvuf yolunda seyir süluk yapan velilerden bazılarının sekr ile aklının gittiğini söyleyen İkinci Bininin Müceddidi İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretleridir. Şeriatten insanların sorumlu olabilmesi için akıl sahibi ve İslam’a iman etmiş olması gerekmektedir. Kur’an’ın bazı ayetlerin de; “efelâ ta’kılûn” ifadeleri geçmektedir. Yani; “Öyle ise hâla mı akıl etmiyorsunuz?” buyurulmaktadır. Dikkat edilirse buradaki hitap akıl sahiplerinedir. Zira, Kur’an’ın mesajları akıl sahipleri için gönderilmiştir. Peygamber(sav) Efendimiz; akılları buluğa ermeden vefat eden kâfir çocuklarının  cennete gireceğini haber vermesi, onların temyiz sahibi akla ermeden öldükleri içindir.
Peygamber Efendimizin sekre girip girmediğini soruyorsunuz. İmamı Rabbani hazretlerinin çok değerli eseri Mektubat-ı Rabbani’de geçen bir ifadeye göre; “Allah’ın Rasulü ve diğer Peygamberler ve Rasulullah’ın Esahabının hepsi kurb-u nübüvvet yolundan yükseldikleri için onlarda sekr söz konusu dahi değildir. Sekr; ancak vilayet yolunda yükselenlerde görülmüştür.” buyurmuşlardır.

SORU: iÇKİ İÇENLERDE SARHOŞ OLUYORLAR. BUNLARIN DA HESABA ÇEKİLMEYECEĞİNİ Mİ İMA ETMEK İSTİYORSUNUZ?

CEVAP: Bu ne basiretsizliktir? İçki sarhoşluğu ile zikir ve ibadet sarhoşluğunu bir birine karıştırmak anlayışsızlığından Allah’a sığınırız. İçki sarhoşu Allah’ın yasak ettiği şeyi yaparak sahoş olduğu için Allah katında suçludur. Tevbe etmedikçe de cehennem azabından kurtulamaz. İbadet ve zikir sarhoşu ise Allah’ın emri olan ibadetleri ve Allah’ı çokça zikrettiği için sarhoş olmuştur.. Allah Bakara SuresindeÜzkürûnî, ezkürküm” buyurdu. Meali âlisi; “Beni zikredin ki, Ben de sizi zikredeyim.” Yani, Rabbimiz;
“Beni zikrediniz ki, Beni zikrettiğiniz ismimin tecellisi ile size tecelli edip, sizin kalplerinizi nurlandırayım.” buyurdu. Bu durumda her kim kalbindeki masivayı atar da kalbi tezkiye ve tasfiye olursa, o kimsenin kalbi İlahi nurların tecellisine ayna olur. Nurlanan bir kalp ise, bu dünya tatlarının hiç birine benzemeyen bir zevkle dolar. Bu durumdaki bir veli bazen zevkten kendinden geçer ve sarhoş olur. Hazreti Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin buyurduğu; “Bizim sarhoşluğumuz üzüm şarabının sarhoşluğu değildir. Bizim sarhoşluğumuz İlahi muhabbet sarhoşluğudur.”  gibidir.
Şimdi, haramları işleyerek sarhoş olanla, farzları yaparak sarhoş olan aynı mıdır?  Bu ikisi bir midir?
Mavi Gül 2

Loading

1.553 - 1
DİKKAT: Hakaret, küfür, tehdit içeren mesajlarla ilgili gerekli yasal işlemler yapılır. Tüm gönderilerde IP adresleri ve gönderim tarihi sistem tarafından kaydedilmektedir. Soru veya mesaj göndermeden önce nezaket kurallarına dikkat ediniz.

Aşağıdaki formu doldururken isim kısmında takma ad veya rumuz kullanabilirsiniz. İnternet sitesi kısmını boş bırakınız. Gerekli alanlar * ile işaretlenmiştir. Eposta adresiniz yayımlanmaz.

Gürhan için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


“Tasavvuf” üzerine 2 yorum.

Gürhan için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et