CENNET VE CEHENNEM

C E N N E T:
y
edi kat göklerin ötesinde, arş ve kürsinin altındaki
sidretül münteha 181821_395335557210494_1798022968_n
denilen beyaz bir semanın altındadır..

Sekiz cennet, yedi Cehennem vardır. Cennet, güneş sisteminin alanından ve hatta yıldızların içinde bulunduğu uzaydan daha büyüktür.   Cehennem de  güneşten büyüktür.
Kıyâmet günü, hesâptan sonra bir çokları Cennete gönderilecek, bir çoğu da Cehenneme sokulacaktır.
Cennet: Akla gelen veya gelmeyen her türlü güzelliklerin toplandığı yerdir. Dünyadaki zevk ve lezzetlerin, Cennettekilerin yanında hiç kıymeti yoktur. Cennette, oradakilerin istedikleri her türlü yiyecek ve içecek önlerine gelir. Koparmak, pişirmek gibi zahmetlere katlanmadan dilediklerince yer ve içerler, çeşitli mücevherden yapılmış köşkler, her biri ayrı lezzette ırmaklar, leziz meyvelerle dolu ağaçlar, nefis bahçeler, kuşlar ve daha akla hayâle gelmeyecek nice ni’metlerden bol bol faydalanırlar. Hûri ve gılman gibi Cennet kızları ile beraber olup, zevk ve lezzet içinde sonsuz olarak yaşarlar. Bir kısım köşklerin içinde olanlar, diledikleri yeri görür ve kendilerini istedikleri yere götürürler. İnsanlar, dünyada kaç yaşında vefât etmiş olurlarsa olsunlar, Cennette (30) yaşında olacaklardır. Hanımlar, kocaları ile ve İslâm büyüklerini sevenler de onlarla beraber olurlar. Cennete giren bir daha çıkarılmaz.
Cennetteki dereceler ve mükâfatlar, herkesin ilmine ve ibâdetlerine göre olacaktır. Sekiz Cennet vardır. Cennet-i Adn; derecesi ve ni’metleri en yüksek olandır. Peygamberler, sıddîkler ve şehitler bu Cennete girerler.
Cennetler:  Cennet-i Firdevs; diğerlerinden üstündür. Bahçeleri çoktur. Cennet-i Naîm, Cennet-i Huld, Cennet-ül Me’va, Dârüs-selâm, Dârül-Karar, Dârül-Celâl’dir.
CENNET HAKKINDA BAZI HADİSİ ŞERİFLER
-“Günlerin en hayırlısı cuma günüdür. Âdem aleyhisselam, cuma günü yaratıldı, cuma günü Cennete kondu, cuma günü dünyaya gönderildi. Kıyamet de cuma günü kopacaktır.” [Tirmizî]
-“İnsanlar, Cennette de âlimlere muhtaç olurlar. Her cuma günü, Allahü teâlâ, “Benden ne dilerseniz dileyin” buyurur. İnsanlar, [hiçbir şeye muhtaç olmadıkları, her çeşit nimete kavuştukları için] ne isteyeceklerini şaşırıp, âlimlere sorarlar. Âlimler de, istenmesi gerekeni söylerler.” [Deylemî, İbni Asakir]
-“Cennette müminler, Allahü teâlâyı cuma günü göreceklerdir.) [Şir’a şerhi]
-“Cennet ehlinin bir çarşısı vardır. Her cuma günü oraya gelince, ferahlatıcı bir meltem rüzgârı eser, elbiselerini ve yüzlerini okşayarak güzelliklerini artırır. Hanımları, “Vallahi, bizden ayrıldıktan sonra sizin cemal ve güzelliğiniz artmış” derler. Erkekler de, “Vallahi, siz de çok güzelleşmişsiniz!” derler.”” [Müslim]

Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: “Salih kullarım için ben, Cennet’te hiç bir gözün görmediği hiç bir kulağın işitmediği ve hiç bir insan gönlünün hatırlamadığı bir takım nimetler hazırladım.” (et-Tâc, el-Câmiu li’l-Usül, fî ahâdisi’r-Rasul, V, 402).

Başka bir hadislerinde de, Rasûlullah (s.a.s.) Cennet’in gümüş ve âltın kerpiçten yapıldığını, harcının misk, taşlarının inci ve yakut olduğunu, oraya girenlerin bolluk ve refâh içinde, üzüntüsüz ve kedersiz yaşayacağını ebedî kalacaklarını, ölmeyeceklerini, elbiselerinin eskimeyeceğini ve gençliklerinin yok olmayacağını ifade eder. (et-Tâc, aynı yer).

Rasûlullah (asv) bir hadislerinde şöyle buyurur:

“Siz gerçekten tıpkı şu ayı gördüğünüz gibi, Rabbinizi gözle (açıkça) göreceksiniz. Onu görmekte haksızlığa uğramıyacak, izdihâma düşmeyeceksiniz.” (Buhârî, Mevâkıt 16, 26).

Suheyb (r.a.)’ın rivayetine göre Peygamber (s.a.s.):

“İyi iş ve güzel amel işleyenlere daha güzel karşılık ve bir de ziyâde (Allah’ı görmek) vardır.”(Yunus, 10/26)

ayetini okuduktan sonra şöyle buyurdu:

“Cennetlikler Cennet’e girdiği zaman Allah (c. c.) şöyle buyuracak: “Size daha da vermemi istediğiniz bir şey var mı?” Cennetlikler de şöyle derler: “Yüzlerimizi ak çıkarmadın mı, bizi Cennet’e koymadın mı, bizi Cehennem’den kurtarmadın mı? (o yeter).” Rasûlullah sözlerine devam buyurarak: “Cenâb-ı Hak perdeyi kaldırır, Cennetliklere artık Rablerine bakmaktan daha sevimli gelecek hiç bir şey verilmiş olmaz.” (Müslim’in rivayeti, et-Tâc, V, 423).

Ebu Hureyre: Resulullah (sav) buyurdular ki:

“Allah Teala Hazretleri ferman etti ki: “Ben Azimu’ş-Şan, salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen nimetler hazırladım.”

Ebu Hureyre ilaveten dedi ki:

“Dilerseniz şu ayet-i kerimeyi okuyun, (Mealen): “Yaptıklarına karşılık Allah katında onlar için göz aydınlığı olacak ne mükafaatların saklandığını kimse bilemez.” (Buhari, Bed’ül-Halk 8, Tefsir Secde 1, Tevhid 35; Müslim, Cennet 2, Tirmizi, Tefsir.)

Resulullah (sav) buyurdular ki:

“Gümüşten iki cennet vardır. Kapları ve içinde bulunan diğer şeyleri de gümüştendir. Altından iki cennet vardır, kapları ve içlerinde bulunan diğer eşyaları da hep altındandır. Adn cennetinde, cennetliklerle Rablerini görmeleri arasında Allah’ın veçhindeki ridau’l-kibriyadan (büyüklük perdesinden) başka bir şey yoktur.”(Buhari, Tefsir, Rahman 1, 2, Bedu’l-Halk 8, Tevhid 24; Müslim, İman 180; Tirmizi, Cennet 3.)

Resulullah (sav) buyurdular ki:

“Cennette bir ağaç vardır ki, binekli bir kimse yüz yıl gölgesinde yürüse onu katedemez. İstersiniz şu ayeti okuyun: “Daimi gölgededirler, çağlayıp duran su başlarındadırlar.” (Vakıa 30-31).” (Tirmizi, Tefsir, Vakıa, Cennet 1)

Ebu Hureyre: Resulullah (sav) buyurdular ki:

“Cennette hiçbir ağaç yoktur ki gövdesi, altından olmasın.” (Tirmizi, Cennet 1)

Ebu Hureyre: Resulullah (sav) buyurdular ki:

“Cennette, yay kadar bir yer, güneşin üzerine doğduğu veya battığı şeyden (dünyadan) daha hayırlıdır.”

Tirmizi, Hz. Enes’ten şu ziyadede bulunmuştur:

“Sizden birinizin yayı kadar veya kamçısı kadar cennetteki bir yer, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Cennet ehlinden bir kadın, arz ehline görünecek olsa, dünya ve içindekileri aydınlatır, arzla sema arasını güzel koku ile doldururdu, onun başörtüsü dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır.” (Buhari, Bed’ül-Halk 8, Tefsir, Vakı’a 1; Müslim, Cennet 6; Tirmizi, Cennet 1)

Sa’d İbnu Ebi Vakkas: Resulullah (sav) buyurdular ki:

“Cennette olan şeyden bir tırnağın azalttığı miktar, semavat ve dünya arasında dört ciheti de tezyin etmiş olarak görünürdü. Eğer cennet ehlinden bir adam dünya ehline zuhur etse ve bilezikleri görünse o(nun şavkı) güneşin ziyasını bastırırdı, tıpkı güneşin, yıldızların ziyasını bastırması gibi.” (Tirmizi, Cennet 7)

Büreyde (ra) Bir adam Resulullah (sav)’a: “Cennette at var mı?” diye sordu. Aleyhissalatu vesselam da:

“Allah Teala Hazretleri seni cennete koyduğu takdirde, kızıl yakuttan bir at üzerinde orada dolaşmak isteyecek olsan, o seni istediğin her yere uçuracaktır.”

buyurdular. Bunun üzerine diğer biri de: “Cennette deve var mı?” diye sordu. Ama buna Aleyhissalatu vesselam öncekine söylediği gibi söylemedi. Şöyle buyurdular:

“Eğer Allah seni cennete koyarsa, orada canının her çektiği, gözünün her hoşlandığı şey bulunacaktır.” (Tirmizi, Cennet 11)

Resulullah (sav) buyurdular ki:

“Cennette siyah gözlülerin (hurilerin) toplanma yerleri vardır. Orada, benzerini mahlukatın hiç işitmediği güzel bir sesle şarkı okurlar ve şöyle söylerler: “Bizler ebedileriz, hiç ölmeyiz! Bizler nimetlere mazharız, fakr bilmeyiz! Rabbimizdan razıyız, mükedder olmayız! Kendisinin olduğumuz beylerimize ne mutlu!”(Tirmizi, Cennet 24)

Resulullah (sav) buyurdular ki:

“Cennet ehlinin bir çarşısı vardır. Her cuma oraya gelirler. Derken kuzey rüzgarı eser, elbiselerini ve yüzlerini okşar. Bunun tesiriyle hüsün ve cemalleri artar. Böylece ailelerine, daha da güzelleşmiş olarak dönerler. Hanımları: “Vallahi, bizden ayrıldıktan sonra sizin cemal ve güzelliğiniz artmış!” derler. Erkekler de: “Sizler de, Allah’a kasem olsun, bizden sonra çok daha güzelleşmişsiniz!” derler.” (Müslim, Cennet 13)

Resulullah (sav) buyurdular ki:

“Cennette bir çarşı vardır. Ancak orada ne alış, ne de satış vardır. Sadece erkek ve kadın suretleri vardır. Erkek bunlardan bir suret arzu ederse o surete girer.”(Tirmizi, Cennet 15)

Şimdi de cehennem ile ilgili hadislerden bazı örnekler verelim:

Resulullah (sav): “Yaktığınız ateş var ya, bu cehennem ateşinin yetmiş cüzünden bir cüzdür!” buyurmuştu. (Yanındakiler): “Zaten bu ateş, vallahi (asileri cezalandırmaya ahirette) yeterliydi” dediler. Aleyhissalatu vesselam: “Cehennem ateşi öbürüne altmış dokuz kat üstün kılındı. Her bir kat’ın harareti, bunun mislindedir.” (Buhari, Bed’ü’l-Halk 10; Müslim, Cennet 29; Muvatta, Cehennem 1; Tirmizi, Cehennem 7)

Resulullah (sav) buyurdular ki:

“Cehennem ateşi bin yıl yakıldı. Öyle ki kıpkırmızı oldu. Sonra bin yıl daha yakıldı, öyle ki beyazlaştı. Sonra bin yıl daha yakıldı. Şimdi o siyah ve karanlıktır.” (Metin Tirmizi’ye aittir.) (Tirmizi, Cehennem 8; Muvatta, Cehennem 2)

Ebu Saidi’l-Hudri: Resulullah (sav) buyurdular ki:

“Cehennemi kuşatan surun dört (ayrı) duvarı vardır. Her duvarın kalınlığı kırk yıllık yürüme mesafesi kadardır.” (Tirmizi, Cehenmem 4)

Hasan Basri: Utbe İbnu Gazvan (ra), Basra’da minberde (hutbe esnasında) dedi ki: “Resulullah (sav) bize şöyle buyurmuşlardı:

“Cehennemin kıyısından büyük bir taş bırakıldı. Bu taş yetmiş yıl aşağı doğru düştü de henüz dibe ulaşmadı.”

(Utbe İbnu Gazvan, devamla) der ki: “Hz. Ömer (ra):

“Ateşi çok zikredip hatırlayın. Zira onun harareti pek şiddetlidir; derinliği çok fazladır, çengelleri demirdendir.” buyurdu.” (Tirmizi, Cehennem 2)

Ebu Said el-Hudri: Resulullah (sav) buyurdular ki:

“Veyl, cehennemde bir vadidir. Kafir orada, kırk yıl batar da dibine ulaşamaz.”  (Tirmizi, Tefsir, Enbiya)

Resulullah (sav) buyurdular ki:

“Eğer zakkumdan, dünyaya tek damla damlatılacak olsa, bu dünya ehlinin yiyeceklerini ifsad ederdi. Öyleyse, yiyecek ve içeceği zakkumdan cehennemliğin hali ne olur (anlayın)!” (Tirmizi, Cehennem 4)

Ebu Hureyre: Resulullah (sav) buyurdular ki:

“Cehennem, Rabbine şikayet ederek: “Ey Rabbim! Bir parçam diğer bir parçamı yemektedir.” dedi. Bunun üzerine, Allah Teala Hazretleri ona, iki nefes almaya izin verdi; Bir nefes kışta, bir nefes de yazda. (Yazdaki nefesi) sizin rastladığınız en şiddetli sıcaktır. (Kıştaki nefesi de) sizin rastladığınız en şiddetli (soğuk olan) zemherirdir.”  (Buhari, Bed’u’l-halk 10; Müslim, Mescaid 185; Tirmizi, Cehennem 9)

Resulullah (sav) buyurdular ki:

“Kıyamet günü, ateşten bir parça, boyun şeklinde uzanır. Bunun, gören iki gözü, işiten iki kulağı, konuşan iki dili vardır. Der ki: “Ben üç takım (insanı cezalandırmak) için vazifelendirildim: Allah’la birlikte bir başka ilaha dua eden kimse, bile bile zulmeden cebbar, tasvirciler.”(Tirmizi, Cehennem 1)

İbnu Mes’ud: Resulullah (sav) buyurdular ki:

“Kıyamet günü cehennem, yetmiş bin yuları olduğu halde getirilir. Her yularında, onu çeken yetmiş bin melek vardır.” (Müslim, Cennet 29 ; Tirmizi, Cehennem 1)

İbnu Abbas (ra) bana: “Cehennemin genişliği ne kadardır, biliyor musun?” diye sordu. Ben: “Hayır!” deyince: “Doğru, Allah’a yemin olsun, bilemezsin!” dedi ve ilave etti: “Bana Hz. Aişe (ra) dedi ki: Resulullah (sav)’a: “Kıyamet günü arz toptan O’nun bir kabzasıdır (tam tasarrufundadır). Gökler de O’nun sağ eliyle dürülmüşlerdir.” (Zümer,39/67) ayetinden sormuş ve: “Bu sırada insanlar nerede olurlar (ey Allah’ın Resulü)” demiştim. Aleyhissalatu vesselam: “Cehennem köprüsünde!” cevabını verdi.” (Tirmizi, Tefsir, Zümer)

Resulullah (sav) buyurdular ki:

“Cennetin etrafı mekarihle (nefsin hoşlanmadığı şeylerle) sarılmıştır. Cehennemin etrafı da şehevi (nefsin arzuladığı, cazip) şeylerle sarılmıştır.” (Sahiheyn’de, Ebu Hureyre’den bu rivayet aynen gelmiştir.)

(Kaynak: Kütüb-i Sitte Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan)

 CEHENNEM: Cehennem, her şeyin altındadır. Cehennemdeki azap çeşit çeşittir. Ateş ile olduğu gibi, “Zemherîr” denilen yerlerinde çok şiddetli soğuklar da olacaktır. Bazı kimselere, bir ateşe bir soğuğa daldırılarak azap yapılacaktır. Cehennemin azâbı ebedîdir, sonsuzdur. Bunlar, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmektedir. Kâfirler ,hesaptan sonra, Cehenneme girecek, Cehennemde sonsuz azapta kalacaklardır. Mü’minler Cennette ve Cennet ni’metlerinde sonsuz kalacaklardır. Günahı, sevabından çok olan mü’minler, Cehenneme girip, günahlarına karşılık, bir müddet azap görseler bile bunlar, Cehennemde sonsuz kalmıyacaklardır. Kalbinde zerre kadar îmân olan bir kimse, Cehennemde sonsuz kalmıyacak, Allahü teâlânın rahmetine kavuşacak, Cennete girecektir.
Cehennem yedi tabakadır. Birinci tabaka en hafiftir. Fakat, dünya ateşinden yetmiş kat daha şiddetlidir. Adı “Cehennem”dir. Burada müslümanlardan bir kısmı yanıp, günahlarından temizleneceklerdir. Cehennemin ikinci tabakası daha şiddetlidir. Adı “Sa’îr”dir. Burada Tevrâtı değiştirenler yanacaktır. Üçüncü tabakası daha şiddetli olup adı, “Sakar”dır. Burada İncîli değiştirenler azap görecektir. Dördüncü tabakanın adı da, “Cahîm”dir. Burada, güneşe, yıldızlara tapanlar azap görür. “Hutame” denilen beşincisinde, ateşe, öküze tapanlar azap görürler. Budistler, Berehmenler burada yanacaktır. Altıncı tabakasının adı “Lazy” olup, burada, hiç dini olmayanlar, müşrikler, komünistler, masonlar azap görüp yanacaklardır. Cehennemin yedinci tabakası, en dibi, en şiddetli tabakası olup adı, “Hâviye”dir. Burada, inanmadıkları halde inanmış görünenler ve İslâm dîninden ayrılıp, mürted olanlar yanacaktır.

“Şüphesiz âyetlerimizi inkâr edenleri, gün gelecek bir ateşe sokacağız. Onların derileri pişip acı duymaz hâle geldikçe, derilerini başka derilerle değiştiririz ki acıyı duysunlar! Allah azîz ve hakîmdir.” (en-Nisâ, 56)

“Onlar için Cehennem ateşinden döşekler, üstlerine de (yine Cehennem ateşinden) örtüler vardır. İşte Biz, zâlimleri böyle cezalandırırız!” (el-Aʻrâf, 41)

“Onların üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında da (yine ateşten) tabakalar vardır! İşte Allah kullarını bu azaptan sakındırıyor. Ey kullarım, Ben’den korkun (takvâ sahibi olun)!” (ez-Zümer, 16)[1]

“Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün (acıklı bir feryâd içinde):

«Eyvah bize! Keşke Allâh’a itaat etseydik, Peygamber’e de itaat etseydik! Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden kov!» derler.” (el-Ahzâb, 66-68)

Bunlar, ne dehşetli manzaralardır! Yüzün bir o tarafı bir bu tarafı ateşin en koyu yerine arz edilmekte, hem de o şiddetli ateşin, vücudun her noktasına, yüzün her zerresine ulaşmakta olduğu bir durumda iken… Kâfirler de yorgun ve pişman bir hâlde, zelil bir şekilde ve yalvarırcasına günahlarını îtiraf ediyorlar. Ümitsiz bir ses tonuyla, kendilerini bu fecî âkıbete sürükleyen önderlerine acı bir öfke ve kinle lânet yağdırıyorlar!..

CEHENNEM AZABI NASIL YAŞANACAK?

Yine Cenâb-ı Hak, Cehennem azâbıyla ilgili âyet-i kerîmelerde şöyle buyurmaktadır:

“…İnkâr edenler için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar sular dökülür. Bununla, karınlarının içindeki (âzâları) ve derileri eritilir. Bir de (başlarına vurulmak üzere) onlar için demirden gürzler, topuzlar vardır! Iztıraptan dolayı oradan her çıkmak istediklerinde, oraya geri döndürülürler ve (kendilerine); «Tadın bu yakıcı azâbı!» (denilir).” (el-Hac, 19-22)[2]

“Şüphesiz Biz, kâfirler için zincirler, (boyna ve ellere geçirilen) demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık.” (el-İnsân, 4)

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhumâ-, bir kişinin:

“Hiç şüphesiz Biz’im nezdimizde (onlar için demirden hazırlanmış) ağır bağlar, prangalar ve yakıcı bir ateş vardır. Boğaza duran bir yiyecek ve elem verici bir azap vardır!” (el-Müzzemmil, 12-13) âyetlerini okuduğunu işitince, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in düşüp bayıldığını haber vermişlerdir. (Beyhakî, Şuab, I, 522/917; Ali el-Müttakî, VII, 206/18644)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir hadîs-i şerîflerinde Cehennem azâbıyla ilgili olarak:

“Cehennem ateşi, içindekileri yakarak vücutlarını yemeye başlar, kalplerine kadar varınca durur. Cehennemliklerin vücutları eski hâllerine döner. Ateş tekrar onları yakarak yemeye başlar ve kalplerine kadar ulaşır. Bu azap, ebediyyen bu şekilde devam eder. Bu hâl, Allah Teâlâ’nın; «(Hutame) Allâh’ın tutuşturulmuş bir ateşidir ki tâ kalplere kadar işleyip yakar.»[3] âyet-i kerîmelerinde haber verdiği hâldir.” buyurmuşlardır.[4]

CEHENNEMLİKLERİN YİYECEĞİ

Kâfir ve günahkârların Cehennem’deki yiyeceği ise, “zakkum ağacı”dır. Âyet-i kerîmelerin ifâdesiyle, Cehennem’in dibinde yetişen, tomurcukları şeytanların başlarına benzeyen, yendiğinde açlığı gidermediği gibi karında aynen erimiş mâden ve çok sıcak bir su gibi kaynayacağı bildirilen bu ağaç, onların yiyeceklerinden biridir.

Sonra bu yemeğin ardından kendilerine kaynar su ile karıştırılmış bir içecek verilecektir. Onlar da içleri yandığından, susuz kalmış bir deve gibi bu sudan içeceklerdir. Lâkin içtikçe susuzlukları daha da artacaktır. Ardından da çılgın ateşe atılacaklar ve üzerlerine de yine kaynar sular dökülecektir.[5]

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhumâ-:

“Cehennem zakkumundan bir damla Dünya’ya indirilecek olsa, bütün insanların yiyecek ve içecekleri ifsâd olurdu.”[6] buyurmuştur.

Cehennem ehlinin, ezâ ve cefâ verici bir diğer yiyeceği ise Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle tasvir edilmektedir:

“O gün birtakım yüzler zelildir. Çalışmış fakat boşuna yorulmuşlardır. Kızışmış bir ateşe atılırlar. Onlara kaynar su kaynağından içirilir. Onlar için kuru dikenden başka yemek yoktur. O ise ne besler ne de açlığı giderir.” (el-Ğâşiye, 2-7)

Buradan, şiddetli bir açlığın da Cehennem azâbının ayrı bir türü olduğu anlaşılmaktadır.

CEHENNEMLİKLERİN İÇECEĞİ

Câbir -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“(Yemen’in) Ceyşân (şehrin)den bir adam geldi. Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e beldelerinde içtikleri, mısırdan yapılan ve Mizr adı verilen bir içeceği sordu.

Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«–O sarhoşluk veriyor mu?» diye suâl ettiler.

Adam:

«–Evet.» dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«–Her sarhoşluk verici şey haramdır. Allah -azze ve celle- ’nin, sarhoşluk verici şey içene “Tıynetü’l-Habâl” içireceğine dâir ahdi vardır.» buyurdular.

Oradakiler:

«–Ey Allâh’ın Resûlü! “Tıynetü’l-Habâl” nedir?» diye sordular.

Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

«–Cehennem ehlinin teridir veya Cehennem ehlinin usâresidir (kan ve irinidir).» buyurdular.” (Müslim, Eşribe, 72; Ebû Dâvûd, Eşribe, 5)[7]

Yine Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Kibirli kimseler, kıyâmet günü insan sûretinde, küçük ve kırmızı karıncalar kadar haşrolunacaklardır. Zillet her taraflarından onları saracaktır. Cehennem’deki «Bûles» adı verilen bir zindana sürükleneceklerdir. Onları ateşlerin ateşi kuşatacak ve Cehennem ehlinin «Tıynetü’l-Habâl» denilen kan, irin ve pisliklerinden içirileceklerdir.” (Tirmizî, Kıyâmet, 47/2492; Ahmed, II, 179; Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, no: 557)

Hasan-ı Basrî Hazretleri:

“Cehennemliklerden akan kan ve irinden bir kova Dünya’ya dökülse, yeryüzünde hiç kimse kalmaz, hepsi ölürdü.” buyurmuştur. (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VII, 52/34145)

Abdurrahman bin Yezîd şöyle anlatır:

Atâ el-Horasânî Hazretleri ile birlikte gazâya çıkardık. Gecelerini namaz ile ihyâ ederdi. Gecenin üçte biri veya yarısı geçtikten sonra çadırından bize seslenerek:

«‒Ey Abdurrahman, ey filân, ey falan!.. Kalkın, abdest alın, namaz kılın! Şu geceyi ibadetle değerlendirmek ve şu gündüzde oruç tutmak; Cehennem’de kan ve irin içmekten ve demirden elbiseler giymekten daha kolaydır! Acele edin, acele edin! Kendinizi kurtarın, kendinizi kurtarın!» der ve tekrar namazına devam ederdi.” (Bkz. Beyhakî, Şuab, IV, 528, V, 417; Ebû Nuaym, Hilye, V, 193; Ahmed, Zühd, s. 309)

GÜNAHKARLARI CEHENNEM’DE NE BEKLİYOR?

Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, hadîs-i şerîflerinde Allâh’ı inkâr edenlerin, küfürlerinin çeşidine göre Cehennem’de cesetlerinin ve uzuvlarının büyütüleceğini şöyle haber vermişlerdir:

“(Cehennem’de) kâfirin azı dişi veya köpek dişi, Uhud Dağı kadar, cildinin ka­lınlığı da üç günlük yol mesafesinde olacaktır.” (Müslim, Cennet, 44)

“Cehennem’de kâfirin iki omuzunun arası, hızlı giden bir süvâri için üç günlük mesafedir.” (Müslim, Cennet, 45)

Kâfirin Cehennem’de oturduğu yer, Mekke ile Medîne arası kadar olacaktır.[8]

Hiç şüphesiz Cehennem’de kâfirlerin cesetlerinin bu şekilde büyütülmesi, onlarla Cehennem’in tamamen doldurulması ve azâbı iyice tatmaları içindir.

Düşünmek îcâb eder ki karıncayı yaratan da fili yaratan da Cenâb-ı Hak’tır. İsteseydi karıncayı fil büyüklüğünde yaratabilir veya fili karınca kadar küçültebilirdi. Yine balinayı da hamsiyi de yaratan O’dur. Cenâb-ı Hak için hiçbir zorluk yoktur.

Dolayısıyla Cenâb-ı Hak kıyâmet günü insanların ebatlarını daha büyük, mesafeleri de daha uzun yaratmaya elbette ki kâdirdir. Yani bu tür rivâyetler, mübâlağa değil, hakîkatin ifâdesidir. Bizlere sahih senetlerle gelen bilgileri aynen kabul etmek durumundayız. Daha evvel de ifâde ettiğimiz gibi âhireti, dünya şartlarıyla anlamaya çalışmamalıyız. Oranın farklı bir âlem olduğunu dâimâ göz önünde bulundurmalıyız.

CEHENNEM ATEŞİ

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Cehennem ateşi, Cehennem ehlinin bazısının topuklarına, bazısının dizlerine, bazısının kuşak yerlerine, bazısının da köprücük kemiklerine kadar çıkar.” (Müslim, Cennet, 32, 33)

“Kıyâmet günü Cehennem ehlinin azâbı en hafif olanı, iki ayağının altına iki kor parçası konularak bunların tesiriyle beyni kazan ve güğüm gibi kaynayan kimsedir.”[9] “…Bununla birlikte o, hiç kimsenin kendisinden daha şiddetli bir azap görmediğini zanneder. Hâlbuki kendisi, Cehennemliklerin azâbı en hafif olanıdır.” (Müslim, Îmân, 364)

Katâde -radıyallâhu anh- şöyle demiştir:

“Bir kimse Cehennem’e sadece bir kovanın suya daldırılıp çıkarıldığı an kadar bile girse, bu bile çok büyük bir azaptır.” (İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Sıfatü’n-Nâr, s. 108, no: 164)

CEHENNEM’DEKİ EN BÜYÜK AZAP

Cehennem ehlinin giriftâr olacağı en büyük azap ise, Cemâlullâh’ı temâşâ ve Allâh’ın rahmet nazarına mazhar olma nîmetlerinden mahrum bırakılmaları olacaktır.

Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Hayır! Muhakkak ki onlar o gün Rab’lerinden (O’nu görmekten) mahrum bırakılacaklardır.” (el-Mutaffifîn, 15)

Cehennemlikler, aynı şekilde Cenâb-ı Hakk’ın rahmet nazarına da nâil olamazlar. Ebû İmrân el-Cevnî şöyle buyurur:

“Allah Teâlâ bir insana nazar ederse, mutlakâ ona rahmet eder. Cehennem ehline de bakmış olsaydı, onlara da mutlakâ rahmet ederdi. Lâkin Cenâb-ı Hak onlara bakmayacağına hükmetmiştir.” (Ebû Nuaym, Hilye, II, 314)

Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Cehennem’de azap gören bazı günahkârların hâllerini ise şöyle haber vermişlerdir:

“Mîrac gecesi, bir kısım insanlara uğradım ki, karınları evler gibi iri idi. Karınlarının içi yılanlarla doluydu ve bunlar dışarıdan görünüyordu.

Ben:

«–Ey Cibrîl! Bunlar kimlerdir?» diye sordum.

«–Bunlar fâiz yiyenlerdir!» cevâbını verdi.” (İbn-i Mâce, Ticârât, 58)

Yine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Mîrâc’a çıkarıldığımda, bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve sadırlarını tırmalayan bir topluluğa rastladım.

«–Ey Cebrâil! Bunlar kimlerdir?» diye sordum.

«–Bunlar, (gıybet ederek) insanların etlerini yiyen ve onların ırzlarına (şeref ve haysiyetlerine) dil uzatan kimselerdir.» cevâbını verdi.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 35/4878; Ahmed, III, 224)

“ALLAH BÜTÜN GÜNAHLARI BAĞIŞLAR”

Kulu Allâh’ın rahmetinden uzaklaştırıp gazab-ı ilâhîye dûçâr eden günahlara dalmış olanlar, bir an evvel nedâmet gözyaşlarıyla tevbeye sarılmalı, ilâhî rahmetten aslâ ümit kesmeyip samimiyetle af dilemelidirler. Zira Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

“De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allâh’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (ez-Zümer, 53)

Câmilerde cenâze namazlarından önceki vakit namazının ardından müezzin efendiler ekseriyetle bu âyet-i kerîmeyi tilâvet ederek elleri duâya kaldırırlar. Evet, Allâh’ın rahmetinden ümit kesilmez, O bütün günahları affeder. Lâkin bunun bir şartı vardır. O şart da hemen peşinden gelen âyet-i kerîmede şöyle ifâde buyrulmaktadır:

Size azap gelip çatmadan önce Rabbinize dönün, O’na teslîm olun, sonra size yardım edilmez.” (ez-Zümer, 54)

Yani vakit kaybetmeden hemen tevbe ederek Cenâb-ı Hakk’a yönelmek ve ölüme günahlar içinde yakalanmamak îcâb eder.

Cenâb-ı Hak kullarından “tevbe-i nasûh” yani ihlâslı/samimî bir tevbe istemektedir. Kulun vazifesi, günahından nefret ederek ve ona bir daha dönmemeye azmederek pişmanlıkla tevbeye yönelmek; ardından da tevbesinin kabûlü için dâimâ Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etmektir. Kulun tevbesini, Rabbimiz dilerse kabul buyurur. Zira duâların ve ibadetlerin kabûlü gibi, günahların affı da O’nun dilemesine bağlıdır.

Diğer taraftan; “nasıl olsa tevbe ederim ve affolunur” düşüncesiyle günahlara dalmaktan da son derece sakınmak gerekir. Zira bu, nice insanın içine düştüğü şeytânî bir tuzaktır.

Cenâb-ı Hak, kullarını bu azap tuzağına sürüklenmekten îkaz sadedinde, âyet-i kerîmelerde şöyle buyurmaktadır:

“Ey insanlar! Allâh’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın!” (Fâtır, 5)

“Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının! Ne babanın evlâdı, ne evlâdın babası nâmına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin! Bilin ki, Allâh’ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın! O aldatıcı şeytan da, Allâh’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” (Lokmân, 33)

Demek ki Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin sonsuz olduğu gibi, azâbının da son derece şiddetli olduğunu hiçbir zaman unutmamak lâzımdır. Zira Cenâb-ı Hak “Rahmân” olduğu gibi, aynı zamanda “Kahhâr”dır.

Âyet-i kerîmede tavsif edildiği üzere Cenâb-ı Hak:

“Günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, azâbı çetin olandır!..” (el-Mü’min, 3)

Dolayısıyla Cenâb-ı Hakk’ın lûtfu gibi kahrının da, cemâli gibi celâlinin de her an tecellî edebileceğini düşünüp dâimâ takvâ üzere bir kulluk hayatı yaşamaya gayret etmek elzemdir.

Birçok âyet-i kerîmede bildirildiği üzere[10] Allâhʼın rahmetinden ancak kâfirler ümit keserler. Lâkin Ferîdüddîn Attâr gʼin Pendnâme’sindeki ifâdesiyle; “Allâhʼın azâbından korkmadan yaşayanlar da müʼmin değil, mutlak kâfirdirler.”

Dipnotlar:

[1] Krş. el-Ankebût, 55.

[2] Krş. es-Secde, 20; el-Mâide, 37.

[3] el-Hutame, 6-7.

[4] İbnü’l-Mübârek, ez-Zühd ve’r-Rekāik, II, 87; İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Sıfatü’n-Nâr, s. 94/139; İbn-i Kesîr, en-Nihâye, II, 147.

[5] Bkz. es-Sâffât, 62-68; ed-Duhân, 43-48; el-Vâkıa, 52-55.

[6] İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VII, 52/34144.

[7] Bkz. İbrâhîm, 16; el-Kehf, 29; Sâd, 57; el-Hâkka, 35-37; en-Nebe’, 25.

[8] Tirmizî, Cehennem, 3/2578.

[9] Buhârî, Rikāk, 51; Müslim, Îmân, 362-363; Tirmizî, Cehennem, 12.

[10] Bkz. Yûsuf, 87; el-Ankebût, 23; el-Hicr, 56.

Loading

14.671 - 6
DİKKAT: Hakaret, küfür, tehdit içeren mesajlarla ilgili gerekli yasal işlemler yapılır. Tüm gönderilerde IP adresleri ve gönderim tarihi sistem tarafından kaydedilmektedir. Soru veya mesaj göndermeden önce nezaket kurallarına dikkat ediniz.

Aşağıdaki formu doldururken isim kısmında takma ad veya rumuz kullanabilirsiniz. İnternet sitesi kısmını boş bırakınız. Gerekli alanlar * ile işaretlenmiştir. Eposta adresiniz yayımlanmaz.

A. Mesut GÜLŞEN için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


“CENNET VE CEHENNEM” üzerine 7 yorum.

  1. Peki sorum bunu yazana ? Ey akılsız! Kominizm bir siyasi sistemdir koministlerle cehennemin ne alakası var? Bana bunu açıklayabilir misin ?

    1. Hem akılsız diye bize hitap ediyorsun, hem de bize soru sorarak kendinle çelişiyorsun be Haydar, bu ne iş?
      Koministlerle cehennemin alakası onlar şundandır Haydar:
      Koministler Allahı ve ahireti ve ilahi kitapları inkar ettikleri için cehennemin aboneleridir.

A. Mesut GÜLŞEN için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et