Adalar Vaizi Fahreddin Dinçkol Efendi

Nakleden Bekir Abdullah. “Üstadım Adalar
Vaizi Fahreddin Dinçkol Hocamın
hatırasına atıftır” :
Üstadım Fahri Hocamın Kerameti:
İstanbul’da 1979 yılında
Mecidiyeköy Tevfik Ağa Camiinde
tanımıştım zat-ı muhteremini. Bir gece sabaha doğru bir rüya
görmüştüm.
Her sabah namazından sonra Tevfik Ağa Camiinde sohbetini
 dinleyeme gittiğim üstadım Fahri hocam, kısa sohbetten sonra önce rüyamı kendisi görmüş gibi anlattı sonra yorumunu yapmıştı. Oysaki ben rüyamı hiç bir kimseye anlatmamıştım. Bu Allah’ın lütuf ve inayeti ile ona verilen bir kerametti.
Bir başka gün bir haksızlığa uğramıştım. Canım sıkkın bir şekilde Tevfik Ağa camiinin avlusunda öğle namazını bekliyordum. Hocamın hiç adeti olmadığı bir şekilde o gün öğle namazını kılmak için o camiye gelmiş ve bana selam vermişti. Selamdan sonra bendeki kaygılar Allah’ın inayeti ve üstadımın himmeti vesilesiyle bir anda yok oldu büyük bir genişlik ve huzur dolmuştu içime. Ertesi gün saba namazı için aynı camiye gittiğimde Hocam şöyle sohbet etmişti:
Allah’ın velileri bir kimseye selam verirlerse ondaki bela ve sıkıntılar yok olur gider” demişti. Bir gün önce Hocamın bana verdiği selamı ve kaygılarımın yok oluşunu hemen hatırladım ve anladım ki üstadım evliyaullahtan bir zat idi.
Bunlardan başka daha bir çok kerametlerine rastladım. Rabbim ru
hunun kudsiyetini âli eylesin.
Bekir Abdullah
Adalar Vaizi Fahreddin Dinçkol Hoca ile…
“Gençlikteki İbadetin Tadı Başka…”
Altınoluk Röportaj
1993 – Ocak, Sayı: 083, Sayfa: 012

Adalar Vaizi olarak bilinen Fahreddin Dinçkol Hoca

efendiyi Mecidiyeköy’deki evinde ziyaret ettik. Hoca efendi 86 yaşında ve yaşlılığın zorlukları gelip evlerine yerleşmiş. Güçlükle yürüyor. Bir duvarda talebelerinin nöbet listesi var. Her gece birisi gelip refakat ediyormuş. Kısa soru ve cevaplarla kısa bir sohbet oldu. Ancak Hoca efendi bu kısa cevaplar içinde oldukça önemli şeyler söyledi. Sohbetimizi buraya alıyoruz:

ALTINOLUK: Hocam sizi okumaya kim sevk etti?

DİNÇKOL: Benim babam Rüştiye mezunu idi. İlk mektebi on yaşında bitirdim. Teşvikiye taş mektepte okumuştum. Ondan sonra seferberlik ve fakirlik hali kunduracılığa başladık. 23 yaşında Arapçaya başladım.

ALTINOLUK: Kimden okundunuz efendim?

DİNÇKOL: Efendim 17 sene Hacı Cemal efendiye hususi olarak devam ettim. Sonunda Hacı Cemal efendinin bahçesinde Ömer Nasuhi Hocaların bulunduğu bir cemiyette bana icazet verdiler. 1946-1947 yılları. O zamanlar Beşiktaş Sinan Paşa’da imamlık yapıyordum. Sinan Paşa’da beş sene imamlık yaptıktan sonra Adalar’da vaizlik yaptım. 23 sene vaizlik hizmetim oldu. Üç buçuk sene müftü vekilliği yaptım. 15 sene kadar önce buradan emekli oldum.

ALTINOLUK: Cemal efendide hangi dersleri okudunuz?

DİNÇKOL: Sarf, Nahiv, Mantık, Maani, Bedii, Usulü Fıkıh, Usulü Hadis gibi. Arapça kitapları tercüme ettim. “Tercüme edersen okuturum” demişti hocam.

ALTINOLUK: Sizi nerede okutuyordu hocam? O zamanlar okumak yasak değil miydi?

DİNÇKOL: Yasaktı o zamanlar. Kendi evinde okuturdu. Senelerce takibata uğradık. Ama nezarete alınmadım.

ALTINOLUK: Hocam Cemal efendiden biraz bahseder misiniz? Hoca efendide okurken geçiminizi nasıl sağlıyordunuz?

DİNÇKOL: Mesleğim kunduracılıktı. Hem geçimimi sağlıyordum hem de İslamî ilimleri öğreniyordum.

ALTINOLUK: Kaç sene devam etti bu?

DİNÇKOL: On yedi sene devam etti. Daha sonra icazet verdiler. Bütün bu okuduğum ilimler için verdiler.

ALTINOLUK: Cemal efendiden hatırınızda kalan neler var hocam?

DİNÇKOL: Hoca efendi Hukuku bitirmiş ve daha bir kaç ilimden de yüksek tahsili olan birisiydi. Hocamı severdim. Tam bir mücahiddi. Anadolu harbinin olduğu sıralar Anadolu’ya silah sevk ederdi. Cemal efendi İstanbul’un meşhur hocalarındandı. Tanımayan yoktu.

ALTINOLUK: Cemal efendinin tasavvufla, tarikatla ilgisi hiç var mıydı hocam biliyor musunuz?


DİNÇKOL:
On yedi sene okudum ama tarikattan bahsetmedi.

ALTINOLUK: Siz de talebe okuttunuz mu hocam? icazet verdiniz mi?

DİNÇKOL: Okuyan çok oldu. İcazet verdiklerimiz oldu. K. Nazım Efendi de bizim talebemizdir.

ALTINOLUK: Efendim N. Efendi, Kıbrıs şeyhi olarak biliniyor. Hala dostluğunuz devam ediyor mu? Buraya geldikçe sizi ziyarete gelir mi? Yolunu nasıl buluyorsunuz?

NOT: Nazım Kıbrısî son zamanlarında çok yaşlılıktan dolayı bilincini yitirmiş bazı anormallikler görülmüş örnek alınacak  birisi değildir.


DİNÇKOL:
Bazen gelir. Yolu ehli sünnet yolu. Yani şeriate muhalif hareketleri yok. Kisve-i Muhammediye giyiniyor. (1990 Yıllarda)…

ALTINOLUK: Hocam o Kıbrıslı değil mi? Size Kıbrıs’tan mı gelip talebe oldu?

DİNÇKOL: Kıbrıslıdır. Ağabeyi burada mühendisti. O münasebetle geldi.


ALTINOLUK:
Hocam tasavvufla ilginiz var mı? 

DİNÇKOL: Tasavvuf kolay bir şey değil. Zahir ve batın temizliği. Bunun neticesi tasavvuf oluyor. Her hangi bir şeyh efendiye intisabımız olmadı.

ALTINOLUK: Hocam Adalar vaizliğiniz oldukça uzun sürmüş.

 

DİNÇKOL: Yirmi üç sene bulundum Adalar’da. Üç sene müftü vekilliği yaptık. Orada iskeleden camiye, camiden iskeleye gider gelirdim. Orada oturmazdım, buradan giderdim. Cemaatim da vardı. Halk severdi.

ALTINOLUK: Hocam bunca sene orada vaizlik yaptığınıza göre kendi kendinize bu cemaat bundan hoşlanıyor, şu dilden anlıyor şeklinde kanaatiniz olmuştur. Vaaz üslubunuz nasıldı?

DİNÇKOL: Gayet açık konuşurdum. Herkesin anlayacağı dilde söylerdim. Vaizlerimiz ayet-i kerimeye ve hadis-i şeriflere muvafık konuşurlarsa güzel olur. Geri kalan hikaye olur. Vaazlarımda kıssayla alakadar olmadım. Esasları anlattım. Şiir falan da okumazdım. Yaptığım vaazları ayet ve hadisten ilham alarak yapıyordum. Cenab-ı Allah rızasına muvafık etsin. Halkı nefret ettirici hareketler yoktu. Sevdirici hareketler vardı. Siyasete pek dokunmazdım. O yüzden devlet baskısına uğramadım.

ALTINOLUK: İstanbul’da başka nerelerde vaaz ettiniz hocam?

DİNÇKOL: Beyazıt’ta, Abdülhakim Arvasi’nin vaaz ettiği yerde vaaz ettim. Laleli camiinde vaaz ettim. Sarıyer’de, Kavaklar’da vaaz ettik. Sahillerde çok camide vaaz ettik.

ALTINOLUK: Peki hocam yazdığınız veya hazırladığınız eser var mı?

DİNÇKOL: “Zahir ve Batın temizlik” diye küçük

bir eserimiz mevcuttur. Pamuk yayınları içinde çıktı.

ALTINOLUK: Hocam ebced ilmiyle de ilgilendiniz galiba.

DİNÇKOL: Evet ilgilendim. Hz. Adem’e ilk indirilen ilim Ebced ilmidir. Seyyid Ahmed Tevfik’in Mezahirul Vücud isimli eseri üzerinde çalıştım, Sohbeti esnasında yazılanlardan oluşuyor. Ebced çok güzel bir ilimdir. Ebcedde rakamlar tarihleri gösteriyor, kelimeler de Kur’an-ı Azimüşşan’daki esrarı gösteriyor. Şöyle mesela, Elif Lam. Elif, ebcedde bir olarak da, on olarak da gösterilmiştir. Lam da otuzu gösterir. İkisi birlikte kırkı gösterir ki Peygamberimizin nübüvvetidir. Kırk, ebcedde mim mukabilindedir. “Hamd” kelimesinin başına geçiyor Muhammed oluyor. Peygamberimizin hakikatini Cenab-ı Hak’tan gayri hiç kimse idrak edemeyeceği için “Lillahi” deniyor. Yani onu medhü sena ancak Cenab-ı Hakk’a mahsustur. Bu ilim çok güzeldir ama Ebced’in hocasını bulamadım. En çok istifade ettiğim kaynak “Mezahirul Vücud”

Haccın esrarı hakkında da biraz uğraştım. Evden çıkarken veda ediyorsun, ölüm hali. İhrama gireceğin yer gasilhane. Kefene giriyorsun. Kabe-i muazzama nazargah-ı ilahî. Cenabı Hakk’ın nazarı orada. Malumu aliniz Cenab-ı Hakk’ın nazarı dağları toz ediyor. O nazar halisane oraya gidenlerin üzerinde ne büyük tesir yapar. Kabe’nin etrafında dönmek, şeriat, tarikat dairesinin etrafında dönmek. Hacerul Esved imza yeri. Gittiğine imza ediyorsun. Sonra Cebeli Arafat mahşeri hatırlatıyor. Kurban kesmek nefsi öldürmek. Bir gün Kabe-i Muazzama’da otururken bir siyahi geldi. “Sen nerelisin?” dedi. “İstanbulluyum” dedim. “Ben de Sudanlıyım” dedi. “Sen İstanbul’dan ben Sudan’dan ne kadar zaman geçerse geçsin, birbirimizi tanıyamazdık. Ama Kabe-i Muazzama bütün dünyanın müslümanlarını birbirine tanıtmak içindir” dedi. Zemzem havz-ı kevseri temsil ediyor.

ALTINOLUK: Hocam aşağı yukarı Türkiye’nin seksen yılını gördünüz. Türkiye müslümanlarının hali iyiye mi gidiyor kötüye mi? Kanaatiniz nedir?

DİNÇKOL: Rasülullah aleyhisselam efendimiz buyurur “Benden sonra hulefa gelecek, hulefadan sonra ümera, ümeradan sonra mülük. Mülük’tan sonra cebabire. Ondan sonra artık aydınlığa gidiyoruz. İnsanlar artık hakikati anladılar. Dalalet yolunun ne demek olduğunu bu gün mü’minler artık anlamaya başladı. Onun için aydınlığa doğru gidiyoruz.

ALTINOLUK: Efendim Bosna Hersek konusunda ne diyorsunuz? Türkiye bir şeyler yapmalı mıydı?

DİNÇKOL: Türkiye’nin ne olduğu Kıbrıs’tan anlaşılır. Kanımız pahasına aldığımız yerden askerimizi çıkarmaya uğraşıyoruz. Artık ne derece hükmünüz kalmış ortada. Sen kimsin, biz burayı kanımız pahasına aldık, diyemiyoruz. Diyecek ağzımız kalmamış artık. Za’fa uğramışız. Çok acıdır bu, çok acı.


ALTINOLUK:
Şu sıralar size bir şeyler okuyan var mı 

DİNÇKOL: Sabahleyin mealden bir sayfa okuyorlar. Mezahirul Vücud’dan bir sayfa okuyorlar, bir de Tarikatı Muhammediye’den bir sayfa okuyorlar. Kalan zaman istirahatle geçiyor. Artık yaş seksen altıya geldi. Ecele doğru yaklaşıyorum.

ALTINOLUK: Çoluk-çoğunuz var mı Hocam?

DİNÇKOL: Altı çocuğum var. Üç oğlan üç kız.

ALTINOLUK: Efendim yaşlanmak tabii Allahü Teala’nın takdir ettiği bir hadise. Böyle zamanları nasıl değerlendirmeli? Dergimizin yaşlı okuyucuları da yararlansınlar.

DİNÇKOL: Sıhhatli zamanımızdaki ibadet olmuyor artık. Namazların yalnız farzlarını kılabiliyorum, o da teyemmümle. Pek hareket edemiyorum. Bu devre sönük bir devre. Hayat sönüyor artık.

ALTINOLUK: Hocam gençken ibadetlerini yapan insanların yaşlılığı güzel oluyor mu?

DİNÇKOL: Gençlik devresini çok arar insan. En çok yazı yazardım, artık yazamıyorum. Şuradan şuraya gidemiyorum şimdi.


ALTINOLUK:
Peki yaşlılıkta zikir hali nasıl oluyor hocam?

DİNÇKOL: Hayatta ne haldeyseniz o hal yaşlılıkta artık kalbe iniyor. Dil bile zor konuşuyor.

**********************************************************************

HOCA EFENDİ’LERİN DİLİNDEN HACI CEMAL ÖĞÜT

O devrin maneviyat büyükleriyle daima iyi ilişkiler içerisinde olan Hacı Cemal Öğüt Efendi’ye Şeyh Esad Efendi, “Oğlum Cemal Efendi” diye hitap eder, Tahirü’l-Mevlevî, “Sen bizdensin, Mevlevîsin” dermiş. Said Nursî Hazretleri, hasta yatağından doğrulur, onu tebessümle karşılarmış. Kenan Rifaî ise, “Siz tarikat mensubusunuz” diyerek eline eğilince, Cemal Hoca’da: “Siz de şeriat ilmini haizsiniz” diye mukabele eder, birbirlerinin elini öpmek için âdeta yarış ederlermiş.

Emin Saraç Hoca efendi anlatıyor:

“Hacı Cemal Öğüt Efendi çok hoş, tatlı, mübarek bir insandı. Allah rahmet eylesin. Nükte ile hikmeti cem eden bir insandı. Bir vaaz eder, ağlatır, gözleri yaşartır, biraz sonra bir nükte yapar, çatlatır gülmekten, yerlere yatırır..

Cuma namazından sonra vaaza çıkar ve büyük bir cemaat onun vaazını takip ederdi. Ondan sonra hiç onun gibi Cumadan sonra vaaz edip de cemaati toplayan olmadı. Şimdiki vaizler(Hocamız gülüyor) “nasıl olsa cemaat camiye gelecek” diye Cumayı fırsat biliyor. Cuma namazından sonra vaaz et de cemaatten kim kalır, gör..

Cemal Efendi, nükte ile hikmeti cem etme şerefine erişmiş, çok salih bir kimse, âlim bir insan idi. Sâhi(cömert) de bir insandı. Senede bir defa muhakkak İstanbul’daki hoca efendileri evine davet eder. O zaman şimdiki gibi zenginlik yok, sofralar şimdiki gibi zengin değil. Fakat o zat her bir misafirine bir tavuğu içi doldurulmuş bir şekilde kor, isteyen istediği gibi yerdi..”

Enver Baytan Hoca efendi anlatıyor:

“Beşiktaşlı da denir. Ara sıra hikâye anlatır, makamında, kıvamında anlatır. Rastgele değil kıvamında anlatır. Faydalı olacaksa anlatır. Sonra kahkahayı değil gülümsemeyi tercih eder. Böyle kendini kötüleyerek, bir insanda ne gibi kötülükler olduğunu anlatmaya çalışır. O derece ki, burada Kadırga Camii imam hatibi İsmail Çiçek vardı. Biz bir rahle açmıştık, o rahleye gelenlerdendi. Bir gün memleketi Çankırı’dan babası gelmiş. Pazar günü idi, “pazar günü vaaz var mıdır bir yerde gidelim, dinleyelim” demişler.

Cemal Hoca Efendi Beyazıt’ta Pazar günleri vaaz ediyor. Oraya gitmişler. Namaz kılınmış, vaaz başlamış. Cemal Efendi ara sıra “Allah Hacı Cemal’e akıl fikir versin, bir daha böyle yapmasın” dermiş. İki de bir “Allah Hacı Cemal’i ıslah eylesin” deyince misafirin canı sıkılmış. Neyse vaaz bittikten sonra sormuşlar; “nasıl buldunuz Hoca efendiyi” diye
– “Canım, güzel vaaz ediyor. Güzel de, Hacı Cemal onu darıltmış olabilir. Ama ikide bir “ıslah eylesin, akıl fikir versin” diyor. Yahu ne istiyor Hacı Cemal’den” demiş. Meğer Hacı Cemal başka, hoca başka zannediyor.

Öyle tarafları vardı hocanın. Ve her zaman yetişen hocalardan sayılmaz bu itibarla. Bir şeyi direkt anlatmak var, bir de bu gibi hal içinde anlatmak var. Yani onun o sanatı vardı. Ayrı bir sanat o. Herkes aynı sanatı aynı derecede yürütemez. O işin ehliydi.”

Enver Galip Ceylan Hoca Efendi anlatıyor:

“Hocaefendiyi sevmeyen kimse yoktu. Ben o zatın hiçbir kimsenin arkasından konuştuğunu görmedim.

Ben kendisini ilk gördüğümde –Allah beni affetsin- “Bu adam niye hoca olmuş da artist olmamış” dedim. Milleti camide gülmekten kırıp geçiriyordu. Bir tanesini anlatayım; İçkiden bahsediyor..Kur’an-ı Kerim’den konu ile ilgili ayetleri ciddi ciddi okudu. Cemaatten biri “böyle şeyleri devamlı dinliyoruz” kabilinden ayakkabılarını eline aldı, gidiyordu.

O sırada Hacı Cemal Efendi “Muhterem cemaat, arkadaşlar, size bir sır vereceğim” dedi. Cemaat birden dikkat kesildi, o ayakkabılarını eline alan adam da ayakkabılarını bıraktı, merakla dinlemeye koyuldu. Hoca Efendi; “Söz aramızda, Hacı Cemal de ara sıra kafayı çeker” deyiverdi. İçkinin fenalığından bahsedeceği yerde birdenbire böyle bir şey deyince, cemaat de şaşırdı. Hacı Cemal Efendi “Yahu ne diye öyle sert sert bakıyorsunuz? Ben bu zamana kadar size kötü bir şey anlattım mı? Dinleyin, sabredin” dedi.

Cemaatin şaşkınlığı devam ediyordu. Hoca Efendi; “Kafayı çeker ama neyle çeker? Hacı Cemal aklını peynir ekmekle mi yemiş ki, öyle kendisini delirtecek şeyi içsin. O limonata içer, ayran içer, Allah’ın helal kıldığı içecekleri içer. Müslüman işte böyle akıllı olur. Allah’ın yasak ettiği haramı içer de delirir mi?” dedi.

Böyle halk diliyle konuşmaları vardı..

Meselâ bir Ramazan günü vaaz ediyor. Diyor ki; ” Bizim hanım kedilere meraklı. Geçenlerde çarşıya çıkarken bana dedi ki “Şu kedilere biraz ciğer al.” Ben de birden parladım. “Almam” dedim. “Efendi, niye almıyorsun? Bu hayvancıkların ne günahı var” dedi. “Namaz kılmazlar, oruç tutmazlar. Ramazan günü onları mı doyuracağım” dedim. Hanım bana dedi ki “Efendi, oruç senin başına mı vurdu?” “Niye başıma vursun?” diyecek oldum. “Yahu onlar hayvan. Hayvan oruç tutar mı, namaz kılar mı hocaefendi” demesin mi? “Aaa” dedim kendi kendime “hanım doğru söylüyor. Hayvanlar namaz kılmaz, hayvanlar oruç tutmaz, hayvanlar nikâh diye bir şey tanımaz.” Tabii o böyle anlattıkça cemaat bir yandan gülüyor, bir yandan hissesini alıyor..

Meselâ Şişli’de vaaz ediyor, Diyor ki “Bizim gençliğimizde, gelinler kayınvalidelerine “hanımanne” onlar da onlara “hanım kızım” derlerdi. Geçen gün, hava almak için Beşiktaş’ta evin balkonuna çıktım. Bir de baktım, gelin kaynana kavga ediyorlar. Kaynanası geline “sokak süpürgesi” diyor, o da ona “cadı” diyor. Ben böyle bir şey görmedim. İslam ailesinde böyle bir şey olur mu?”

Tabii bu bizim Beşiktaş’taki durum. Şişli kibar yer, burada öyle bir şey olmaz” diyor. Kadınlar da bir tarafta dinliyor ya, hocaefendi erkekler tarafına dönüyor; “Olur mu olmaz mı eve git de, gümbürtüyü seyreyle” diyor.

Böyle bir adam yani..Hangi mecliste bulunursa hep o konuşur. Mesela Ömer Nasuhi Efendi filan olsalar, hemen ona “Sen konuş, sen tatlı konuşuyorsun” derler, onu konuştururlardı.

Geçmişteki bir hadiseyi öyle güzel anlatırdı ki.. Aynı zaman da güldürdüğü gibi ağlattırırdı. Mesela bir bayram vaazında Peygamber Efendimizin bir yetim çocuğa karşı yaptığı bir hareketi öyle bir tasvir etti ki, bütün cemaat hıçkıra hıçkıra ağladı. Böyle mübarek bir adamdı. Kabiliyet işte..

Fakat bu laubali gibi görünen adam, o kadar meclisinde bulundum, bir tek kimse aleyhinde en ufak bir kelime dahi etmedi. Kendisi bir adamı medh eder, mat etmezdi. Böyle faziletli bir insandı.

Yalnız, laf atar. Meselâ bir mecliste, hocaların içinde paraya düşkün birileri varsa, bir fıkra bulur, mesela bir mollanın Ramazan’da gittiği bir köyde yaptığı kabalığı güldürerek anlatır, bir yandan da o hocaları üslubunca ikaz eder, hatalarını hatırlatırdı..

Yaman bir adamdı, bildiğin gibi değil. Herkes tarafından çok sevilirdi..”

Altınoluk Dergisi’nin Sâdık Dânâ Efendi ile yaptığı röportajdan bir bölüm aktarıyoruz. Bu röportajda Sâdık Dânâ Efendi, Mahmud Sâmi Efendi’nin ilim ehli şahsiyetlere yaptığı ziyaretlerden de bahsediyor:

“-İstanbul’da böyle ehli ilim ehli takva şahsiyetleri ziyaret ederlermiş üstadımız değil mi efendim?

-Evet ederlerdi. Sonra bazı gelemeyenler olursa onu da hoş görürlerdi. Yani ben gittim de o gelmedi filan böyle bir düşünce mevzubahis olmazdı. Allah için gittiği için aramazdı, tekrar tekrar giderdi. Bilhassa bayramlarda gidilirdi.

-O zevatdan hatırladıklarınız var mı, kimlere gidilirdi efendim?

Hacı Cemal Öğüt Efendi’ye gidilirdi. Hakikatten Üstadımız onu çok severdi. Kendine göre bir hali vardı. “Biraz hafif vaaz ediyor” derlerdi fakat hususi hayatında çok mazbut bir insandı. Çok vakarlı… “Ben hanımlara böyle bir şeyler söyleyebiliyorum” derdi. Evi Beşiktaş’ın oralarda bir yerlerdeydi.

-Biz Altınoluk için kerimeleri Hikmet Hanımefendi ile görüştük efendim.

-Evet. Evinde zeminden tavana kadar kitap doluydu. Hatta bir sıra kâfi gelmemiş birkaç sıra yapmış. Elhamdülillah onları Yüksek İslam Enstitüsüne vakfetti. Hâlbuki hiç bir hocaefendi kitaplarını vaktiyle vakfetmediler. Vefatlarından sonra da eridi gitti kütüphaneleri.”

HÜR VATAN GAZETESİNE VERDİĞİ MÜLÂKAT

Hür Vatan Gazetesi’nden Ahmed Emin Yalman’ın Cemal Hocaefendi ile yaptığı mülâkattan bazı soru-cevaplar ise şöyledir:

“İçtihad kapısı kapalı mıdır?”

“İçtihad kapısı kapanmaz. Kapanırsa, İslâm âlemine cehalet hâkim olur, ahlâksızlıklar baş gösterir. Bütün cemiyet kötü bir gidişe yönelmiş olur. Ve dolayısıyla da İslâm hedeften ayrılmış olur.”

“Öyleyse neden içtihad kapısının kapalı olduğu söylenir?”

“Her mevzuun mütehassısları vardır. Bu mevzuda da, mutlak mütehassıslar var idi. Fakat bunlar zamanla eksildi. Ve bazı yerlerde hiç kalmadı. Binaenaleyh, “İçtihad kapısı kapandı” demek, “Ehli kalmadı” mânâsına gelir. İçtihadın birçok şartları vardır. Meselâ ben bir hocayım diye, apandist ameliyatına çağırılırsam, yapacağım iş, bunu mütehassısına göndermek olmalıdır. Herşey böyledir. Ehil olmayan kimseler, içtihad yapmaya kalkarlarsa, yanlış hükümler verirler.

İki türlü içtihad yapılır. Birincisi İmam-ı A’zam’ın içtihadıdır (dinden müçtehid). İmam-ı A’zam, doğrudan doğruya Kur’ân’dan ve Hadis’ten içtihad yapmıştır. İkincisi ise, “Mezhebten müçtehid”dir. İmam-ı A’zam’ın mezhebinden içtihad yapılmıştır. Bunlar da gösteriyor ki, içtihad kapısı kapanmaz. Ehli bulunduğu sürece içtihad kapısı açıktır.”

“Günümüzde içtihad yapacak din adamları var mıdır?”

“Günümüzde mezhebten içtihad yapabilecek ulemâ bulunabilir.”

BATI MEDENİYETİ İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ

“Şark âlemi, Batı medeniyetini hazmetmek mecburiyetindedir. Bizim dinimize, mukaddesatımıza, ahlâkımıza mâni olmayan herşey, bizim için mübahtır. Türk milletinin medeniyetlere erişmesi için, müsbet ilim yolunda gece gündüz çalışması gerekir.

Ancak, kanunlar Batı’dan ithal yoluyla alınmamalı; onları biz kendi örf, âdet ve kültürümüze uyacak biçimde hazırlamalıyız. Bizim ithal ettiğimiz kanunlar hazır elbise gibi oluyor; üzerimize tam olarak uymuyor. Nasıl ki çarşıdan elma alırken bile önümüze geleni hemen kapmayız, çürüğünü çarığını seçerek, güzelini alırız. Dışarıdan aldığımız şeylerin de iyisini, güzelini, kendimize uyanını alalım; çürüğünü, bozuğunu değil…”

YETİŞTİRDİĞİ TALEBELER

Dinî eğitim ve öğretim veren müesseselerin kapalı olduğu dönemde bile Cemal Hoca boş durmamış ve kendi çabaları ile talebeler yetiştirmiştir. Evini talebelere açan Cemal Hoca, basılma tehlikesine karşın ders yaptıkları odanın kapısına kalın direkler koyarak ders yapmıştır. Yetiştirip icâzet (diploma) verdiği talebeler arasında; Adalar Müftüsü Fahri Dinçkol, Tayfur Efendi gibi değerli insanlar vardır.

“Bir gün bir vaazından sonra Cemal Hocanın yanına mahcup bir delikanlı yaklaşır. İstanbul’a dinî ilimler tahsil etmek için geldiğini söyler. Hoca Efendi hemen nerede ve nasıl kaldığını sorar. Mahcup delikanlı, bir camide müezzinlik yapan bir yakınının yanında barındığını söyler. Cemal Hoca, o zamanki şartlar icabı kendini geçindirmekten aciz bulunan müezzinin ne imkânlar temin edebildiğini merak eder: “Evlâdım, yorganın döşeğin var mı?”

“Efendim, döşeğim yok ama, yorganım kâfi geliyor.”

“Yavrum, düşeksiz yorganla yatılır mı?”

“Hocam, yorgan bana kâfi geliyor. Çünkü, bir ucunu altıma alıyorum, diğer tarafını da üstüme çekip camideki bir tabutun içine giriyorum. Kapağını da üzerime çektim mi, sıcacık oluveriyor…”

Bu sözler üzerine gözyaşlarını tutamayan Cemal Hoca, bu genci himayesine alır ve iyi bir tahsil yapmasına önayak olur. Böylece, daha sonraları birçok yerde müftülükler yapacak olan değerli bir insan, kazanılmış olur.”

SAĞLAM KARAKTERLİYDİ

Cemal Hoca, meslektaşlarına da azami bir yakınlık içindeydi. Biri gelip “Filân hoca böyle dedi, falan da söyle dedi, hangisi doğrudur?” diye bir mesele sorduğu zaman, kesinlikle yanlışı, o kimsenin gıyabında da olsa açıklamazdı. Sadece, “Ben bilmem, getir bakalım şu raftaki kitabı, bakalım nasıl açıklıyor?” der ve işi kaynağından hallederdi.”

“Hoca Efendi’nin gerçek bir İstanbul efendisi olduğunu gösteren bir davranışını, kızları Hikmet öğüt Hanımefendi o günleri âdeta yeniden yaşayarak şöyle anlatıyor:

“Beşiktaş’taki evimizin bahçesinde eski bir bina vardı. Onları biraz düzene sokup, bölümlere ayırdık ve kiraya verdik. Orada oturan kiracılarımız sık sık evimize gelir misafirimiz olurlardı. Yine bir gün bizde otururlarken, başka bir tanıdığımız da geldi ve onların kim olduğunu sordu. Ben de, “Bunlar bizim kiracılarımızdır” dedim. Babam, bunu duyunca, beni çağırarak dedi ki:

“Yavrum, hiç öyle denir mi? Misafirlerimiz demeliydin. Kiracılarımız sözünde bir gurur ve enaniyet havası var.

Sen bu sözünle onları mahcup etmiş olabilirsin. Hâlbuki Allah bu nimeti bize, başkalarına üstünlük taslamak için vermedi. Olsa olsa nimete şükretmek gerekir.”

Ben de bir daha onlara daha yakın davrandım ve kat’iyyen kiracılarımız lafını etmedim.”

RADYODA MEVLİT YAYINI

Cemal Hoca’nın hizmetlerle dolu hayatı oldukça aktif geçmiştir. İstanbul İmam Hatip Okulunda siyer ve ahlâk dersleri veren Cemal Hoca, bir yandan da radyo ve çeşitli yerlerde konuşmalar yapmıştır. Bunlardan birinde, Kore’de şehit düşen Mehmetçikler için bir radyoda ilk kez mevlit programı düzenlenir. 10 Aralık 1950 yılında Süleymaniye Camiinden yapılan canlı mevlit yayınında Cemal Hoca’da dinî bir konuşma yapar.

UNESCO TEMSİLCİSİNİN HAYRANLIĞI

Cemal Hoca, sağlık ve temizlik konularında da çok hassas bir insandı. Vaazları ile insanları aydınlattığı gibi, bu konuda bir eserde yazmıştır.

UNESCO’nun katkısıyla Verem Savaş Derneği’nin düzenlediği bir toplantıda, “İçtimaî ve Ahlâkî Temizlik: Yerlere ve Yollara Tükürenlerin Suçları” isimli eserini katılımcılara dağıtır.

UNESCO temsilcisi olan Doktor, bu kitabı göstererek, “bunu bana kim verdi?” diye sorar. Hoca Efendi de “ben verdim” der. Fransız Doktor, “kitabın yazarını tanımak istediğini” söyleyince de, Hoca, kendisini, “Ben, yobaz” diye takdim eder. Toplantıda bulunan Tevfik Sağlam Paşa, hemen söze girerek:

“Hocam, yobaz olsan seni bu toplantıya çağırır mıydık” deyince, Hoca taşı gediğine koyar:

“Paşam maalesef, yıllarca sizin durumunuzdakiler bizlere ‘yobaz’, bizim durumuzdakiler de buna tepki olarak sizlere ‘gâvur’ dediler. İşte şimdilerde ancak birbirimize yaklaşmaya, birbirimizi anlamaya çalışıyoruz. Sizlerin ve bizim bir ve beraber oluşumuzla ancak millî birlik ve beraberliğimiz sağlanabilir. Ve ancak bu suretledir ki, vatanımızın kalkınması yolunda ciddi adımlar atılabilir. Elbirliğiyle aramızdaki sun’î uçurumları kapatmak bugünümüzün ve yarınımızın en hayati faaliyetidir kanaatindeyim.”

Hoca’nın sözlerini hararetle tebrik eden UNESCO temsilcisi Doktor Etienne Berthet ise şu dikkate değer açıklamayı yapar:

“Hoca Efendi, ben sağlık ve temizlik konusunda Unesco bünyesinde bazı çalışmalar yapmak istedim. Bu maksatla da, Fransa’daki en yetkili Kardinallere ve Hahambaşı’na müracaat ederek, dinimizin bu konulara dair görüşlerini sordum. Fakat hiçbirinden sağlık ve temizlik konusunda ciddi bir bilgi alamadım. Sonradan anladım ki, Hıristiyanlığın bu konuda getirdiği kayda değer bir fikir yoktur. Fakat şimdi sizin kitabınızdan öğreniyorum ki, İslâmiyet, temizlik ve sağlık konusunda incelemeye değer bir hazine gibidir. Bunu anlamama vesile olduğunuz için size çok teşekkür ederim.”

…VE BİR DERS

“Rahmetli Hacı Cemal (Öğüt) Hocaya sormuşlar vaktiyle; “Şeytan taşlamaya ne zaman gidiyoruz Hocam? diye de. “Ülen, demiş, sahtekarlar, kendinizi taşlayıverin, yeter!..”

ESERLERİ

1- Ümmü Hani

2- Eyyûb Sultan

3- İslam ve Tevhid Dininin En Büyük Kitabı Olan Kur’ân-ı Azimüşşana Göre Maddî ve Manevî Feza Âlemleri:
Üstad Necip Fazıl bu eser için: “Derin ve gerçek ilim adamlarından merhum Alasonyalı Hacı Cemal Öğüt’ün son günlerine kadar hazırlamakta olduğu bir eser, 20. asrın en büyük keşif ve hamlelerinden biri olan feza davasını ele almakta ve bu bahiste, Kur’ân’ın 14 asır evvel açtığı yolu ve sırları göstermekteydi.” demektedir.
Merhum Necip Fazıl Bey’in bahsettiği bu eser tamamlanmış, hatta dizgiye de verilmiş halde, o zamanki İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’ne verilmiştir. Fakat, ne acıdır ki, hâlâ ne orijinal nüshası, ne de matbaadaki hâli bulunamamıştır. Ancak, Maddi ve Manevî Feza Âlemleri, eserinin bir özeti ve fihristi mahiyetindeki Kılavuz 1964 yılında basılmıştır.

4- Kadın İlmihali

5- Gül’ün Gül’ü Fâtımâtü’z-Zehra

6- İçtimâî ve Ahlâkî Temizlik: Yerlere ve Yollara Tükürenlerin Suçları

7- Ana ve Baba Hakları

8- İslâm Tarihinin Maruf Simalarından Hz. Muhammed’in Dadısı Ümmü Eymen

9- Tekbîr-i Teşrîk

10- Çocuklarda Ana ve Baba Saygısı

11- Bereket ve Rahmet-i İlahiye Bürhanlarına Dair Kırk Hadisi Şerif

12- Lokman Hekim’in Binbir Çeşit Öğütleri

13- Cedvel. İbretli Vak’alar

14- Kurra-i Muhammedî Peygamber Efendimizin Hususi Hafızları

 

Cemal Hoca Efendi’nin sağlığında 15 kadar eserinin yayınlandığından bahsedilir, fakat biz yalnızca yukarıdaki kitaplarına ulaşabildik. Bu eserlerin çoğu nâdir kitaplar arasındadır. Ayrıca henüz neşredilmemiş başka eserleri de vardır.

KAYNAKLAR

1- Hacı M. Cemal Öğüt, Gül’ün Gül’ü Fâtımâtü’z-Zehra, Mavi Yayıncılık, İstanbul, 2006.

2- M. Cemal Öğüt, Kadın İlmihali, Huzur Yayınevi, İstanbul, 2009.

3- Vehbi Vakkasoğlu, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İslâm Âlimleri, Nesil Yayınları, İstanbul, 2005.

4- Yeni Nesilleri İnşâ Eden Âlimlerimiz, Hazırlayan Y. Selman Tan, Erkam Yayınları, İstanbul, 2009, I.

5- Altınoluk Röportaj, “Hacı Cemal Öğüt’ün Kerimeleri Hikmet Hanımefendi ile… “Babam Menemen Günleri Hep Ağlardı…”, Altınoluk Dergisi, (1996), Sayı. 123, http://www.altinoluk.com/dergi/index2.php#sayfa=yillar&MakaleNo=d123s016m1

6- Salih Okur, Emin Saraç Hocaefendi İle Son Devir Âlimlerimiz Üzerine..(2), http://www.cevaplar.org/index.php?khide=visible&sec=16&sec1=59&yazi_id=5433&menu=1

7- Salih Okur, Enver Galip Ceylan Hocaefendi İle Son Devir Ulemamız Çerçevesinde-1, http://www.cevaplar.org/index.php?khide=visible&sec=120&sec1=122&yazi_id=7343

8- Sedat Düztepe, Enver Baytan Hocaefendi İle Osmanlı Bakiyesi Âlimlerimiz Etrafında-2, http://www.cevaplar.org/index.php?khide=visible&sec=120&sec1=122&yazi_id=7404&menu=1

9- Altınoluk Röportaj, “Muhterem Sâdık Dânâ Efendi Hazretleri ile sohbet… (2) “Tasavvuf Bir Derya…””, Altınoluk Dergisi, 1997 – Subat, Sayı: 132, http://www.altinoluk.com/dergi/index2.php#sayfa=yillar&MakaleNo=d132s028m1

10- Abdullah Sert, Altınoluk Dergisi, “İhtişam ve Çaresizlik Yanana…”, 1992 – Aralık, Sayı: 82, http://www.altinoluk.com/dergi/index2.php#sayfa=yillar&MakaleNo=d082s020m1

Loading

1.860 - 1
DİKKAT: Hakaret, küfür, tehdit içeren mesajlarla ilgili gerekli yasal işlemler yapılır. Tüm gönderilerde IP adresleri ve gönderim tarihi sistem tarafından kaydedilmektedir. Soru veya mesaj göndermeden önce nezaket kurallarına dikkat ediniz.

Aşağıdaki formu doldururken isim kısmında takma ad veya rumuz kullanabilirsiniz. İnternet sitesi kısmını boş bırakınız. Gerekli alanlar * ile işaretlenmiştir. Eposta adresiniz yayımlanmaz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


Bir yanıt yazın