Bu mevzuya dinde içtihatta müçtehid olan büyük alim ve evliya İmamı Rabbani Hazretleri mektubat isimli esrinde şöyle izahat verir:
“Bu imkân âleminde bulunan her şeyin kendisi, vücûb âleminde bulunanların ise, sûretleri, benzerleri insanda bulunur. (Allahu Teâlâ, Âdemi kendisi gibi yarattı.) hadîs-i şerîftir. ( Hadis-i Buhari ve Müslim)
Demek ki, vücûb mertebesinde ya’nî, Allahu Teâlâ’da ve sıfatlarında bulunanların, insanda birer sûreti, birer benzeri vardır. İnsanın kalbi de, böyle bir topluluktur. İnsanda bulunan her şey kalpte de vardır. Bunun için, insanın kalbine (Hakîkat-i câmi’a) denir.”
( Mektubat 1. cilt 95. Mektup)
NOT: Zinhar bir kimse insanlara, Zati sıfatları ve Tekvin (Yaratma) sıfatını atfetmeye…
İnsan her şeyi kendinde toplamıştır. İnsanın kalbi de böyle yaratılmıştır. Tasavvuf büyüklerinden bir kaçının sekr hâlinde iken, kalbin genişliğini bildiren sözlerine islâmiyyete uygun ma’nâ vermek lâzım olduğu bildirilmektedir: Her insan, bir topluluktur. Varlıkta bulunan her şey insanda da vardır. Bu imkân âleminde bulunan her şeyin kendisi, vücûb âleminde bulunanların ise, sûretleri, benzerleri insanda bulunur. (Allahu Teâlâ, Âdemi kendisi gibi yarattı) hadîs-i şerîftir. Demek ki, vücûb mertebesinde ya’nî, Allahu Teâlâ’da ve sıfatlarında bulunanların, insanda birer sûreti, birer benzeri vardır. İnsanın kalbi de, böyle bir topluluktur. İnsanda bulunan her şey kalpte de vardır. Bunun için, insanın kalbine (Hakîkat-i câmi’a) denir. Tasavvuf büyüklerinden birçoğu, her şeyin kalpte bulunduğunu görünce, kalbin genişliğini bildirmek için, (Arş ve içinde bulunan her şey, ârifin kalbinin bir köşesine konsa, hiç duyulmaz) demişlerdir. Çünki, bütün maddeler ve gökler ve Arş ve Kürsî kalpte bulunmaktadır. Mekânlı ve mekânsız, maddeli ve maddesiz her şey kalpte bulunmaktadır. Kalpte, mekânsız, maddesiz, her şey bulunduğuna göre, Arşın ve Arş içinde bulunanların kalpteki yeri ne kadarcık olabilir? Çünki, Arş çok büyük ise de, maddeden yapılmıştır ve mahlûktur. Mekânı olan ya’nî maddeden yapılmış olan bir şey ne kadar geniş olursa olsun, mekânsız olanın yanında çok küçük kalır.
Tasavvuf büyüklerinden sahv sâhibi olanlar, ya’nî sekirden kurtulmuş olanlar “kaddesallahu teâlâ esrârehüm” böyle sözlerin, sekir sözü olduğunu bildirmişlerdir. Sekir hâlinde olanlar, bir şeyin kendisi ile görünüşünü birbirinden ayıramaz. Görünüşünü kendisi sanır. Arş, tâm zuhûra kavuşmaktadır. Kalbe yerleşmez. Kalpte yerleşen, arşın kendisi değildir. Örneğidir, görüntüsüdür. Bu örneğin, kalpten çok küçük olacağı meydanda bir şeydir. Çünki kalpte böyle sayısız örnekler vardır. Gök, başka şeyler gibi aynada görününce, ayna gökten dahâ geniştir denilemez. Evet, aynadaki göğün görüntüsü aynadan küçüktür. Fakat bundan, göğün kendisinin de aynadan küçük olması lâzım gelmez. Bunu başka bir misâl ile de açıklayalım: İnsanda toprak maddeleri vardır. Bunun için insan yer yüzünden dahâ büyüktür denilemez. Hattâ yer küresi yanında, insanın büyüklüğü, hiç denecek kadar küçüktür. Bir şeyin nümûnesini, örneğini, o şeyin kendisi sanmak, bu yanlışlığa yol açmaktadır.
Tasavvuf büyüklerinden birkaçının “rahmetullahi aleyhim ecma’în” sekir hâlinde iken söyledikleri başka sözler de böyledir. (Cem’i Muhammedî, cem’i ilâhîden dahâ geniştir) sözleri gibi. Muhammed aleyhisselâmda, imkânın ya’nî mahlûkların kendileri ile vücûbün ya’nî Allahu Teâlâ’nın ve sıfatlarının sûretlerini, örneklerini bir arada görüyorlar. Böylece, Muhammed aleyhisselâmda, Allahu Teâlâ’da bulunandan dahâ çok şey bulunuyor sanıyorlar. Burada da, bir şeyin örneğini kendisi sanarak, yanılıyorlar. Muhammed aleyhisselâmda bulunan şey, vücûb mertebesinin kendisi değildir, örneğidir. Allahu Teâlâ, hakîkî vâcib ül-vücûddur. Vücûb mertebesinin kendisi ile örneğini birbiri ile karıştırmasalardı böyle şey söylemezlerdi. İşin doğrusu, onların sekir, şü’ûrsuzluk hâlinde iken söyledikleri gibi değildir. Muhammed “sallallahu aleyhi ve sellem” sınırlı, küçük bir kuldur. Allahu Teâlâ ise, sınırsızdır, sonsuzdur.
Sekir hâlinde olan şeyler, Velâyet makâmlarında bulunmaktadır. Sahv hâlinde olan şeyler ise, Nübüvvet, Peygamberlik makâmındadır. Peygamberlerin “aleyhimüssalevatü vetteslîmât” yolunda gidenlerin büyükleri, onlara tâm uydukları için, o makâmın, onların makâmının sahvından pay alırlar. Bistâmiyye denilen büyükler, sekrin sahvdan dahâ üstün olduğunu söylemişlerdir. Bunun için, şeyh Bâyezîd-i Bistâmî “kuddise sirruh”, (Benim bayrağım, Muhammed aleyhisselâmın bayrağından dahâ yüksektir) dedi. Kendi bayrağı velâyet bayrağıdır. Muhammed aleyhisselâmın bayrağı nübüvvet bayrağıdır. Velâyet bayrağında sekir olduğu için ve peygamberlik bayrağında sahv olduğu için, onu bundan üstün tutmuştur.
Birçokları da, (Velâyet, nübüvvetten dahâ üstündür) dedi. Velîlerin “rahime-hümullah” Allahu Teâlâ’dan yana olduğunu, Peygamberlerin “aleyhimüssalavât” ise, insanlardan yana olduğunu gördüler. Hakka karşı olanın, insanlara karşı olanlardan dahâ üstün olacağı meydândadır. Birkaçı da, bu sözü çevirerek, (Bir Peygamberin velâyeti, kendi nübüvvetinden dahâ üstündür) dedi. Bu fakîre göre, bu sözlerin hepsi, doğru olmaktan çok uzaktır. Çünki Peygamberler yalnız insanlardan yana değildir. Hem insanlardan, hem de, Hak’tan yanadırlar. Bâtınları ya’nî kalpleri, rûhları Hak iledir. Zâhirleri, halk iledir. Hep ve yalnız halk ile olanlar, Allahu Teâlâ’dan yüz çevirmiş olan gâfillerdir. Peygamberler “aleyhimüssalevatü vetteslîmât”, bütün varlıkların en üstünleridir. Ni’metlerin en üstünü bunlara verilmiştir. Velâyet, nübüvvetin bir parçasıdır. Nübüvvet, bütündür. Bunun için nübüvvet, her velâyetten dahâ üstündür. İster Peygamberin velâyeti olsun, ister Velînin velâyeti olsun! Bundan dolayı da, sahv sekirden dahâ üstün, dahâ kıymetlidir. Velâyet nübüvvetin içinde bulunduğu gibi, sekir de sahvın içindedir. Onun bir parçasıdır. Câhil kimselerde bulunan sekirsiz sahiv, sözümüzün dışındadır. Öyle sahvın üstün olduğunu söylemek, saçmalamak olur. İçinde sekir bulunan sahvın sekirden dahâ üstün olduğu meydândadır.
İslâmiyyet bilgilerinin hepsi, nübüvvet mertebesinden çıkmış oldukları için, baştan başa sahvdırlar. Bunlara uymayan bilgiler, nasıl olursa olsunlar, sekirden hâsıl olmuşlardır. Sekir sâhipleri ma’zûrdurlar. Ya’nî sorguya çekilmez, azâp edilmezler. Fakat, yalnız sahv bilgileri taklîd olunur. Sahv bilgilerine uyanlar kurtulur. Sekir bilgilerine uyulmaz. Bunlara uyanlar, ma’zûr olmaz. Sorguya çekilirler, cezâlandırılırlar. Allahu Teâlâ, islâmiyyet bilgilerine uymakla hepimizi şereflendirsin “alâ masdarihessalâtü vesselâmü vettehıyye”! Bu duâmıza âmîn diyenlere Allahu Teâlâ merhamet etsin!
Hadîs-i kudsîde, (Yer yüzüne ve göğe sığmam. Fakat, mü’min kulumun kalbine sığarım) buyuruldu. Burada da; vücûb mertebesinin kendisi değil, sûreti, örneği sığmaktadır. Kendisinin sığması düşünülemez. Görülüyor ki, kalbin maddesiz, mekânsız şeylerden dahâ geniş olması, onların kendilerinden değil, sûretlerinden dahâ geniş olmasıdır. Mekânsızlar karşısında, Arş ve Arş’ta bulunan her şey, zerre kadar bile sayılamaz. Mekânsızların kendileri böyledir, sûretleri böyle değildir.
MEKTUBAT-I İMAMI RABBANİ 1.CİLD 95. Mktb.
Aşağıdaki formu doldururken takma ad veya rumuz kullanabilirsiniz. İnternet sitesi kısmını boş bırakınız. Gerekli alanlar * ile işaretlenmiştir. Eposta adresiniz yayımlanmaz.