Eski zamanlarda tüccarın birisinin bir papağanı varmış. Onu bir kafeste beslermiş. Tacir bir gün Hindistan’a gitmeye niyetlenince ev halkına veda etmiş ve onlara;
– Hindistan’dan sizlere ne getireyim, diye sormuş.
Sıra papağandan ayrılmaya gelince, tacir kuşuna da aynı soruyu sormuş. Papağan efendisine;
– “Benim vatanıma gidiyorsun. Orada nice papağanlar vardır. Ancak onlar benim gibi bir kafeste mahpus değiller. Kimi yeşillikler içerisinde bahçelerde, kimi dallar arasında dolaşıp dururlar. Onlara benden selam söyle. Onlara de ki: Benim papağanım sizlere hasret çekiyor. O bir kafeste esirdir. Sizler ise özgürsünüz. Ona bu sıkıntıdan kurtulması için bir öğüt veriniz.” demiş.
Tacir memleketinden ayrılmış ve uzun ve zahmetli bir yolculuktan sonra Hindistan’a varmış. Hindistan ormanlarında pek çok papağan görmüş. Onlara selam verip kendi papağanından bahsetmiş.. Ansızın bu papağanlardan birisi titremeye başlamış, kendisinden geçip yere düşmüş.. Tacir papağanı öldü sanıp verdiği bu haberden dolayı pişman olup üzülmüş.
Tacir ticaretini bitirerek evine dönmüş ve hediyelerini dağıtmış. Papağan kendi hediyesini isteyip oradaki ahvalden sorunca, Tacir papağana üzüntü ve pişmanlığını belirttikten sonra Hindistan’da bir papağanın kendi papağanının durumundan haberdar olunca titreyip yere düştüğünü ve öldüğünü söylemiş. Papağan bu hikâyeyi işitince o da tıpkı Hindistan’daki papağan gibi titremiş ve yere düşüp ölmüş. Bunun üzerine Tacir papağanı kafesten alıp dışarı atmış. Papağan yerde canlanıp uçup yüksek bir ağacın dalına konmuş. Tacir bu duruma şaşıp kalmış.. Sebebini papağandan sorunca papağan şöyle demiş:
– Hindistan’daki papağan hareketleriyle bana ders verdi, nasihat etti. Hal dili ile bana dedi ki, “Seni sesin esarete düşürdü. Kendini ölmüş gibi gösterirsen o esaretten kurtulursun.” mesajını verdi demiş ve kanatlarını açıp Hindistan’ın yolunu tutmuş.
Her bir ruh papağan misali bu ten kafesinde esirdir. O sebepledir ki nefsimize ve dünyaya aşırı bağlıyız. Şayet her şeye hikmet gözü ile bakıp Hindistan’daki papağan gibi ders alsaydık, her şeyin sahibi Allah’ı tanır ve kendimizin bir emanetçi olduğunun farkına varır, marifete ve hakikate ulaşırdık. Allah’ın Rasulü(salat ve selam olsun ona) bu hususta şöyle buyurdular:
– “Ölmeden önce ölünüz.” (Ölmeden önce ölüm ötesinin sırrına ulaşınız.)
Bu ten kafesinden kurtulup nefsin manevi esaretinden kurtulmanın yolu, Rasulullah’ın(s.a.v.) buyurduğu gibi “Ölmeden önce ölmektir” ki, yani; bu alemde sadece bir emanetçi olduğumuzu anlayıp, her nerede güç kuvvet, nimet varsa onun Allah’ın yaratması ile var olduğunun şuuruna ermektir.
Özetle Hiç olmanın bilincine varmaktır…
Bekir Abdullah 17 Mart 2015
Aşağıdaki formu doldururken takma ad veya rumuz kullanabilirsiniz. İnternet sitesi kısmını boş bırakınız. Gerekli alanlar * ile işaretlenmiştir. Eposta adresiniz yayımlanmaz.