Bazı selefiyeci sapıklar mevlidi şerif de Allahu Tealanın ” Habibim ben sana âşık olmuşam” sözünü anlayamayıp, günümüzde nefsin şehvanî isteklerine aşk dendiği için, Mevlid’deki bu ifade yadırganıyor ve “Hiç Allah kuluna aşık olur mu böyle saçma bir söz olamaz” derler.
Allahu Tealanın 99 esmâül hüsnasından biri de El- Vedûd’tur. Anlamı: Dilediği kullarını seven ve kulları arasındaki sevgiyi yaratan ve onlara merhameti ile muamele edendir.
Bunlar Kuran’dan bihaber cahil ve gafillerdir. Oysa ki aşk, sevginin büyüğüne denilir. Allahu teala iyilik yapan mümin kulunu sevdiğini bizzat Kuran’da beyan etmiştir. Mealen:
– “Allah yolunda mal harcayın da kendinizi ellerinizle tehlikeye bırakmayın ve güzel hareket edin. Çünkü Allah güzellik ve iyilik edenleri sever.” (Bekara/195)
Mevahib-i ledünniyye gibi kıymetli bir eserde geçen bir hadis-i şerifde:
– (Ey Resulüm, İbrahim’i halil [dost], seni de habib [sevgili] edindim. Senden daha sevgili hiçbir şey yaratmadım. Senin, benim indimdeki yüksek derecenin bilinmesi için, dünyayı ve dünya ehlini yarattım. Sen olmasaydın, kâinatı yaratmazdım) buyurmuştur.
Aşk yani sevgi iki türdür. Mecazî aşk, fanilere gönül bağlamaktır. Hakiki aşk ise, Allah’ı sevmektir. Bazen mecazî aşk, hakîkî aşka vesile olur.
Sevgi, çoğunlukla hub ve muhabbet, meveddet kelimeleriyle ifade edilmiştir.
Ashab ve tabiin ve tebe-i tabiin aşktan söz etmemişler daha çok Allah korkusu ve İlahi sevgiden söz etmişlerdir..
Alimler, hatta ilk dönemlerde mutasavvıfların büyük çoğunluğu, Allah sevgisini ifade etmek üzere Kur’an ve Sünnet’te yer alan hub ve muhabbet yerine aşk kelimesinin kullanılmasına karşı çıkmışlar.
Râbia el-Adeviyye, Bâyezîd-i Bistâmî, Cüneyd-i Bağdadî, Hallâc-ı Mansûr gibi ilk sûfîler, genellikle aşk, âşık ve maşuk yerine hub, muhabbet, habîb, mahbûb kelimelerini kullanmışlar.
İmam-ı Gazâlî gibi mutasavvıflar aşk kelimesine ya hiç yer vermemişler veya nadiren kullanmışlar; bunun yerine büyük önem verdikleri Allah sevgisi konusunu hub ve muhabbet terimleriyle anlatmayı tercih etmişlerdir.
Aşk kelimesinin dinî bir terim olarak kullanılmasını caiz gören sûfîlerin dayandıkları bazı âyet ve hadisler vardır. Meselâ onlara göre,
– “İman edenler Allah’ı daha şiddetle severler.” (Bakara 2/165) âyetindeki şiddetli sevgiden maksat aşktır.
Peygamberimiz(sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Ömer’e (ra);
– “Ben sana herkesten daha sevimli olmadıkça (kamil olarak) iman etmiş olamazsın.” buyurmuştur. (Buhârî, “îmân”, 8-9).
Mutasavvıflar, bu mânaya gelen âyet ve hadislerden, Allah’a ve Resulü (asv)’a âşık olmanın lüzumu mânasını çıkarmışlardır.
Gazzâlî İhyayü Ulûmi’d-dîn’in Allah sevgisi konusunu işlediği “Kitâbü’l-Mahabbe ve’ş-Şevk ve’l-Üns ve’r-Rızâ” başlıklı bölümünde aşk kelimesine iltifat etmemiştir. Bununla birlikte o aynı eserin semâ konusu ile ilgili bölümünde Allah’ı seven, O’na âşık olan ve O’na kavuşma iştiyakı duyan kişinin semâından da söz etmekte ve bu semaın kişinin şevk, aşk ve sevgisini coşturacağını belirtmektedir. Gazzâliye göre Allah’ı tanıyan O’nu sever. Tanıma (marifet) arttıkça sevgi de gelişir ve güçlenir. İşte bu sevgiye aşk denir. Sevginin bu şekilde aşk halini alması, kulun marifette yetkinleşerek ilâhî güzelliği idrak etmesinden ileri gelir; bu idrak arttıkça aşk da güçlenir.
Nitekim Hz. Peygamber (sav)’in Hira’da ibadete kapandığını gören Mekke müşrikleri, “Muhammed Tanrı’sına âşık oldu.” demişlerdi.
Aşağıdaki formu doldururken takma ad veya rumuz kullanabilirsiniz. İnternet sitesi kısmını boş bırakınız. Gerekli alanlar * ile işaretlenmiştir. Eposta adresiniz yayımlanmaz.